15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
25 KASIM 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 17 Ogün Samast, Taş Atan Çocuklar... Ve Cumhur UMRAN SÖLEZ TAN DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Yıl 1994. İsviçre, Fribourg Kantonu Çocuk Mahkemesi Başkanı Michel Lachat’a soruyorum: Anladığım kadarıyla İsviçre’de cezai yükümlülük yaşı 7 ile başlamakta, siz de 718 yaş arası çocukları yargılamaktasınız. Ancak 715 yaş arası olanlar çocuk, 1518 yaş arası olanlar genç olarak tanımlanmaktadır. Cezalar yönünden bakacak olursak 15 yaşından küçük çocuk, adam dahi öldürmüş olsa özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılamıyor, hakkında yalnızca uyarı, bir iş yapma, parasız sosyal hizmette bulunma, çalışma gibi cezalara hükmedilebilmekte. 15 yaşından büyük gence ise uyarı, iş yapma, para cezası ve en çok da 1 (bir) yıl özgürlüğü bağlayıcı ceza verilebiliyor ancak ülkenizde bu yaş grubunda olanlara 4 (dört) yıla kadar ceza verilebilmesi tartışmalarının da yapılmakta olduğunu belirttiniz. Peki sizde Almanya’da olduğu gibi 15 –18 yaş arası gençlere özgü mahkeme yok mu, yoksa hepsi sizin mahkemenizde olduğu gibi her iki yaş grubunu mu kapsamaktadır? Yanıt: Hayır, Cenevre’de aynı yasa kapsamı içersinde iki ayrı mahkeme var; biri 715 yaş arası, biri 1518 yaş arası. Bu söyleşiden iki yıl önce 29 Nisan 1992 tarihinde bu gazetenin 2. sayfasında şunu yazmıştım: “1115 yaş arası çocuklar için tek hâkimlilik Türk Ceza Hukuku’na kazandırılması gerekli bir kurum ise şimdiki çocuk ağır ceza mahkemelerinin de işlevlerinde yapılacak değişiklikle 1518 yaş arası çocuklar için GENÇ AĞIR CEZA MAHKEMELERİ olarak o kerte korunmaları gereklidir.” Bu yöndeki kanaatim 1115 yaş arası çocukların genelde hafif basit yaralama, açıktan hırsızlık gibi suç işleyen, kazanılması oldukça kolay çocuklar olduğu yönündeki inancımdı. 1518 yaş arasındaki genç diyebileceğimiz grubun ise bu yaş grubundan farkı ağır suçlar işlemeleriydi; cumhurda büyük infial yaratan gasp, cinayet gibi! Federal Almanya Genç Mahkemeleri yasası işte tam da benim cumhura, dolayısıyla devlete anlatıp duyur gisine dahil olacağı, eylemin işlendiği zamana göre tayin edilir. Eylemin işlendiği zaman, sonucun meydana geldiği zaman değil, suç oluşan maddi eylemin işlendiği andır. Bu nedenle örneğin, birini 17 yaşında ölümcül yaralayan kimse, 18 yaşını doldurduktan sonra yaralananın ölmesi veya olayın aydınlığa kavuşması halinde yine de “genç” sayılarak yargılanır. “Genç” ve “yarı yetişkinler”i kapsamına alan Genç Mahkemeleri yasası, bunlara uygulanma konusunda bir farklılık yaratmaktadır. Gerçekten eylemi işlediği sırada en az 14 yaşında olup henüz 18 yaşını bitirmemiş duğunun belirlenmesi, ikincisi ise failin işlediği eylemin tipik bir genç suçu niteliğini taşıyıp taşımadığıdır. Alman Genç Mahkemeleri yasasının “yarı yetişkinler”e uygulanması birtakım koşullara bağlanmışsa da kural olarak “gençler” ve 105. paragraftaki koşulların gerçekleşmesiyle “yarı yetişkinler” Genç Mahkemeleri tarafından yargılanır. Ancak bazı istisnai haller vardır ki, “genç” ve “yarı yetişkinler” genel mahkemeler tarafından yargılanır. Bu istisnalar amaca uygunluk nedenleriyle getirilmiştir. Gerçekten ihtisas sahibi Genç Mahkeme Keşke yasa koyucumuzbiz de Cemfarklılık gösteren gençlerle“taş atan çocuklar” ve psikolojik çocukları birbirinden ayırsaydı. Belki o zaman Garipoğlu, Ogün Samast, eskilerde kalan bir Ümraniye cinayeti gibi davalardan duyduğumuz korku ve endişe içinde “YARGIÇLAR BİR ŞEY YAPAMAZ MIYDI?” gibi usdışı sorular sormayacaktık. Yasa koyucu gelen tepkilerle derme çatma değişikliklere gidip hukuku böylesine berelemeyecekti. mak istediklerimi içerir: Federal Almanya Genç Mahkemeleri yasası genel hükümlere göre cezalandırılması gereken bir eylemi işleyen “genç” ve “yarı yetişkinler” hakkında uygulanır. Yasanın 1. paragrafının 1. fıkrasının sözünü ettiği genç, eylemi işlediği zaman 14 yaşını ikmal etmiş ve fakat 18 yaşını bitirmemiş, “yarı yetişkin” ise 18 yaşını bitirmiş ve henüz 21 yaşını ikmal etmemiş kimsedir. 14 yaşından küçük çocukları kapsamına almayan bu yasa böylece 1418 ve 1821 yaşları arasında bulunanlar olmak üzere iki yaş grubu kabul etmiştir. Failin bu iki yaş grubundan han“genç” hakkında Genç Mahkemeleri yasası herhangi bir şarta bağlı olmadan uygulanırken, “yarı yetişkinler”e söz konusu yasanın uygulanabilmesi birtakım koşulların varlığına bağlıdır. Bu nedenle bunlar yönünden söz konusu yasanın uygulanışı istisnai niteliktedir, denmiştir. 105. paragrafa göre “yarı yetişkinler” iki halde Genç Mahkemeleri yasası kapsamına girerler. Bunlardan birincisi, çevre koşullarını da göz önüne alarak failin tüm kişiliğinin değerlendirilmesi sonucu, onun eylemi işlediği zaman, ahlaki ve fikri gelişimi itibarıyla 1418 yaşları arasındaki bir “genç” ile eşit durumda olleri kurulmasını gerektiren nedenlerden daha önemli bazı neden ve gerekçelerle genel mahkemeler yetkili kılınmışlardır. “Genç” ve “yarı yetişkinler”in genel mahkemelerde yargılandıkları istisnai haller şunlardır: 1 Mahkemeler Teşkilat Yasasına göre Yargıtay veya Yüksek Eyalet Mahkemesi’nin yetkili olduğu ceza davaları a) Yargıtay ve Yüksek Eyalet Mahkemesi’nin temyiz ve itiraz yasal yolunda yetkili olduğu haller b) Genç Mahkemeleri yasasının 102. paragrafı, devletin şahsiyeti aleyhine işlenen suçlarda Yüksek Eyalet Mahkemesi’nin bidayet mahkemesi olarak yetkisini tanımaktadır. Bu gibi suçlarda söz konusu mahkemenin genç mahkemelerine göre daha fazla bilgiye sahip olduğu açıktır. 2 “Genç” ve “yarı yetişkinler”in muhakemelerinin irtibat nedeni ile bir yetişkinin muhakemesi ile birleştirilmesi ve davanın Mahkemeler Teşkilatı Yasası’nın ilgili maddesi gereğince Asliye Mahkemesinin Ekonomik Ceza Dairesinin ve Asliye Mahkemesinin Devlet Güvenlik Dairesi’nin yetkisine girmesi. Elbette, suç işlemiş kişilerin sorumlulukları her ülkenin gerçekleri içersinde çeşitli yaş gruplarına göre farklılık gösterecektir. 90’lı yıllarda çocuk mahkemelerinden başka genç mahkemelerine de gereksinim olduğunu yazdım. Ama biz her şeyde olduğu gibi bunu da abarttık ve 18 yaş dahil hepsine çocuk dedik. Peki genç kimdi?!.. Bu genç, genç suçuna girmeyen bir suç işlediğinde genç olmanın ayrıcalığının ne kadarından nasıl yararlanmalıydı? Genç suçlarından ne anlamalıydık? Düzenlemelerde tartışılması gerekenler bunlar olmalıydı, önce bunları tartışmalıydık!.. Yasaları yargıçlar yapmaz. Yasaları yapanlar cumhurun temsilcileridir. Tüm bunlar bize göstermeli ki bütün dünyada olduğu gibi çocuklar ve gençler birbirinden ayrılmalı, genç mahkemeleri kurulmalı. Yargıçlar da gencin genç kişiliğini ve işlediği eylemin genç suçlarına girip girmediğini danışıp görüşüp bir yargıya vararak onların genel mahkemelerde ya da genç mahkemelerinde yargılanacağına karar verebilmeli. Pazarlama ve Kumpas!.. Şu AKP’yi iyice bi kutlamak lazım!.. Gerçekten “pazarlama” ve “yoktan var etme”, var ettikten sonra iyice büyütüp gündemin bir numaralı konusu haline getirmekte üstlerine yok... Tam tersi de mümkün; “vardan yok etme”, yüzde yüz ilişkili olduğu konuyu hiç ilgisi bulunmayan kişi ya da kurumların üzerine yapıştırma, sonra da karşısına geçip kıyasıya eleştirme konusunda da ellerine su dökülemez!.. Alın şu “Füze Kalkanı” meselesini örneğin... Daha on gün önce “Düğmenin kontrolü Türkiye’de olmazsa topraklarımızı açmayı asla kabul etmeyiz” diyen Tayyip Bey, üç gün önce milyonlarca insanın gözünün içine baka baka aynen şunu söylüyordu: Kontrol NATO’da olmalı!.. Bir tane gazeteci çıkıp da “Sayın Başbakan, bu bir NATO projesi, kontrol herhalde Çin’de olacak değil, tabii ki NATO’da olacak. Daha bir hafta önce bizde olmalı diyordunuz. Bu nasıl dış politika” demedi, diyemedi!.. Ama yandaşı, yanaşması, tetikçisi, baskı altındaki medyasıyla öyle bir tablo çizildi ki; Tayyip Bey ve Abdullah Bey neredeyse kahraman ilan edildi!.. Kendi topraklarımızda “piyon” olmanın, komşularımızla düşman olmanın yolunu açan, ABD’nin 21. yüzyıla hükmetme hırsını açıkça ortaya koyan böylesi bir projeye “evet” demenin nasıl olup da “büyük zafer” adı altında kamuoyuna yedirildiğini inanın anlayamadım.. Büyük zafer de neydi biliyor musunuz?.. Kabul edilen anlaşmada İran’ın adı geçmemişti, sanki gerekirmiş gibi!.. Böyle pazarlamaya ancak şapka çıkarılır!.. Ya, CHPBDP ittifakı balonuna ne dersiniz?.. İletişim fakültelerinde ders olarak okutulacak denli şahane bir balon hem de!.. CHP’nin genel başkanı, genel sekreteri, üstüne basa basa “Ortada ittifak diye bir şey yok. Ağzımızdan böyle bir sözcük dahi çıkmadı” diye adeta yırtınıyor ama malum koro bir ağızdan aynı yalanı çiğnemeyi sürdürüyor: BDPCHP aşkı... Platonik aşk... İşte size parmak ısırtacak bir “yoktan var etme” operasyonu!. Tayyip Bey, grup toplantısında gevrek bir gülümsemeyle “bunların aşkı platonik” dediğinde, CHP’nin zirvesindeki isimler, konuyu en az beşer kez yalanlamışlardı, ama ne gam, operasyon yürüyordu!.. Tayyip Bey, platonik aşktan bahsedince aklıma bakın neler geldi: İmralı’daki mahkumun koordinasyonunda yapılan açılımlar ve Habur rezaleti... Perde arkası anlaşmalar ve Öcalan’ın talimatıyla, PKK’nin seçimlere kadar eylemsizlik kararı alması (sahi iktidar ne söz verdi de Öcalan’ı ikna etti acaba?..).. BDP’nin referandumda “boykot” palavrasıyla AKP’ye dibine kadar destek vermesi... İşte bu saydıklarım da AKP’nin “vardan yok etme” alanındaki dehasını kanıtlayan konular!.. Sanki hiç yaşanmamış gibi buharlaştırıldılar!.. Türkiye’de son derece rezil bir oyun oynanıyor... Ve bizler bu süreçte daha çok kepazelik izleyeceğiz... CHP liderliğinin işi çok zor; iktidar ve yandaşlarının dozu giderek artacağı belli olan saldırı ve kumpaslarıyla mücadele ederken, içeride özellikle fişteklenen bir kargaşayı da sona erdirmek zorunda... Ve bunu bir an önce yapması gerekiyor, çünkü zaman yok!.. Türkiye’nin kader seçimine yalnızca yedi ay kaldı!.. Öğretmenler Haftası (2430 Kasım) PERİHAN ERGUN Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Ulu Önder Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti kurmuştu. Kuruluşun yenilik hamlelerine askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda başlarken ilk ve en önemlilerinden biri, 1 Kasım 1928’de çıkarılan 1553 sayılı kanunla Arap alfabesi yerine Latin harflerinin kabulü olmuştu. Atatürk, bu yeniliği halka 9 Ağustos 1928 günü Sarayburnu’nda anlattı. Devamla 24 Kasım 1928 Millet Mektepleri açılarak her yaş ve cinsten insanımıza yeni harflerle okuma yazma seferberliğine geçildi. Aynı gün Atatürk’e Başöğretmen unvanı verildi. Bu nedenle 24 30 Kasım günleri 1981’den beri Öğretmenler Günü ve Haftası oldu. Ata’mız öğretmenlere verdiği değeri Adana Kız Muallim Mektebi’ni ziyaretinde, “Ordularımız büyük çabalarla memleketi düşmandan kurtararak zaferi sağladılar. Şimdi de sizler çocuklarınızı ilim, irfan ve kültürde çağdaş uygarlıklar düzeyine getirme savaşı vererek zafer kazanmalısınız” diyerek onları aydınlanmanın yol göstericisi olarak nitelemişti. Böylece toplumda öğretmenlik en yüce değerli meslek olarak kabul görmüştü. Şahsen ben de bu değer yargılarıyla öğretmenliği seçmiştim. Bizim kuşak, üniversiteye girişlerde, liseyi bitirirken olgunluk sınavlarında aldığımız notlara göre kabul görürdü. Bu sınav, başta Türk dili olmak üzere fen ve edebiyat sınıflarının asli derslerine göre örneğin; tarih, felsefe, matematik veya biyoloji, fizik gibi dört dersten alınan notlara göre değerlendirilirdi. Benim acizane dört dersim de en üst düzeyde olduğu halde beğeniyle çok saygı duyduğum tarih öğretmenim Mediha Sayman’ın ve de annemin istemlerine uyarak İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dili ve Tarihi bölümünü seçmiştim. O yıllarda öğretmenlere çok değer verildiği halde kesinlikle ilk atamalar merkez şehirlerin dışında, gereksinime göre Anadolu okullarına yapılırdı. Ailevi koşullar nedeniyle İstanbul’da bulunma zorunluluğumdan, 13 yıl buranın özel eğitim okullarında görev yaptıktan sonra bakanlığın seçimiyle ve eşimin İstanbul’da kamu görevlisi olması nedeniyle önce Gemlik Lisesi’nde, aynı öğretim yılının ikinci döneminde de Yalova’da rehber öğretmenlikle görevlendirilmiştim. Daha sonra yeni öğretim döneminde İstanbul’a getirilmiştim. Çok severek ve mutlulukla çalışmalarımı sürdürürken 12 Eylül darbecilerinin bunaltıcı yönetimlerine dayanamayarak isteksiz de olsam Erken Emeklilik Yasası’ndan yararlanıp kutsal saydığım görevimden ayrılmıştım. Bunları anlatma nedenim öğretmenin değerini bilen yönetimleri, son yıllarda bilmeyenleri de görüp yaşamış olmamdandır. Siyasi tutkularla o günlerde (1949) daha önce de değindiğim nifakçıların dedikodularının etkisiyle ve oy kaybetme olasılığıyla Anadolu çocuğunun eğitimi için kendi kökeninden gelip onları tanıyan öğretmenleri yetiştirmeyi amaçlayan, Tonguç Baba’nın projelerini kabulle Köy Enstitülerini hayata geçiren, MEB’in bakanları içinde en büyüğü sayılan Hasan Âli YÜCEL’in bu yüce hizmetini yok etmişlerdi. Kınanagelen bu yaptırım Türk Milli Eğitimi’ne yapılan en büyük ihanet darbesidir. Enstitüler yaşatılsaydı Türkiye bugün yılardır tayin bekleyen 3 bini aşkın öğretmenin acı dramlarını yazmazdı. Toplum cehalet batağında bu denli çırpınmazdı. Yıllarca coşkuyla kutlanan 24 Kasım’lar da öğretmenlerin sızlanma gününe dönüşmezdi. Eğitim Sen’in yaptığı taramaya göre, iki öğretmenden biri “Bu mesleği seçtiğimiz için pişmanız” diyormuş. Bu durumda, “Memleketi karanlıktan aydınlığa çıkaracak olanlar yalnız ve yalnız öğretmenlerdir” diyen M. Kemal Atatürk’ün Anıtkabir’de içinin ne denli yandığını düşünürken ben de borç batağı içindeki öğretmenlerin tüm acılarını aynen yaşıyorum. Atama bekleyen öğretmenlerin durumunu göz ardı eden AKP’nin MEB’i, bu yetmezmiş gibi bir de İstanbul’un en gözde liselerindeki başarılı müdürleri, branşlarını ve değerlerini hiçe sayarak kent merkezinin dışındaki ilçelere hem de kıdemlerini değerlendirmeden atamış. Yerlerine de çoklukla imam hatiplileri getirmiş. Bu tanımımla onları küçümsediğim düşünülmesin. Mutlaka onların içinde de kendi mesleklerinde çok başarılı olanları vardır. Buna karşın okul yöneticiliklerinde ve öğretmenlikte öngörülen pedagojik formasyon birinci koşuldur. Bu dikkate alınmadığında çocuklarımızın eğitimlerinde eksikliklerin oluşması doğallaşır. Bu karamsarlıkla gel de Öğretmenler Günü’nü kutla!.. HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Bir Yurtsevere Mektup (89) Sevgili kardeşim Balbay, bu satırları Cumhuriyet Ankara Büro’nun ikinci katında, salonda yazıyorum... Biraz önce Işık Kansu, İlhan Taşcı ve Barkın Şık ile birlikte “Çorbacım”da öğle yemeği yedik. İlk konumuz sendin haliyle... Seni Silivri’de en son gören olarak ben anlattım, onlar dinledi... Ankara’ya kış çökmeye başlamış... Tabii soğuk da... Ama kulisler alev alev!.. Siyaset kazanı fokur fokur kaynıyor.. Genel seçimler artık açık açık konuşuluyor. Öyle ki; kimlerin eleneceğine dair tahminler bile yapılıyor. Kısacası bundan böyle Ankara’da nereye gidersen git siyasetten kaçabileceğin bir yer yok!.. Seni ve tüm yurtseverleri, sevgi ve özlemle kucaklıyorum kardeşim... eposta: [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ At ve benzeri hay 1 vanların sırtına vurulan keçe, meşin ya 2 da kalın kumaş par 3 çası. 2/ Oyunda ce 4 zalı çocuk... Genellikle gömlek yapı 5 mında kullanılan, 6 çizgili ve ince bir 7 kumaş. 3/ Bir parçanın ağır çalınaca 8 ğını anlatan müzik 9 terimi... Baş çoban. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 4/ Bol ve kıvrımlı eski Roma giysisi... Yahya Ke 1 L Ö N G Ö Z L A mal’in hece ölçüsüyle yaz 2 U R A Z A B İ T dığı tek şiiri. 5/ Güneydo 3 M Ü R D Ü M Ü K ğu Anadolu’dan çıkıp Tür 4 B M A R A K A S kiye’nin her yanına yayıl 5 A R A L NO A mış halk öyküsü. 6/ Kuzu 6G A N A J L A V sesi... Eskimiş giyecek. 7/ M İ S İ N A Batı Anadolu köy yiğidi... 7 O T 8 A P A L A K N Padişaha ya da şehzadeye MA eş olmaya aday gözde ca 9 A N A N E T riye. 8/ Bilgisayarda üzeri tıklanan küçük simgelere verilen ad... Her yanı suyla çevrili kara parçası. 9/ Başıboş gezen hayvan sürüsü... Sivas’ın bir ilçesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yıkılmaması için duvara konulan destek. 2/ Nine... Soluk verme. 3/ Kapı ve pencerelerin üst eşiği... Kurnaz, açıkgöz. 4/ Kendiliğinden yetişen yenilebilir otlara halk dilinde verilen ad... Yön göstermek için belli yerlere konulan işaret. 5/ Kırmızı mercimekle yapılan bir tür çorba. 6/ Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek... Akılsız, budala. 7/ Kabadayı... Baht açıklığı. 8/ Ortodokslarda tahta pano üzerine yapılmış her türlü dinsel resme verilen ad... Kadastro haritalarında parseller topluluğu. 9/ Duvarcı ve dülgerlerin yaptığı her tür yapı... Alanya ilçesinin tanınmış bir plajı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle