19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 PAZAR 6 HAZİRAN 2010/ SAY11263 DÜNYALI YAZILAR ZÜLAL KALKANDELEN Obama'dan altın öğüt O bama, başarılı konuşmalarıyla ünlü bir siyasetçi. Ben, kendisini 2004'te Boston'da Demokrat Parti Kurultayı'nda ilk kez canlı dinledikten sonra, Cumhuriyette, başkanlık adaylığının bu konuşmadan sonra gündeme geldiğini yazmıştım. O günden beri de Obama'nın konuşmalannı dikkatle dinliyorum. özenle yazılmış, vurucu metinler var bu başannın ardında... Tabii bana göre, bunlann içinde TBMM'de yaptığı konuşmayı ayırmak gerekir. Çünkü ben, Obama'yı Meclis'te ayakta alkışlayan milletvekilleriyle aynı düşünmüyorum. O dönemde yazdığım bir yazıda da belirttigim gibi, Obama'nın TBMM konuşmasında Türkiye'nin başına iş açacak önemli ayrıntıların izleri vardı... Bugünkü yazıma konu olan ise, Obama'nın son dönemde yaptığı en iyi konuşmalardan birisi. Yine 29 yaşındaki Jon Favreau tarafından mı kaleme alındı bilmiyorum; ama sonuçta şu satırlar, Obama'nın başan hanesine yazıldı: "Sadece The New York Tirnes okuyorsanız, arada bir The Wall Street'ln sayfalanna da göz gezdlrmeye çalışın. Eğer Glenn Beck ya da Rush Umbaugh hayranıysanız, The Huffington Posfta birkaç köşe yazısı okumayı deneyln. öfkelenebillrslniz,flkirierinizde çoğunlukta değlşmeyebllir. Ama karşıt görüşleri dlnlemek, etkin bir vatandaşlık Için gereklldlr." Obama, bunları Michigan Üniversitesi'nin diploma töreninde söyledi. Mezun olan öğrencilere anlamlı bir öğüt verdi. Tea Party Movement (Çay Partisi Hareketi) ile radikal sağın ve ırkçılığın yeniden yükselişe geçtiği, ideolojik kutuplaşmanın derinleştiği Amerika'da bundan daha değerli bir öğüt olamazdı. Bizde olduğu gibi, Başbakan'ın, iktidar partisini eleştiren gazeteler için "Almayın, okumayın bunlanl" dediği bir ülkeden bakınca nasıl tezat değil mi? Bir an için hayal edelim; Başbakan şöyle demiş olsaydı: "Sadece Zaman okuyorsanız, arada bir Cumhurtyefin sayfalanna da güz gezdirmeye çalışın. Eğer Uğur Dündar ya da Yılmaz özdll hayranıysanız, Yeni Şafakta birkaç köşe yazısı okumayı deneyln. öfkelenebllirslnlz, fikirlerlnlz de çoğunlukla değlşmeyebllir. Ama karşıt görüşleri dlnlemek, etkin bir vatandaşlık İçin gereklldir." Başbakan, iktidarı eleştirenlere ve destekleyenlere aynı mesafede durabilseydi, acaba medya bugünkü kadar kamplaşır mıydı? "Yandaş medya", "candaş, yoldaş medya" ayrımları yapılır mıydı? Belki, "Medya bu ülkede her zaman farklı kutuplara ayrılmıştır. Her iktidar bazı gazetelere daha yakın olmuştur" diyebilirsiniz. Ama medyanın bugünkü kadar gazetecilik etiğini yerle bir eden utanç verici bir hale geldiğini herhalde söyleyemezsiniz. Gerçekleri çarpıtma pahasına yapılan yayınlar, ağza alınmayacak hakaretler havada uçuşurken, zorba ve çığırtkan bir medya doğdu. Bu gelinen noktada suçlu kim? Medya üzerinde baskı kuran siyasetçiler, buna direnmeyen patronlar ve mesleki ilkeleri koruyamayan gazeteciler... * * * Peki ne yapmalı? Gazeteciliği yeniden saygın meslekler arasına sokmak için yapılabilecek çok şey var. Gerçeği yazmak, haber diline özen göstermek, haberin kanıtlanabilir olmasına dikkat etmek, kimsenin kişilik haklarına saldırmamak, gazeteciliğin kamu yaran için yapılan bir meslek olduğunu unutmamak gibi... Obama'nın konuşmasında adları geçen Glenn Beck ve Rush Umbaugh, Amerika'da dinci sağın en önde gelen medya figürleri. İkisi de, Obama yönetimini şiddetle ve insafsızca eleştiriyor. Ancak yine de Obama, "O adamlan izlemeyin, dinlemeyin" demiyor; "Arada bir farklı görüşlere de bakın" diyor. Meselenin çözümü de burda; etkin vatandaşlık ve başarılı iktidar için karşıt görüşleri de öğrenmek gerek. Çare, yok etmek, susturmak değil; önce dinlemek... • www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Mücadele eden kadını kSm Sster? ı-N ISK'e bağlı Genel İş Sendikası bünyesinde Konut Işçileri Şubesi'nde L J sendikalaşmak için girişimleri başlattılar. Yasada yerleri olmadığı ve örgütlenmede zoriuk çektikleri için yavaş işliyor süreç. Birlik olarak konferanslar vererek gündelikçi kadınları bilinçlendirmeye çalışıyorlar. En büyük dertleri seslerini duyurabilmek. Bu anlamda imza kampanyası da başlatacaklaryakında. Özellikle gündelikçilerin yoğun olarak çalıştığı semtlerde az olan otobüs saatlerinin artması ve çalıştıkları süreçte evde, yalnız kalan çocuklanna bir kreş açılmasını istiyorlar. Kendi yaşamındaki mücadele mi? Kolay biter mi hiç? Anne babasını yitirmiş, yalnızca küçük erkek kardeşiyle görüşüyor. Abilerini görmüyor. Sadece bayramdan bayrama, o da görev gibi. Evin kirasını 24 yaşındaki kuaför oğlu Deniz ödüyor. 26 yaşındaki oğlu özgür ise epilepsi hastası. O da çalışmak istiyor. Çocuklannı evlendirmekten söz ederken "Belki siz de kendinize bir hayat kurarsınız, gençsiniz" diyorum. "Keşke ama zor" diyor, "Mücadeleden asla taviz vermem. Hangi erkek mücadele eden kadını alır?" Ehramı ise hâlâ evinin bir köşesinde. "Çıkarabilmek için çok uğraştım. O direnişimin simgesi. Ama evlenirken çeyizimle verdikleri ehramı, öldüğümde tabutuma örtmesinler. Vasiyetim de budur" diyor. Yarına dairtek istediği, bugüne kadar nasıl muhtaç olmadan yaşadıysa, bundan sonra da öyle yaşamak. • Gündelikçiyiz diye adımız bile vok• : • * • '•- -•••« rıp|- Yıldız Ay, yaşamını temizlik yaparak kazanan gündelikçilerden yalnızca biri. Gündelikçi Kadınlar Birliği çatısı altında diğer arkadaşlarıyla yıllardır süren mücadelenin peşinden gidiyor. Niyetieri çok basit: İşçi statüsünde olabilmek. Çünkü hâlâ bir iş tanımları yok. ZUHAL AYTOLUN S abah 07.00'de kalkıyor. Genelde kahvaltısını yaparak çıkıyor evden. Çalıştığı eve ulaşıyor. Önce camları silerek başlıyor. Perdeler, halılar, koltuklar, mutfak, banyo temizliği derken akşama kadar durmadan çalışıyor. Bu bir gündelikçinin rutin düzeni. Yıldız Ay, yaşamını temizlik yaparak kazanan gündelikçilerden yalnızca biri. 1 Mayıs'ta ellerinde pankartlarıyla meydana çıkan ve verdikleri mücadeleyi duyuran imece Kadın Dayanışma Derneği-Gündelikçi Kadınlar Birliği'nin kurucusu ve başkanı. Yaşamı öylevirajlardan dönerek şekil almış ki gözlerindeki ateşten görebiliyorsunuz izlerini. Hem ödüllü "Gündelikçi Kadınlar" belgeselinde yer alıyor hikâyesi, hem de Nursel Doğan'ın onun yaşam hikâyesini anlattığı "Dışarısı Nasıl?" belgeselinde. Son bir yıldır da Gündelikçi Kadınlar Birliği'yle haklı mücadelesini sürdürüyor. Toplantılar, konferanslar, belgesel film gösterimleri ve eğitimlerle amaçladıkları tek bir şey var: işçi statüsüne girebilmek ve sosyal güvencelerini alabilmek. Çevre korkusuyla sinen gündelikçi kadınları örgütleyerek haklarını aramaya sevk etmeye çalışıyorlar. «• 4- Yıldız Ay, 44 yaşında. Erzurum'un Aşağı Yayla Köyü'nde doğuyor. Abisinin baskısı sonucu 16 yaşında hem halasının hem de dayısının oğlu olan kuzeniyle evlendiriliyor. Erzurum'daki evde eşinin anne babası ve eltileriyle bir arada oturuyor. Herkesin odası ayrı ve tek bir banyo var evde. Kadınların başları ehramla örtülü. Herkesin yatağının altında bir leğen. Gelin oldukları için banyoyu kullanamıyor, odalarında yıkanıyorlar. Kapı dışarı çıkmaksa zor, görüp görebileceği sadece ev halkı. Yıldız Hanım'ın ailesi ise istanbul'a gelmiş zamanında, iş nedeniyle. Yıl 1988 olunca, eşi ve iki çocuğuyla iş için onların da yolu İstanbul'a düşüyor. Önceden memur olan eşi İstanbul'da inşaatlarda çalışmaya başlıyor. "Eşim çok sorumsuzdu. Evle ilgilenmediği gibi beni de kısıtlıyordu. Bana göre dış dünya diye bir şey de yoktu. Her şey tek göz odadan ibaretti" diyor Yıldız Hanım. Tek göz oda dediği Çeliktepe'deki eski evi. Tuvaleti mutfağı dışarıda. Dört kişinin yaşadığı odada bir çek-yat, bir de karyola bulunuyor. Bir noktadan sonra eşi, kendisini geliştirmesini istiyor ve Demokratik Özgür Kadın Hareketi'yle tanıştırıyor. "Eşim eski devrimcilerden. Onları da mücadeleden tanıyordu. Benim de kendimi geliştirmemi istedi." Yıldız Hanım, ilkokul mezunu. Ancak okuma yazmayı unuttuğu için bir arkadaşının önerisiyle başlıyor. Okumaya başladığı ilk kitap Yaşar KemaPin bir romanı. Adını hatırlamıyor ama kendisinde bıraktığı iz baki. "Kadının ne demek olduğunu ve haklarımı öğrendim. Okumadan önce herkesin benim gibi yaşadığını sanıyordum." 92 yılının 8 Mart'ında Dünya Emekçi Kadınlar gününe katılıyor. O günü hiç unutmuyor Yıldız Hanım. Çünkü gerçek anlamda ilk dışarı çıkışı. KİMSE BENİ VAZGEÇİREMEZ Gün geliyor, hem maddi hem de manevi ihtiyaçtan hareketle bir işe girmesi gerekiyor. Zihinsel özürlü çocukların okulunda aşçı olarak çalışmaya başlıyor. iki yıl geçiyor, takmak istemediği ehramını açıyor. Önce baş örtüsüne geçiyor, sonra da tamamen atıyor örtüsünü. örtüsünü atmak bir simge onun için. Üzerindeki tedirgin korkuyu da atıyor bir anlamda. Sanki her şey yoluna giriyormuş gibi geliyor hikâyeyi dinlerken. Çünkü Yıldız Hanım çalışmaya, sosyalleşmeye başlıyor. Ancak bu kez> başka sıkıntılar başlıyor. "Eşim kendimi geliştirmemi istiyordu. Ancak onun istediği yere kadar gelmeli ve durmalıydım" diyor. Hem onu hem de çocuklannı dövmeye başlıyor eşi. Boşanmak da kolay değil, 10 yıl da bunun mücadelesini veriyor. "Önceden cahil I bir ev kadınıydım. Ne zaman ki farkına vardım. Zor günler başladı" diyor. 1996 yılında cezaevindeki ölüm oruçlannı duyuyor, atlıyor sendikaya gidiyor, destek veriyor açlık grevine. Bu duyulduğunda da okuldan atılıyor, gündelikçi olarak çalışmaya başlıyor. Eşi mi? Boşanma talebine karşılık ölüm tehditleri başlıyor, aile içi şiddet artıyor. Arkasında ailesi yok, ekonomik zorluklar dağ gibi, yılların getirdiği tedirginlikler de var. Mücadele ediyor olsa da gardı düşüyor, pes ediyor zaman zaman. Sonra kararını veriyor: "Böyle yaşamaktansa ölüm bundan hayırlıdır diye düşündüm. Hapis hayatıydı. Okumak yasak, gizli gizli okuyorsun. Arkadaşlarla görüşmek yasak, gizliden buluşuyorsun. 0 zaman başladı mücadelem. Gücümü de yapabileceğime dair duyduğum inançtan aldım. Dedim ki ölümüne gideceğim bu yolda. Kimse vazgeçiremez." Boşanıyor Yıldız Hanım ve izini kaybettirmeye çalışıyor. Çünkü bir yandan haber yolluyor eski eşi, "Yüzüne kezzap dökeceğim, sakat bırakacağım" diye. Küçük erkek kardeşinin desteğiyle ayakta duruyor. BEDENİMİZİ HARCIYORUZ '•».• Aynı dönem gündelikçiliğe devam ediyor. Bu * süreçte kendisinin deyimiyle iyi "patron"ları da oluyor, kötüleri de. Dizlerinin üzerine çökerek slldiği yerlerin izini menüsküs, her işi yetiştirebilmek için an gibi çalıştığı evlerin izini kollarındaki sinir sıkışması, kullandığı kimyasallan astım, tüm bu yaşadıklarını ise sırt, bel ve boyun ağrıları olarak taşıyor vücudunda. "Biz bedenimizi harcıyoruz bu işte" diyor Yıldız Hanım. Ona en dokunan şey ise ayrımcılık. Kimi zaman yemeğini dolabın dibinden çıkarılan plastik tabak, bardak, çatal, kaşıkla yemek durumunda kahyor, kimi zaman kaybolan bir eşya nedeniyle hırsızlıkla suçlanıyor. "Ama" diyor, "katlanması en zoru sizin bir adınızın olmaması. Kadınsınız sadece. Biri aradığında kadın var evde diyorlar. Ne bir adınız ne bir kimliğiniz var." Haklarını arayan gündelikçilerden yalnızca biri o. istedikleri, yaptıkları işin birtanımı olması ve işçi statüsüne alınması. "Çalışıyorsak eğer, haklarımız olmalı. Sigortamız yapılsın, emeklilik hakkımız olsun. Bu noktaya kadar mücadele ettim. Ya sonrası? 50'sinden sonra çalışamaz hale geldiğimde nasıl yaşayacağım? İsteğe bağlı sigorta yapılsa da sosyal haklardan yararlanamıyorum. Hastaneye bile gidemiyorum. Gündelikçi olduğum için günbegün bedenimi kaybediyorum" diyor. • i
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle