19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ürkek Karar GÜNLÜK gazete baskıları için çok geç gelen karara nasıl başlık atacaklarını kestiremeyenler “İnce Ayar” demişler, ama o bile değil. Öyle anlaşılıyor ki, yüksek mahkemede günlerdir süren tartışmalar boyunca başkanla da konuşulmuş ve kimileri “haddimizi bilelim” demişler. “Kurucu meclis yerine geçerek anayasa bozup anayasa yapmaktayız” diyenler olmuştur aralarında. “Mahalle baskısı” olmasa bile, onun gibi bir şey işte. “Atmosferik olay” da denebilir belki. Gerçekten, “şekilden girip esasa inmek” yoluna gerek kalmadan da, anayasa değişikliği ve referandum yasası oylamalarında oy gizliliğinin ihlali gibi şekil hatasının dik âlâsı varken, bula bula tek adaya oy verme zorunluluğuna takılmak, hukuk argosundaki deyimiyle “perakende hurdacılık” değildir de nedir? İktidar, gidiciliğin tipik göstergesi olan iç ve dış politika hataları yaptıkça yandaş medyadaki telaşın arttığı çok belliydi. Telaş, sakin durumlarda akla gelmeyecek çarelere başvurmaya götürür insanları. Şimdilerde sıkı sıkıya tutunulan çare, sürekli hukuk-demokrasi ikilemini işlemek oluyor. Demokrasi halk adına her şeyi yapabilme hakkı ve özgürlüğüymüş gibi, yargı denetiminin demokrasiye engel olduğunu söyleyip yazanlar çoğalmaya başladı. Neredeyse, “yargıçlar yönetiminden” söz edilmeye kadar gidilecek. Aslına bakarsanız, bize özgü bir olay da değildir bu. Dokuz yargıcın da, hangi başkan döneminde atanmış olursa olsunlar, bizdeki gibi emekli oluncaya kadar değil, ölünceye kadar görevde kalabildikleri Amerikan Yüce Mahkemesi üyelerinin pervasızca ülkeyi yönettikleri, istedikleri yaşta tam maaşla emekliye ayrılabildikleri halde ülke yönetme zevki yüzünden pek o yola gitmek istemedikleri ve “nadiren öldükleri” hep söylenegelmiştir. Bizdeki düzenleme öyle bir aşırılığa gitmediği halde, onlar nedense çok beğenilen “seçilmişler- atanmışlar” ikileminin “atanmışlar” kefesine konur ve seçilmişlerin önlerindeki engellerden söz edilirken hiç ihmal edilmezler. Yargı üzerindeki bu haksız ve insafsız çullanışın sonuçta belli bir tedirginlik ve ürkeklik yaratmadığı söylenemez. Örneğin, yargı yerlerinde karar okunurken “Türk milleti adına” ibaresini gereksiz bulanlara ve “Seçimle gelmedikleri halde nasıl olup millet adına karar verebiliyorlar” diyenleri mutlaka duymuşsunuzdur. O ibarenin, özde saygı duyulması gereken bir bağımsızlık anlamı taşıdığı pek düşünülmez. Bütün bunlar bilindiği için, umalım ki, Anayasa Mahkemesi’nin bu son kararı, sadece hukuk yönünden eleştirilmekle kalsın ve Silahlı Kuvvetler gibi yargıyı da hırpalamaktan garip bir sadizm duyanlara “Nihayet onları da sindirdik” çığlığı attırmasın. PENCERE Türkçülük, Irkçılıktır... A nayasanõn bazõ maddelerinde de- ğişiklikler yapõl- masõnõ öngören kanunun, Anayasa Mahke- mesi’nce kõsmen iptal edil- miş olduğunu öğrenmiş bu- lunuyoruz. Ancak bu “öğ- renme”, mahkeme kararla- rõnõ öğrenmenin alõşõlmõş usullerinin çok dõşõnda bir yoldan sağlanmõş oldu. Mahkeme Başkanõ, Anaya- sa Mahkemesi kararõnõ bir “basın toplantısı”nda “açıkladı”. Başkan, AKP’nin kapa- tõlmasõyla ilgili kararõ da 30 Temmuz 2008 günü yaptõğõ basõn açõklamasõyla duyur- muştu (Bu yöntemin yan- lõşlõğõ konusundaki görüş- lerim için 1 Ağustos 2008 ta- rihli Cumhuriyet’e bakõla- bilir). Mahkeme kararlarõnõn açõklanmasõ ve duyurul- masõ konusunda, gerek biz- de gerek dünyada yerleş- miş belli yöntemler vardõr. Karar, ilke olarak açõk du- ruşmada taraflara “tefhim” olunur, yani sözlü olarak bildirilir. “Tefhim”, yargõ işlevinin bir parçasõnõ oluş- turan “resmi” bir işlemdir. Bu nedenle de tefhim sõra- sõnda mahkemenin başkanõ (ve varsa üyeleri) ile savcõ- lar ve avukatlar resmi giy- si (cüppe) giyerler. Basın toplantısı Bazõ ayrõksõ durumlarda da, Anayasa Mahkemesi ka- rarlarõ gibi kararlar Resmi Gazete’de yayõmlanõr. Mahkeme kararõnõn, üs- telik henüz gerekçesi yazõl- mamõş iken, mahkemenin başkanõnca “basın toplan- tısı” yoluyla duyurulmasõ, görülmüş bir şey değildir. Başkan, üstelik basõn top- lantõsõna yarõm saate yakõn bir gecikmeyle gelmiş, “ka- rarı” metinden okumadõğõ için, kendi anlayõşõna ve üs- lubuna göre “açıklamıştır”. Bu açõklamalarõn değeri an- cak kararõn resmen yayõm- lanmõş metni görüldükten sonra anlaşõlacaktõr. Açıklama Hukukçular için, bir mah- keme ‘kararı’ndan söz edi- lebilmesi, ancak kararõn ge- rekçesinin açõklanmõş ol- masõndan sonra olanaklõdõr. Nitekim anayasada bu açõkça belirtilmiştir: “Bütün mahkemelerin her türlü kararı gerekçeli olarak yazılır” (m. 141/III). Anayasa Mahkemesi Kuru- luş ve Yargõlama Usulü Hakkõnda Kanun’da da ay- nen şu hüküm vardõr: “Anayasa Mahkemesi kararları gerekçeli olarak yazılır. Kararlar, inceleme ve yargılamaya katılan başkan ve üyeler tarafın- dan imzalanır. Muhalif kalanlar, kararda muha- lefet sebeplerini açıklar. Kararlar ilgililere bu şek- liyle tebliğ olunur” (m. 53/I). Gerekçeleri ve karşõ oy ya- zõlarõyla bir bütün oluşturan karar, henüz resmen duyu- rulmuş değil iken, mahke- me başkanõnca basõn top- lantõsõ yoluyla açõklanmõş olanlar, başkanõn kişisel gö- rüşleri midir? Başkanõn, görevde bulun- duğu süre içinde -karşõ oy yazõlarõ dõşõnda- mahkeme kararlarõ konusunda “kişi- sel” görüş bildirmeye yetkisi var mõdõr? Belki, akademik nitelikli yayõnlar yapabile- ceği söylenebilir ama bunun yöntemi de herhalde “basın toplantısı” düzenlemek de- ğildir. Sonuç Başkan Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi karar- larõnõn duyurulmasõ konu- sunda, alõşõlmõş usuller dõ- şõnda yöntemler kullanmayõ âdet haline getirmiş görün- mektedir. Gerek bizde ge- rek dünyanõn ciddi ülkeleri- nin yargõ uygulamasõnda ye- ri olmayan bu yöntemleri, Anayasa Mahkemesi karar- larõnõn ciddiyeti ve kuru- mun saygõnlõğõ ile bağdaş- tõrmaya olanak bulamõyo- rum. İster istemez, kişisel bazõ amaçlarla başvurulduğunu düşündüren bu yoldan bir an önce vazgeçilmeli; gerek Türkiye’de gerek yargõ ge- leneği güçlü yabancõ ülke- lerde yerleşmiş yöntemler benimsenmelidir. Anayasa Mahkemesi ka- rarlarõnõn medya yoluyla duyurulmasõ ve kamunun bilgilendirilmesi elbette ge- reklidir. Ama bunun yolu, başkanõn basõn toplantõsõ yapmasõ değildir. Örneğin, Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi’nde ol- duğu gibi, hem basõnõn ge- reksinmelerini hem yargõ kararlarõnõn niteliğini iyi de- ğerlendiren kişilerden oluşan bir basõn bürosu kurulmasõ ya da bir “basın sözcüsü” atanmasõ düşünülebilir. Karar,BasõnToplantõsõndaAçõklanmaz Prof. Dr. Rona AYBAY Anayasa Mahkemesi kararlarõnõn medya yoluyla duyurulmasõ ve kamunun bilgilendirilmesi elbette gereklidir. Ama bunun yolu, başkanõn basõn toplantõsõ yapmasõ değildir. Örneğin, Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi’nde olduğu gibi, hem basõnõn gereksinmelerini hem yargõ kararlarõnõn niteliğini iyi değerlendiren kişilerden oluşan bir basõn bürosu kurulmasõ ya da bir “basõn sözcüsü” atanmasõ düşünülebilir. Rusya Türkleri arasında ilk Türkçe gazeteyi, 1875’te, Melekzade Hasan Bey, Azerbaycan’da çıkarmış. Ne yazık ki ‘Ekinci’ adındaki gazetenin okuru, yok denecek kadar azmış. Hasan Bey ömrü kısa süren ‘Ekinci’yi kapatırken yazdığı son yazıda: “Ey kardaşlar” diye seslenmiş, “sizin bu can çekişme durumunuzda bir tek gazeteniz vardı... Bırakalım, o da ölsün!..” Milliyetçilik, Anadolu’dan önce Rusya Türkleri arasında Panislavizm’e karşı bir tepki niteliğinde başlıyor. Ama, o yıllarda bir Türkçe gazetenin yaşaması kolay mı!.. Bugün Kürt davasını güden çoğu derginin ve gazetenin Türkçe yayımlanmasına da şaşılmaz. Çünkü uzun yıllar süren yasaklar, Kürtçe okuma yazma olanaklarını toplumda kısıtlamıştır; kültürel alanda toplumsal gelişme için Kürtlerin önünde ince uzun bir yol var. Kırımlı İsmail Gaspirinski, Rusya’da milliyetçilik akımının başını çekiyor, Yusuf Akçura da öncülerdendir; ama, bizde Türkçülüğün lideri Ziya Gökalp!.. 1908 Meşrutiyet inkılabına ‘Osmanlıcılık’ bilinciyle girildi; daha önce Mehmet Emin Yurdakul şiirini yazmıştı: “Ben bir Türküm dinim cinsim uludur Sinem özüm ateş ile doludur” Balkan Savaşı’ndaki yenilgi, milliyetçilik duygularını körükledi; Türkçülük, Turancılık, Pantürkizm’e giden yollar hızla açılıp döşeniyordu; ilk “Türk Ocağı” 1912’de kuruldu; milliyetçilikle ırkçılık birbirine karıştı; coşku, akıl ve mantığı silmiş, Orta Asya düşlemleri gerçekliğe ters düşse de benimsenmişti; Turancılık, İttihat ve Terakki’nin gücüyle resmi devlet politikasına dönüştü. Osmanlı İmparatorluğu çöküp Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ziya Gökalp, düşüncelerinde değişiklik yaptı. Türk Ocakları kapatıldı; Halkevleri açıldı; Türkçülük, bir başka deyişle ‘ırkçılık’ içeriği taşıyan milliyetçiliğe paydos borusu çalındı. Ne var ki çok partili rejimden sonra ırkçılığa dayalı milliyetçilik, toplumun kimi kesimlerinde ve siyasal partilerinde yeniden canlanmıştır. Kemalist milliyetçilikle; Türkçülüğün, Turancılığın, ırkçılığın ilişkisi yok.. Türk olmak, Türkçü olmayı gerektirmez.. Kürt olmak, Kürtçü olmayı gerektirmez.. Anadolu’da ırka dayanan bir kanlı kavgayı körükleyenler, aymazlık içindedirler. Bugünkü Türkiye sınırları, Trablusgarp harbinden başlayarak emperyalizmle 11 yıl süren savaşlardan sonra çizilmiştir. ‘Milli Misak’ sınırlarını da Kemalistler saptamadılar. 1919 genel seçimiyle toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi, ilk karar olarak 28 Ocak 1920’de “Misak-ı Milli Beyannamesi”ni benimsedi; bir buçuk ay sonra İngilizler, 16 Mart 1920’de Meclis’i bastılar. 1925’te Şeyh Sait isyanı patlamasaydı, Musul hangi sınırlar içinde olacaktı? Ümmette, ulusçuluk bilinci yoktur; kapitalistleşme süreci içinde milliyetçilik belirli bir aşamada ortaya çıkar. Doğu Anadolu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Ankara’daki Meclis’e aşiret reislerini sürekli olarak milletvekili diye yollamadı mı! Toplumsal yapıda Kürtlük bilinci yeterince gelişmemişti. Şimdi Kürtler de ulusal kimliklerinin arayışı içine girdiler; ama, bunu ya demokrasi içinde yapacaklar ya da savaş yöntemlerini seçecekler. Anadolu’da Türkçü ile Kürtçü’nün kavgası, 2000’e yaklaşan dünyamızda ırkçılığın gericiliğini simgelemekten başka bir değer taşımaz; emperyalizme hizmet eder. Cumhuriyet’in kuruluşu, uygarlık tarihindeki ‘Aydınlanma Devrimi’nin ilk kez bir İslam ülkesinde gerçekleştirilmesi anlamını taşır; hiçbir siyasal çaba, uygarlığın özünü simgeleyen dönüşümlerin değerini gölgeleyemez. Elbet bu devrim gülsuyuyla yıkanmadı, yaşanan olayların kanlı yönleri de var. Cumhuriyeti kuranlar, Anadolu’daki her başkaldırmayı sert yöntemlerle bastırdılar; ama bütün bunlar artık geride kalmış, Türkiye demokrasiye yönelmiştir. Aydınlanma Devrimi yürütülmesiydi, demokrasiye geçiş yolları da açılamazdı. 21’inci yüzyıla 8 kala Anadolu’da Kürtçülük de Türkçülük de dışlanmalıdır. Barış içinde, bir arada, demokratik düzende, kardeşçe yaşamanın bir başka yolu da yok... (13 Eylül 1992 tarihli yazısı) [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle