19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 HAZİRAN 2010 PAZAR 14 PAZAR YAZILARI [email protected] Çalõşan annelerle ilgili efsaneler Çalõşan annelerin çocuk, aile, çiftler ve iş hayatõ üzerindeki etkileri toplum biliminin en güncel ve belki de en değişken araştõrmalarõndan biri. Çağdaş kadõnõn ihtiyaçlarõ, yetenekleri ve ilgi duyduğu alanlar değiştikçe ve genişledikçe bu doğal olarak kaçõnõlmaz. Kimi araştõrmacõlar yeni annenin çalõşmasõnõn bebek üzerinde uzun vadede olasõ olumsuz etkilerine vurgu yaparken başka cephedeki bilimciler çalõşan ve bundan hoşnut bir annenin çocuğuna çok daha sağlõklõ bir örnek olacağõnõ savunuyor. Her ne kadar bize genel eğilimler hakkõnda bilgi verse de ben kendi adõma bu araştõrmalara pek kulak asmama taraftarõyõm. Hayõr. Bilimin “tanrılaştırıldığı” ve mutlak doğrularõnõ bize sunarak insanõ şekillendirme amacõ taşõdõğõ eleştirisini getirmiyorum. Sadece çok değişkenli ve bilinmeyenli özneler olan bizlerin birkaç araştõrmaya indirgenemeyeceğini savunuyorum. Üstelik yaptõklarõmõz ve yapmadõklarõmõza bakarak kendimizden önce başkalarõnõn bizi tanõmlayõp teşhis etmesi, ardõndan da bunun bize kabul ettirilmeye çalõşõlmasõ sõradan bir toplumsal etkileşim iken. Anneliğin tanõmlanamaz ve anne olmayana anlatõlamaz, o muhteşem güzelliğini ve zorluğunu tattõktan sonra çevremden istemediğim halde binlerce tavsiye aldõm. “Artık bebeğine odaklan”, “Üç kuruşa çalışıp da ne olacak bak bu yavrunun sana ne kadar ihtiyacı var”, “Birkaç yıl çalışma bence, çocuk annesine doysun” gibi önerilerin yanõ sõra “Artık anne oldun, o giysi yakışmaz”, “Sütün yetmiyor galiba”, “Bırak gazeteciliği de çocuğuna bak” gibi zekâ sõnõrlarõnõ zorlayan yorumlar da duydum. En son iş için gittiğim bir akşam yemeğinde “Aaa bebeği babasına nasıl bıraktınız?” gibi saçma sapan bir soruyla karşõlaşõnca “artık pes” dedim. Çocuklara bir metreden fazla yaklaşmamõş, anne olmayõ belli klişelere sõkõştõrõp herkesi aynõ sõnõfa sokan dar kafalõlarõn değişmesini beklemek pek gerçekçi değil. Washington Post gazetesinde geçen hafta sonu bu konuda çarpõcõ bir makale yayõmlandõ. “Çalışan annelerle ilgili 5 efsane” başlõklõ yazõda annelerle ilgili pek çok kişinin inandõğõ 5 yanlõş sõralanõyor. 1. Bugünün çalõşan anneleri çocuklarõna kendi annesinden ve büyükannesinden daha az zaman ayõrõyor. (Aksine bugün çalõşan anneler 1960’lara kõyasla çocuk bakõmõna iki kat daha fazla zaman ayõrõyor.) 2. Kadõnlarõn işi aile hayatõna erkeklerinkinden daha fazla engel olur. (İlginçtir erkeklerin işi aile hayatõna daha fazla engel oluyormuş. ABD’de erkeklerin yüzde 45’i işlerinin aile hayatõna engel olduğunu düşünüyor.) 3. Üniversite mezunu kadõnlarõn işgücünden ayrõlma olasõlõğõ daha yüksek. (İstatistikler bunun tam tersine işaret ediyor.) 4. Daha az çalõşan kadõnlarõn daha başarõlõ evlilikleri olur. (Başarõlõ evlilikleri kadõnõn çalõşmasõndan çok çiftlerin değerleri belirliyor. En başarõlõ evliliklerin başõnda iki kariyerli aileler geliyor.) 5. Ebeveynler işyerinde ayrõmcõlõğa uğramõyor. (İş başvurularõnda annelerin şansõ çocuğu olmayan kadõnlara ve babalara oranla çok daha düşük.) Yeniden başa dönecek olursak; bilim ne kadar araştõrõrsa araştõrsõn “mükemmel bir anne” modelini bulamayacak, asõl mesele annelik konusuna yaklaşõrken at gözlüklerini atabilmek... [email protected] ‘Cannes’lõ siyaset 16yõldõr düzenli izlediğimiz Cannes Film Festivali’nin 63’üncüsü hakkõnda (12- 13 Mayõs) genel bir değerlendirme yazõsõ için tarama yaparken ilginç bir televizyon haberi alõntõsõna denk geldim. 26 Mayõs 1982 tarihli akşam saat 8 haberlerinin sunucusu, o gün açõklanan Altõn Palmiyeleri paylaşan Yılmaz Güney’in (ve sonralarõ teslim edileceği üzere Şerif Gören) “Yol”unun ve Costa Gavras’õn “Missing”inin çok “siyasi” nitelik taşõdõğõnõ vurguluyordu. O tarihlerde “Z”, “Sıkıyönetim” gibi angaje filmleriyle ünlenen Yunan kökenli Gavras, şimdilerde Fransõz Sinemateki’nin başkanõ olacak ve kariyerini hep “siyasi” eserlerle sürdürecekti. Yine o sõralar Türk resmi makamlarõnca “1 Numaralı Halk Düşmanı” addedilen Yõlmaz Güney ise Fransa’da yalnõzca ünlü bir yönetmen değil aynõ zamanda siyasi bir militan olarak algõlanõyordu. Dünyanõn en saygõn ödülünü kazanan her iki film de gerçekten sinema ve politikanõn iç içe geçtiği tipik örneklerdi. Vesileyle sormadan edemedim: Acaba Cannes var olalõ beri bir defacõk olsun dahi siyasetin, toplumsal vicdan ve sorumluluk yansõtan iradelerin dõşõnda kalmõş mõydõ? Elbetteki Cannes Şenliği bir pazar, bir sinema-video endüstrisi, görüntü-ses çõkõşlõ tüm “meta”larõn en yumuşak-zarif-zengin olduğu kadar en yõrtõcõ-arsõz-can alõcõ hatta en sömürücü vitrini olduğunun da bilincindedir. Dünkü kurucularõ, bugünkü yöneticileri bütün “kapitalist” günahlarõnõ, sürekli “angaje-öncü ve eylemci” sanatçõ ve eserlerini taltif ve teşvik eden sevaplarõyla ödemeyi düşleyen dünyevi bilgeler tarikatõna mensuptular. Günümüzün sinema âleminde yeryüzü “nimetleri”, her daim “ebedilik” vaatleriyle “barış içinde bir arada yaşama”sa da “Cannes”sõz bir siyaset tasavvur etmek olanak dõşõdõr. Zira sinema, diğer sanat dallarõ gibi, hatta artõk onlardan öteye bir mücadele silahõ ve arenasõdõr. Dolayõsõyla yeryüzünde adõnõ, sözünü duyurmak, dünya (1.) liginde oynamak isteyen tüm toplum ve uzantõlarõ “Cannes’lı” siyaset yarõşõna katõlmak, kendilerini göstermek zorundadõrlar. Örneğin aradan geçen 28 yõla, Kürt kökeni, adi sabõkalõ kaydõ ve hatta filmin neredeyse yarõsõnõn Şerif Gören’e ait olmasõna karşõn “Yılmaz Güney” adõ dünya sanat ve sinema tarihine - haklõ olarak - Altõn Palmiye kazanan tek “Türk” sinemacõ diye geçmiştir. Teslim etmeliyiz ki, başarõda Güney’in sinemaya verdiği emek kadar, siyasi bilinci ve eylemciliği, Türkiye’nin 12 Eylül karanlõğõnda yaşõyor olmasõnõn da payõ vardõ. Bu tespitleri de kolay kolay kimse değiştiremez. O yõlõn jüri başkanõnõn efsanevi İtalyan tiyatrocu Giorgio Strehler olmasõ, jüri üyeleri arasõnda Kolombiyalõ Nobelli yazar Gabriel Garcia Marquez, Amerikalõ sinemacõ Sidney Lumet ve Hintli yönetmen Mrinal Sen’in siyasi hassasiyetleri kuşkusuz dağõtõlan Altõn Palmiyeler’de etkili olmuştur. Hangi yõlõn arşivine baksanõz istisnasõz büyük ödüller arasõnda sürekli genel veya özel planõnda siyaset dolu eserlere rastlarsõnõz. Amerikalõ özgün yönetmen Tim Burton’un jüri başkanõ olduğu 2010 buluşmasõ gibi. 40 yaşõndaki Taylandlõ sinemacõ Apichatpong Weerasethakul ilk bakõşta bir görüntü şairi, salt doğa ile dünyeviliği bağdaştõrmaya uğraşan “pastoral” ve marjinal bir sinemacõ olarak bilinir. Önceki Cannes şenlikleri sõrasõnda iki “sıkıcı” eserinden tanõdõğõmõz yönetmen 6. filmi diğerlerine oranla en güncele, günümüz dünyasõna yakõn eseriydi. “Geçmiş Yaşamlarını Arayan Boonmee Amca” 63. festivalin şahsi kanõmõzca sinema dili, sanatõ açõsõndan en başarõlõ filmi değildi. Fakat muhtemelen senaryo, kurgu açõlarõndan belki de en cüretkâr, en öncü yarõşmacõsõydõ. Filmin son yüzde 10’luk diliminde Tayland’da “sarı” iktidarla, “kırmızı” muhalefet arasõndaki toplumsal ve siyasi çatõşma kahramanlarõmõzõn izlemediği bir televizyon ekranõ aracõlõğõyla yansõyordu. Bu geri planõn jürinin kararõnda çok etkili olduğunu sanmõyoruz, ancak “Cannes”lõ siyaset bir kez daha geleneği doğruluyordu. Jüri Weerasethakul’u sinema tarihine geçen ilk büyük Taylandlõ yönetmen sõfatõyla onurlandõrõyordu. Türk sinemasõ bu yõl, Hüseyin Karabey’in “Cinéfondation/Sinema Vakfı-Atölyesi”ne katõlan “Sesime Gel”i hariç festivalde yoktu. Türkiye sinema sanayi ve temsilcileriyse Ankara Sinema Derneği’nin çalõşkan ve yiğit neferlerinin son an golü sayesinde küçücük ama dinamik bir katõlõmla varlõğõmõzõ duyurdu. Hem mesleki, hem de kamu yetkililerimiz hâlâ yakõn geçmişteki Nuri Bilge Ceylan’õn olağanüstü başarõlarõyla avunmaktaydõlar. Halbuki başarõlar itinalõ bir düzenle beslenmezse kurumaya mahkûm çiçekler gibi solarlar. Dünya siyasetinde etkili olmak isteyenler kanlõ siyasetlerde medet aramaktansa zamanõ geldiğinde “Cannes”lõ siyasetlere eğilseler dünya tarihine daha kalõcõ ve olumlu izler bõrakabilirler. [email protected] Mutteki Brüksel’den geçti... Dinin devlet eliyle amansõz bir baskõ aracõna dönüştürüldüğü bir ülkeyi Brüksel’de temsil etmek kolay bir iş olmasa gerek. Manuçehr Mutteki, İran İslam Cumhuriyeti Dõşişleri Bakanõ sõfatõyla Avrupa Parlamentosu’na (AP) gelirken onu ellerini ovuşturarak bekleyenler olduğunu herhalde tahmin ediyordu. Kendisini AP’de görmek istemeyenlerin sayõsõ ve gayretleri azõmsanacak gibi değildi ama İran’la diyaloğun sürmesinden yana olanlar baskõn çõkmõştõ. Brüksel’e geldi Mutteki. AP binasõna girdi, nükleer program, insan haklarõ, şaibeli seçimler, Gazze gibi konulara ilişkin zor sorulara hep aynõ gülümsemeyle verilecek yanõtlarõ ezberinde, arkasõnda bir heyet AP koridorlarõnda yürüdü. Ama... Tam kendinden emin AP Dõşişleri Komitesi’nin toplandõğõ salona doğru yaklaşõrken yüzündeki gülümseme bir anda dondu dõşişleri bakanõnõn. Gelişini bekleyen bir grup AP milletvekili, ellerinde Nida Sultan’õn büyük boy ikişer fotoğrafõ buz gibi bir ifadeyle gözlerini dikmiş karşõdan Mutteki’ye bakõyordu. Fotoğraflardan birinde Nida’nõn güzel yüzü sõmsõkõ siyah bir başörtüsüyle çerçevelenmişti. Diğerinde ise yüzü kanlar içindeydi. Ama saçlarõ açõlmõştõ... Bir yõl önce İran’daki cumhurbaşkanlõğõ seçimlerini protesto ederken 26 yaşõnda katledilen Nida’nõn öldürüldüğü anda çekilen bu ikinci fotoğraftaki güzel gözler henüz kapanmamõştõ. Mutteki’yle göz göze gelmeyi bekliyorlardõ sanki. Bir an yavaşladõ Mutteki, sonra yüzündeki gülümsemeye buz derecesinde bir ayar verip yürümeye devam etti. (Elleri kanlõ Macbeth’in iktidar uğruna katlettiği İskoçya kralõnõn hayaletiyle karşõlaştõğõ anõ işte tam da böyle oynamalõ bir oyuncu diye geçti aklõmdan.) O sõrada bir parlamenter İran Dõşişleri Bakanõ’nõn suratõna suratõna haykõrdõ: “Katiller!” Bu gürültülü girişin ardõndan AP Dõşişleri Komitesi’nde, kapalõ kapõlar ardõnda “diyalog arayışı” adõna yapõlan toplantõdan “monolog” çõktõ. AP’li parlamenterler sõzlandõlar... Dõşilişkiler Komitesi Başkanõ Gabriele Albertini “Nükleer enerji dosyası ve insan hakları konusunda derin görüş ayrılıklarımız olduğunu fark ettik, Sayın Mutteki iyi sunulan ama gerçeklerden çok uzak açıklamalarıyla çoğumuzu ikna edemedi ve bunu ona söyledik” dedi. Ertesi gün Avrupa Politika Merkezi’nin düzenlediği kahvaltõlõ toplantõda Mutteki salonu dolduran AB’lilerin sorularõnõ akõcõ İngilizcesiyle yanõtlarken biraz alaycõ ama daha çok sitemkârdõ. Tahran’la Brüksel arasõndaki bir coğrafyaya, bir kültüre ait biri olarak bir pinpon maçõ izler gibi izledim konuşmalarõ... “Nükleer anlaşmasında arabuluculuk yapması için Obama, Lula’ya ve Erdoğan’a mektup yazdı.”, “Türkiye rolünü çok iyi oynadı”. “Biz anlaşmayı imzaladık”, “Nükleer enerji herkese, nükleer silah hiç kimseye”, “Dini otorite Tahran’da ilan etti: Nükleer silah haramdır”, “Nükleer enerjiye ihtiyacımız var”, “Üzerimize yağdırması için Saddam’a kimyasal silah sattınız”, “İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupalıların işlediği cinayetlerin bedeli niçin Filistinlilerin cebinden ödetiliyor? Dünyanın dört bir tarafına dağılmış 5 milyon Filistinli de insan”. Mutteki nükleer anlaşmasõnõn safhalarõnõ ince ince anlattõ salondakilere. Bir tek soru hariç tüm sorularõ yanõtladõ. Yanõtlamadõğõ soru şuydu: “İran’da kadınların hayatı ne zaman normale dönecek?” İran’õn nükleer programõ tartõşmalarõnõn paralelinde bölgedeki gerilim yüzünden dünyanõn ayağa kalktõğõ bir dönemde International Herald Tribune, Mutteki’nin Brüksel’den geçişini tek bir fotoğraf ve kõsa bir altyazõyla duyurdu. Fotoğrafta AP’li parlamenterlerin havaya kaldõrdõğõ Nida’nõn resimleri ve o anda yaşanan kargaşa görünüyordu. Mutteki’nin nükleer anlaşmasõ ile ilgili sayõp döktüklerini salondakilerden başka çok fazla duyan olmadõ. Ve evet, Mutteki kadõnlarla ilgili soruya yanõt vermedi. İbretle izlediğim pinpon maçõnõn kendi kadõnõnõn hakkõnõ gasp eden tarafõydõ. Birçoklarõ için bütün masalarda kaybetti. [email protected] BRÜKSEL ÇİMEN TURUNÇ BATURALP WASHINGTON ELÇİN POYRAZLAR PARİS UĞUR HÜKÜM Hem türbanlõ hem ‘punk’çõ Danimarka’da yaşayan, Aydõnlõ bir baba ile Manisalõ annenin 21 yaşõndaki kõzlarõ Tesnim Sayar, tesettürü punk’çõlarõn simgesi olan kuru kafa ve horoz ibiğiyle birleştirmiş, hem türban takan bir Müslüman, hem de punk’çõ... Kopenhag’da dolaşõrken bazen tepki alõyor, çoğu zaman da ilgi görüyor. Danimarka’da yayõmlanan Gazette adlõ magazin dergisine konuşan Tesnim, türbanlõ annesinin ve arkadaşlarõnõn giyim tarzlarõnõ “monoton” buluyor; “Tesettüre uygun giyinmek, estetik kaygıdan uzak, kat kat elbise giymek demek değildir’’ diyerek eleştiriyor. Odense kentinde doğup büyüyen, Danimarka Moda Akademisi Moda Tasarõmcõlõğõ Bölümü ikinci sõnõf öğrencisi Tesnim Sayar, sekiz yaşõndan beri türban taktõğõnõ belirterek kendi giyim tarzõnõ ise “farklı ve provokatif” olarak değerlendiriyor; kendi tasarladõğõ bu giyim tarzõnõn yaşama canlõlõk ve hareketlilik kattõğõnõ savunuyor. Ailesinden ayrõ yaşayan Tesnim, anne ve babasõnõ ziyarete giderken, türbanõna monte ettiği horoz ibiklerini çõkarõyor, ancak türbanõn üzerindeki kuru kafa işaretleri yerinde duruyor. Müslüman kadõnlarõn da “dünya nimetlerinden” yararlanmaya haklarõ olduğunu savunan Tesnim Sayar, “Harajuku” adõnõ verdiği türban-punk karõşõmõ, bu “farklı ve provokatif” tasarõmõ hazõrlarken Japonlardan ve Amerikalõ buz patencilerinden esinlenmiş. Harajuku, Japonya’da, Tokyo yakõnlarõndaki bir mahallenin adõymõş. Tesnim, Danimarka punk hareketinin Kopenhag’daki Gençlik Merkezi’nin (Ungdomshuset) üyesi. Sürekli gidip geldiği merkezin avlusu, iç ve dõş duvarlarõ renkli görüntüleriyle kaplõ. Tesnim, bu ortamda başkaldõrõ izlenimi veren giysilerinin içinde alçak bir ses tonu ile adeta dua eder gibi konuşuyor. Horoz ibikli başörtüsü, burnundaki hõzmasõ, alt dudağõndaki halkalarõ, başörtüsündeki çatal iğneleri, ellerindeki siyah iskelet desenli eldivenleri ve muştayõ andõran bileklikleriyle farklõ bir görünüm sergiliyor. Sorularõ gülümseyerek yanõtlõyor. Punk hareketine, 12 yaşõndayken, 50 kron değerindeki bir punk’çõ bileziği satõn alarak katõldõğõnõ söylüyor; “Benim de yer aldığım punk hareketi içinde birçok farklı eğilim var. Ancak, ben varlığımı bağımsız kalarak sürdürüyorum. İlle de bir seçme yapmam gerekirse, kendimi ‘Goth Punk’ eğilimine yakın olarak tanımlayabilirim. Giysilerimin tümünü kendim tasarlıyorum. En büyük idealim ise yaşamımı moda tasarımcısı olarak sürdürebilmek...” diyor. Giysilerinden dolayõ farklõ tepkiler aldõğõnõ söyleyen Tesnim Sayar, karşõlaştõğõ bazõ ilginç durumlarõ da şöyle özetliyor: “Beni yolda görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Bir gün, Danimarkalı genç bir kadın, beni görünce önümde durdu, ‘Olamaz, olamaz, olamaz inanamõyorum’ dedi... Ben de ‘Olur, olur, olur, neden olmasõn’ yanıtını verdim. Tekerlekli tutunma aracı ile kaldırımda ilerleyen yaşlı bir amca, yürüme aracını durdurarak uzun süre beni izledi.” Müslüman kesimlerden giyim tarzõnõn İslami kurallara uymadõğõ yolunda eleştiriler aldõğõnõ belirten Tesnim, “Punk felsefesini İslamiyetle birleştirmek” gibi bir amacõnõn olmadõğõnõ kaydederek şöyle devam ediyor: “Bu benim kişisel bir seçimim. Punk İslami anlayışlarla birleştirmek ya da ortak yanlar aramak gibi bir amacım yok. Müslüman bir kızın punk’çı da olabilmesinde bir sakınca görmüyorum. Bilgi, insanı özgürleştirir. Müslüman kızların evde oturduklarına, monoton bir yaşam sürdürdüklerine, baskı altında tutulduklarına ilişkin yaygın bir kanı var. Ben, bu kanıyı değiştirmek istiyorum. Açık bir insan olmak, soru sorabilmek, hangi dinden, inançtan olursa olsun insanı özgürleştirir. Müslüman bir kız olarak, her zaman ‘Neden’ sorusunu sormaktan, sorgulamaktan geri durmadım. Ben, ailemdeki, çevremdeki Müslüman kadınların giyim tarzlarını çok monoton buluyordum. Tesettüre uygun giyinmek, estetik kaygılardan uzak kat kat elbise giyinmek demek değildir.” [email protected] MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS Tesnim Sayar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle