Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 6 HAZİRAN 2010 PAZAR
14 PAZAR YAZILARI [email protected]
Çalõşan annelerle ilgili efsaneler
Çalõşan annelerin çocuk, aile, çiftler ve iş
hayatõ üzerindeki etkileri toplum
biliminin en güncel ve belki de en değişken
araştõrmalarõndan biri. Çağdaş kadõnõn
ihtiyaçlarõ, yetenekleri ve ilgi duyduğu
alanlar değiştikçe ve genişledikçe bu doğal
olarak kaçõnõlmaz. Kimi araştõrmacõlar yeni
annenin çalõşmasõnõn bebek üzerinde uzun
vadede olasõ olumsuz etkilerine vurgu
yaparken başka cephedeki bilimciler çalõşan
ve bundan hoşnut bir annenin çocuğuna çok
daha sağlõklõ bir örnek olacağõnõ savunuyor.
Her ne kadar bize genel eğilimler hakkõnda
bilgi verse de ben kendi adõma bu
araştõrmalara pek kulak asmama
taraftarõyõm. Hayõr. Bilimin
“tanrılaştırıldığı” ve mutlak doğrularõnõ
bize sunarak insanõ şekillendirme amacõ
taşõdõğõ eleştirisini getirmiyorum. Sadece
çok değişkenli ve bilinmeyenli özneler olan
bizlerin birkaç araştõrmaya
indirgenemeyeceğini savunuyorum. Üstelik
yaptõklarõmõz ve yapmadõklarõmõza bakarak
kendimizden önce başkalarõnõn bizi
tanõmlayõp teşhis etmesi, ardõndan da bunun
bize kabul ettirilmeye çalõşõlmasõ sõradan bir
toplumsal etkileşim iken.
Anneliğin tanõmlanamaz ve
anne olmayana anlatõlamaz, o
muhteşem güzelliğini ve
zorluğunu tattõktan sonra
çevremden istemediğim halde
binlerce tavsiye aldõm. “Artık
bebeğine odaklan”, “Üç
kuruşa çalışıp da ne olacak
bak bu yavrunun sana ne
kadar ihtiyacı var”, “Birkaç
yıl çalışma bence, çocuk
annesine doysun” gibi önerilerin yanõ sõra
“Artık anne oldun, o giysi yakışmaz”,
“Sütün yetmiyor galiba”, “Bırak
gazeteciliği de çocuğuna bak” gibi zekâ
sõnõrlarõnõ zorlayan yorumlar da duydum.
En son iş için gittiğim bir akşam yemeğinde
“Aaa bebeği babasına nasıl bıraktınız?”
gibi saçma sapan bir soruyla karşõlaşõnca
“artık pes” dedim. Çocuklara bir metreden
fazla yaklaşmamõş, anne olmayõ belli
klişelere sõkõştõrõp herkesi aynõ sõnõfa sokan
dar kafalõlarõn değişmesini
beklemek pek gerçekçi değil.
Washington Post gazetesinde geçen
hafta sonu bu konuda çarpõcõ bir
makale yayõmlandõ. “Çalışan
annelerle ilgili 5 efsane” başlõklõ
yazõda annelerle ilgili pek çok
kişinin inandõğõ 5 yanlõş sõralanõyor.
1. Bugünün çalõşan anneleri
çocuklarõna kendi annesinden ve
büyükannesinden daha az zaman
ayõrõyor. (Aksine bugün çalõşan anneler
1960’lara kõyasla çocuk bakõmõna iki kat
daha fazla zaman ayõrõyor.)
2. Kadõnlarõn işi aile hayatõna
erkeklerinkinden daha fazla engel olur.
(İlginçtir erkeklerin işi aile hayatõna daha
fazla engel oluyormuş. ABD’de erkeklerin
yüzde 45’i işlerinin aile hayatõna engel
olduğunu düşünüyor.)
3. Üniversite mezunu kadõnlarõn
işgücünden ayrõlma olasõlõğõ daha yüksek.
(İstatistikler bunun tam tersine işaret
ediyor.)
4. Daha az çalõşan kadõnlarõn daha başarõlõ
evlilikleri olur. (Başarõlõ evlilikleri kadõnõn
çalõşmasõndan çok çiftlerin değerleri
belirliyor. En başarõlõ evliliklerin başõnda
iki kariyerli aileler geliyor.)
5. Ebeveynler işyerinde ayrõmcõlõğa
uğramõyor. (İş başvurularõnda annelerin
şansõ çocuğu olmayan kadõnlara ve
babalara oranla çok daha düşük.)
Yeniden başa dönecek olursak; bilim ne
kadar araştõrõrsa araştõrsõn “mükemmel bir
anne” modelini bulamayacak, asõl mesele
annelik konusuna yaklaşõrken at
gözlüklerini atabilmek...
[email protected]
‘Cannes’lõ
siyaset
16yõldõr düzenli izlediğimiz Cannes Film
Festivali’nin 63’üncüsü hakkõnda (12-
13 Mayõs) genel bir değerlendirme yazõsõ için
tarama yaparken ilginç bir televizyon haberi
alõntõsõna denk geldim. 26 Mayõs 1982 tarihli
akşam saat 8 haberlerinin sunucusu, o gün
açõklanan Altõn Palmiyeleri paylaşan Yılmaz
Güney’in (ve sonralarõ teslim edileceği üzere
Şerif Gören) “Yol”unun ve Costa
Gavras’õn “Missing”inin çok “siyasi”
nitelik taşõdõğõnõ vurguluyordu. O tarihlerde
“Z”, “Sıkıyönetim” gibi angaje filmleriyle
ünlenen Yunan kökenli Gavras, şimdilerde
Fransõz Sinemateki’nin başkanõ olacak ve
kariyerini hep “siyasi” eserlerle
sürdürecekti. Yine o sõralar Türk resmi
makamlarõnca “1 Numaralı Halk
Düşmanı” addedilen Yõlmaz Güney ise
Fransa’da yalnõzca ünlü bir yönetmen değil
aynõ zamanda siyasi bir militan olarak
algõlanõyordu. Dünyanõn en saygõn ödülünü
kazanan her iki film de gerçekten sinema ve
politikanõn iç içe geçtiği tipik örneklerdi.
Vesileyle sormadan edemedim: Acaba
Cannes var olalõ beri bir defacõk olsun dahi
siyasetin, toplumsal vicdan ve sorumluluk
yansõtan iradelerin dõşõnda kalmõş mõydõ?
Elbetteki Cannes Şenliği bir pazar, bir
sinema-video endüstrisi, görüntü-ses çõkõşlõ
tüm “meta”larõn en yumuşak-zarif-zengin
olduğu kadar en yõrtõcõ-arsõz-can alõcõ hatta
en sömürücü vitrini olduğunun da
bilincindedir. Dünkü kurucularõ, bugünkü
yöneticileri bütün “kapitalist” günahlarõnõ,
sürekli “angaje-öncü ve eylemci” sanatçõ ve
eserlerini taltif ve teşvik eden sevaplarõyla
ödemeyi düşleyen dünyevi bilgeler tarikatõna
mensuptular. Günümüzün sinema âleminde
yeryüzü “nimetleri”, her daim “ebedilik”
vaatleriyle “barış içinde bir arada
yaşama”sa da “Cannes”sõz bir siyaset
tasavvur etmek olanak dõşõdõr. Zira sinema,
diğer sanat dallarõ gibi, hatta artõk onlardan
öteye bir mücadele silahõ ve arenasõdõr.
Dolayõsõyla yeryüzünde adõnõ, sözünü
duyurmak, dünya (1.) liginde oynamak
isteyen tüm toplum ve uzantõlarõ
“Cannes’lı” siyaset yarõşõna katõlmak,
kendilerini göstermek zorundadõrlar.
Örneğin aradan geçen 28 yõla, Kürt kökeni,
adi sabõkalõ kaydõ ve hatta filmin neredeyse
yarõsõnõn Şerif Gören’e ait olmasõna karşõn
“Yılmaz Güney” adõ dünya sanat ve sinema
tarihine - haklõ olarak - Altõn Palmiye
kazanan tek “Türk” sinemacõ diye
geçmiştir. Teslim etmeliyiz ki, başarõda
Güney’in sinemaya verdiği emek kadar,
siyasi bilinci ve
eylemciliği,
Türkiye’nin 12
Eylül karanlõğõnda
yaşõyor olmasõnõn
da payõ vardõ. Bu
tespitleri de kolay
kolay kimse
değiştiremez. O
yõlõn jüri başkanõnõn
efsanevi İtalyan
tiyatrocu Giorgio Strehler olmasõ, jüri
üyeleri arasõnda Kolombiyalõ Nobelli yazar
Gabriel Garcia Marquez, Amerikalõ
sinemacõ Sidney Lumet ve Hintli yönetmen
Mrinal Sen’in siyasi hassasiyetleri kuşkusuz
dağõtõlan Altõn Palmiyeler’de etkili olmuştur.
Hangi yõlõn arşivine baksanõz istisnasõz
büyük ödüller arasõnda sürekli genel veya
özel planõnda siyaset dolu eserlere
rastlarsõnõz. Amerikalõ özgün yönetmen Tim
Burton’un jüri başkanõ olduğu 2010
buluşmasõ gibi. 40 yaşõndaki Taylandlõ
sinemacõ Apichatpong Weerasethakul ilk
bakõşta bir görüntü şairi, salt doğa ile
dünyeviliği bağdaştõrmaya uğraşan
“pastoral” ve marjinal bir sinemacõ olarak
bilinir. Önceki Cannes şenlikleri sõrasõnda iki
“sıkıcı” eserinden tanõdõğõmõz yönetmen 6.
filmi diğerlerine oranla en güncele, günümüz
dünyasõna yakõn eseriydi. “Geçmiş
Yaşamlarını Arayan Boonmee Amca” 63.
festivalin şahsi kanõmõzca sinema dili, sanatõ
açõsõndan en başarõlõ filmi değildi. Fakat
muhtemelen senaryo, kurgu açõlarõndan belki
de en cüretkâr, en öncü yarõşmacõsõydõ.
Filmin son yüzde 10’luk diliminde
Tayland’da “sarı” iktidarla, “kırmızı”
muhalefet arasõndaki toplumsal ve siyasi
çatõşma kahramanlarõmõzõn izlemediği bir
televizyon ekranõ aracõlõğõyla yansõyordu. Bu
geri planõn jürinin kararõnda çok etkili
olduğunu sanmõyoruz, ancak “Cannes”lõ
siyaset bir kez daha geleneği doğruluyordu.
Jüri Weerasethakul’u sinema tarihine geçen
ilk büyük Taylandlõ yönetmen sõfatõyla
onurlandõrõyordu. Türk sinemasõ bu yõl,
Hüseyin Karabey’in
“Cinéfondation/Sinema Vakfı-Atölyesi”ne
katõlan “Sesime Gel”i hariç festivalde yoktu.
Türkiye sinema sanayi ve temsilcileriyse
Ankara Sinema Derneği’nin çalõşkan ve yiğit
neferlerinin son an golü sayesinde küçücük
ama dinamik bir katõlõmla varlõğõmõzõ
duyurdu. Hem mesleki, hem de kamu
yetkililerimiz hâlâ yakõn geçmişteki Nuri
Bilge Ceylan’õn olağanüstü başarõlarõyla
avunmaktaydõlar. Halbuki başarõlar itinalõ bir
düzenle beslenmezse kurumaya mahkûm
çiçekler gibi solarlar. Dünya siyasetinde
etkili olmak isteyenler kanlõ siyasetlerde
medet aramaktansa zamanõ geldiğinde
“Cannes”lõ siyasetlere eğilseler dünya
tarihine daha kalõcõ ve olumlu izler
bõrakabilirler.
[email protected]
Mutteki Brüksel’den geçti...
Dinin devlet eliyle amansõz bir
baskõ aracõna dönüştürüldüğü
bir ülkeyi Brüksel’de temsil etmek
kolay bir iş olmasa gerek.
Manuçehr Mutteki, İran İslam
Cumhuriyeti Dõşişleri Bakanõ
sõfatõyla Avrupa Parlamentosu’na
(AP) gelirken onu ellerini
ovuşturarak bekleyenler olduğunu
herhalde tahmin ediyordu. Kendisini
AP’de görmek istemeyenlerin sayõsõ
ve gayretleri azõmsanacak gibi
değildi ama İran’la diyaloğun
sürmesinden yana olanlar baskõn
çõkmõştõ. Brüksel’e geldi Mutteki.
AP binasõna girdi, nükleer program,
insan haklarõ, şaibeli seçimler, Gazze
gibi konulara ilişkin zor sorulara hep
aynõ gülümsemeyle verilecek
yanõtlarõ ezberinde, arkasõnda bir
heyet AP koridorlarõnda yürüdü.
Ama... Tam kendinden emin AP
Dõşişleri Komitesi’nin toplandõğõ
salona doğru yaklaşõrken yüzündeki
gülümseme bir anda dondu dõşişleri
bakanõnõn. Gelişini bekleyen bir
grup AP milletvekili, ellerinde Nida
Sultan’õn büyük boy ikişer fotoğrafõ
buz gibi bir ifadeyle gözlerini dikmiş
karşõdan Mutteki’ye bakõyordu.
Fotoğraflardan birinde Nida’nõn
güzel yüzü sõmsõkõ siyah bir
başörtüsüyle çerçevelenmişti.
Diğerinde ise yüzü kanlar içindeydi.
Ama saçlarõ açõlmõştõ... Bir yõl önce
İran’daki cumhurbaşkanlõğõ
seçimlerini protesto ederken 26
yaşõnda katledilen Nida’nõn
öldürüldüğü anda çekilen bu ikinci
fotoğraftaki güzel gözler henüz
kapanmamõştõ. Mutteki’yle göz göze
gelmeyi bekliyorlardõ sanki. Bir an
yavaşladõ Mutteki, sonra yüzündeki
gülümsemeye buz derecesinde bir
ayar verip yürümeye devam etti.
(Elleri kanlõ Macbeth’in iktidar
uğruna katlettiği İskoçya kralõnõn
hayaletiyle karşõlaştõğõ anõ işte tam
da böyle oynamalõ bir oyuncu diye
geçti aklõmdan.) O sõrada bir
parlamenter İran Dõşişleri
Bakanõ’nõn suratõna suratõna
haykõrdõ: “Katiller!” Bu gürültülü
girişin ardõndan AP Dõşişleri
Komitesi’nde, kapalõ kapõlar ardõnda
“diyalog arayışı” adõna yapõlan
toplantõdan “monolog” çõktõ. AP’li
parlamenterler sõzlandõlar...
Dõşilişkiler Komitesi Başkanõ
Gabriele
Albertini
“Nükleer
enerji dosyası
ve insan
hakları
konusunda
derin görüş
ayrılıklarımız
olduğunu
fark ettik,
Sayın Mutteki iyi sunulan ama
gerçeklerden çok uzak
açıklamalarıyla çoğumuzu ikna
edemedi ve bunu ona söyledik”
dedi. Ertesi gün Avrupa Politika
Merkezi’nin düzenlediği kahvaltõlõ
toplantõda Mutteki salonu dolduran
AB’lilerin sorularõnõ akõcõ
İngilizcesiyle yanõtlarken biraz
alaycõ ama daha çok sitemkârdõ.
Tahran’la Brüksel arasõndaki bir
coğrafyaya, bir kültüre ait biri olarak
bir pinpon maçõ izler gibi izledim
konuşmalarõ... “Nükleer
anlaşmasında arabuluculuk
yapması için Obama, Lula’ya ve
Erdoğan’a mektup yazdı.”,
“Türkiye rolünü çok iyi oynadı”.
“Biz anlaşmayı imzaladık”,
“Nükleer enerji herkese, nükleer
silah hiç kimseye”, “Dini otorite
Tahran’da ilan etti: Nükleer silah
haramdır”, “Nükleer enerjiye
ihtiyacımız var”, “Üzerimize
yağdırması için Saddam’a
kimyasal silah sattınız”, “İkinci
Dünya Savaşı’nda Avrupalıların
işlediği cinayetlerin bedeli niçin
Filistinlilerin cebinden ödetiliyor?
Dünyanın dört bir tarafına
dağılmış 5 milyon Filistinli de
insan”. Mutteki nükleer
anlaşmasõnõn safhalarõnõ ince ince
anlattõ salondakilere. Bir tek soru
hariç tüm sorularõ yanõtladõ.
Yanõtlamadõğõ soru şuydu: “İran’da
kadınların hayatı ne zaman
normale dönecek?” İran’õn nükleer
programõ tartõşmalarõnõn paralelinde
bölgedeki gerilim yüzünden
dünyanõn ayağa kalktõğõ bir dönemde
International Herald Tribune,
Mutteki’nin Brüksel’den geçişini tek
bir fotoğraf ve kõsa bir altyazõyla
duyurdu. Fotoğrafta AP’li
parlamenterlerin havaya kaldõrdõğõ
Nida’nõn resimleri ve o anda
yaşanan kargaşa görünüyordu.
Mutteki’nin nükleer anlaşmasõ ile
ilgili sayõp döktüklerini
salondakilerden başka çok fazla
duyan olmadõ. Ve evet, Mutteki
kadõnlarla ilgili soruya yanõt
vermedi. İbretle izlediğim pinpon
maçõnõn kendi kadõnõnõn hakkõnõ
gasp eden tarafõydõ. Birçoklarõ için
bütün masalarda kaybetti.
[email protected]
BRÜKSEL
ÇİMEN TURUNÇ
BATURALP
WASHINGTON
ELÇİN
POYRAZLAR
PARİS
UĞUR HÜKÜM
Hem türbanlõ
hem ‘punk’çõ
Danimarka’da yaşayan,
Aydõnlõ bir baba ile
Manisalõ annenin 21 yaşõndaki
kõzlarõ Tesnim Sayar,
tesettürü punk’çõlarõn simgesi
olan kuru kafa ve horoz
ibiğiyle birleştirmiş, hem
türban takan bir Müslüman,
hem de punk’çõ...
Kopenhag’da dolaşõrken bazen
tepki alõyor, çoğu zaman da
ilgi görüyor. Danimarka’da
yayõmlanan Gazette adlõ
magazin dergisine konuşan
Tesnim, türbanlõ annesinin ve
arkadaşlarõnõn giyim tarzlarõnõ
“monoton” buluyor;
“Tesettüre uygun giyinmek,
estetik kaygıdan uzak, kat
kat elbise giymek demek
değildir’’ diyerek eleştiriyor.
Odense kentinde doğup
büyüyen, Danimarka Moda
Akademisi Moda
Tasarõmcõlõğõ Bölümü ikinci
sõnõf öğrencisi Tesnim Sayar,
sekiz yaşõndan beri türban
taktõğõnõ belirterek kendi
giyim tarzõnõ ise “farklı ve
provokatif” olarak
değerlendiriyor; kendi
tasarladõğõ bu giyim tarzõnõn
yaşama canlõlõk ve hareketlilik
kattõğõnõ savunuyor.
Ailesinden ayrõ yaşayan
Tesnim, anne ve babasõnõ
ziyarete giderken, türbanõna
monte ettiği horoz ibiklerini
çõkarõyor, ancak türbanõn
üzerindeki kuru
kafa işaretleri
yerinde duruyor.
Müslüman
kadõnlarõn da
“dünya
nimetlerinden”
yararlanmaya
haklarõ olduğunu
savunan Tesnim
Sayar, “Harajuku” adõnõ
verdiği türban-punk karõşõmõ,
bu “farklı ve provokatif”
tasarõmõ hazõrlarken
Japonlardan ve Amerikalõ buz
patencilerinden esinlenmiş.
Harajuku, Japonya’da, Tokyo
yakõnlarõndaki bir mahallenin
adõymõş. Tesnim, Danimarka
punk hareketinin
Kopenhag’daki Gençlik
Merkezi’nin (Ungdomshuset)
üyesi. Sürekli gidip geldiği
merkezin avlusu, iç ve dõş
duvarlarõ renkli görüntüleriyle
kaplõ. Tesnim, bu ortamda
başkaldõrõ izlenimi veren
giysilerinin içinde alçak bir
ses tonu ile adeta dua eder gibi
konuşuyor. Horoz ibikli
başörtüsü, burnundaki
hõzmasõ, alt dudağõndaki
halkalarõ, başörtüsündeki çatal
iğneleri, ellerindeki siyah
iskelet desenli eldivenleri ve
muştayõ andõran bileklikleriyle
farklõ bir görünüm sergiliyor.
Sorularõ gülümseyerek
yanõtlõyor. Punk hareketine, 12
yaşõndayken, 50 kron
değerindeki bir punk’çõ
bileziği satõn alarak katõldõğõnõ
söylüyor; “Benim de yer
aldığım punk hareketi içinde
birçok farklı eğilim var.
Ancak, ben varlığımı
bağımsız kalarak
sürdürüyorum. İlle de bir
seçme yapmam gerekirse,
kendimi ‘Goth Punk’
eğilimine yakın olarak
tanımlayabilirim.
Giysilerimin tümünü
kendim tasarlıyorum. En
büyük idealim ise yaşamımı
moda tasarımcısı olarak
sürdürebilmek...” diyor.
Giysilerinden dolayõ farklõ
tepkiler aldõğõnõ söyleyen
Tesnim Sayar, karşõlaştõğõ bazõ
ilginç durumlarõ da şöyle
özetliyor: “Beni yolda
görenler şaşkınlıklarını
gizleyemiyor. Bir gün,
Danimarkalı genç bir kadın,
beni görünce önümde durdu,
‘Olamaz, olamaz, olamaz
inanamõyorum’ dedi... Ben de
‘Olur, olur, olur, neden
olmasõn’ yanıtını verdim.
Tekerlekli tutunma aracı ile
kaldırımda ilerleyen yaşlı bir
amca, yürüme aracını
durdurarak uzun
süre beni izledi.”
Müslüman
kesimlerden giyim
tarzõnõn İslami
kurallara uymadõğõ
yolunda eleştiriler
aldõğõnõ belirten
Tesnim, “Punk
felsefesini
İslamiyetle birleştirmek”
gibi bir amacõnõn olmadõğõnõ
kaydederek şöyle devam
ediyor: “Bu benim kişisel
bir seçimim. Punk İslami
anlayışlarla birleştirmek ya
da ortak yanlar aramak
gibi bir amacım yok.
Müslüman bir kızın punk’çı
da olabilmesinde bir
sakınca görmüyorum. Bilgi,
insanı özgürleştirir.
Müslüman kızların evde
oturduklarına, monoton bir
yaşam sürdürdüklerine,
baskı altında tutulduklarına
ilişkin yaygın bir kanı var.
Ben, bu kanıyı değiştirmek
istiyorum. Açık bir insan
olmak, soru sorabilmek,
hangi dinden, inançtan
olursa olsun insanı
özgürleştirir.
Müslüman bir kız olarak,
her zaman ‘Neden’
sorusunu sormaktan,
sorgulamaktan geri
durmadım.
Ben, ailemdeki, çevremdeki
Müslüman kadınların giyim
tarzlarını çok monoton
buluyordum. Tesettüre
uygun giyinmek, estetik
kaygılardan uzak kat kat
elbise giyinmek demek
değildir.”
[email protected]
MALMÖ
ALİ HAYDAR
NERGİS
Tesnim Sayar