26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Köylülük temeline dayalı tarım politikaları savunulamaz Prof. Dr. Osman GÖKÇE Cumhuriyet dönemi tarım politikaları incelendiğinde, aralarında hiç değişmeyen temel bir ortak özellik dikkati çekmektedir. Bu dönemin tüm politikalarında görülen ve bugün de devam eden bu ortak özellik tarımda köylülüğün sürdürülmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstelik bu özellik, birbirlerine karşıtmış gibi gözüken çeşitli siyasal, mesleki ve bilimsel çevrelerin neredeyse tümünde de sözbirliği etmişcesine demirbaş bir özellik biçiminde yerini korumaktadır. Bu politikalar, tarımı bir ekonomik sektör ve tarım işletmeciliğini de bir ekonomik işletme gibi görmemektedir. Bunlara göre tarım bir geçimlik aile uğraşıdır, tarımcılık babadan oğula geçen ve sürüp giden bir aile ve soy mesleğidir, köylüye köyünde asgari geçim koşulları sağlanmalı ve köylü köyünde kalmalıdır, köylü gerçek bir girişimci olmaya değil çiftçi olmaya ve çiftçi kalmaya devam etmelidir. Bu politikaların bugünkü sahipleri, küçük tarım işletmelerinin ve köy ailelerinin yaşatılması, desteklenmesi ve korunması gerektiğini ve bunun toplum yapımız, toplumsal ve ülkesel çıkarlarımız için kaçınılmaz olduğunu neredeyse köy ve köylülük fetişizmine varacak kadar allıpullu sözcüklerle dile getirmektedirler. Bunun böyle olduğu, geçmişten günümüze dek tarım tarihimiz ve tarım politikalarımız incelendiğinde açıkça görülmektedir. Şöyle ki ; 1) Cumhuriyet, tarımda küçük köylü işletmeciliğini Osmanlı’dan devralmıştır. Osmanlı tımar sisteminde köylüye verilen arazi bir çiftçi ailesinin geçimini sağlayacak miktarda tutulmuştur. Verilen toprak miktarı verimli yerlerde 6080, orta verimli yerlerde 80100 ve kıraç yerlerde de 100150 dekarla sınırlandırılmıştır. Köylü bu küçücük toprak parçasını işlemekle yükümlüydü, özgürlüğü kısıtlanmıştı ve toprağını terk edemezdi, terk ettiğinde de geri getirilirdi. 2) Osmanlı’dan devralınan bu düzen, 1926 Tarihli Medeni Kanunla mülkiyet özelleştirilerek korunmuş ve perçinlenmiştir. 3) Bu düzen ve bu yapı, 19231938 yılları arasında, büyük bir kısmı 200 bin aileyi kapsayan göçmen nüfus olmak üzere, topraksız köylülere yapılan 3.7 milyon dekar arazi dağıtımı ile daha da genişletilmiş ve güçlendirilmiştir. 4) 1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu da tarımda küçük köylü işletmelerinin sayısını artırmıştır. Kanunun yürürlükte kaldığı 28 yıl süresince toplam 432 117 aileye ortalama 51.6 dekar büyüklüğünde arazi dağıtılmıştır. Yani, bugünkü tarım işletmelerinin yüzde14’ü bu yasa ile oluşturulmuştur. 5) Böylece, gerek Osmanlı’dan devralınan ve gerekse daha sonraki politikalarla Türk tarımı küçük C köylü işletmelerine dayanan bir yapıya sahip olmuştur. Köylünün işlediği toprağa sahip olmasının üstünlüklerinin yanında, küçük tarım işletmelerinin sakıncaları bilindiği içindir ki Atatürk’ün teşviki ile 1935 yılında 2834 ve 2836 sayılı Tarım Satış ve Tarım Kredi Kooperatifleri kanunları çıkarılmıştır. Sıkıntılı savaş yıllarından sonra, 1948 yılında yalnızca tarım sektörüne yönelik uygulanamayan bir plan da hazırlanmıştır. Ancak bu çabalar tarımı, temeli köylülüğün sürdürülmesine dayalı olan bu bozuk yapıdan kurtarıp gerçek birer ekonomik işletme kimliğinde işletmelere sahip olan sağlıklı bir yapıya kavuşturamamıştır. 6) 195060 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde küçük arazili ve çok parçalı tarımsal yapının iyileştirilmesi yönünde yeni bir politika izlenmemiştir. Daha önceki dönemlerde başlatılan ve küçük köylü işletmelerinin sakıncalarını giderebilecek olan kooperatifleşme hareketi de gereğince desteklenmemiş ve geliştirilmemiştir. Bu dönemde daha çok mevcut bozuk yapı içerisinde çözümlemeler aranmıştır. Tarımsal krediler artırılmış, tarımda makineleşme hareketi geliştirilmiş, destekleme fiyatları yüksek tutulmuş, tarımsal vergiler düşürülmüş ve böylelikle küçük köylü işletmeleri ayakta tutulmaya ve köylü memnun edilmeye çalışılmıştır. 7) 1950’lere gelindiğinde, kırsal göç başlamıştır. Karşılaşılan bu yeni sorun için bulunan çözüm de kırsal nüfusun kırda tutulması ve kırsal göçün önlenmesi biçiminde ortaya çıkmıştır. Siyasi parti programlarından tutun da hükümet programlarına ve oradan da kalkınma planlarına kadar hep bu temelde politikalar önerilmiş ve uygulanmıştır. Bu bağlamda olmak üzere Tarım Kent, Merkez Köy ve Köykent projeleri üretilmiştir. Bu projelerin ortak yanı kırsal nüfusu kırda tutmak ve köylüyü köyüne hapsetmekti. Bu proje ve politikaların başarısız olduğu bugün açıkça ortaya çıkmıştır. Araziler daha da parçalanmış ve tarım işletmeleri daha da küçülmüş ve çoğalmıştır. Öylesine ki 1950 yılında 2.2 milyon olan işletme sayısı şimdi 3 milyon 21 bin olmuştur. 8) 1960’larda başlayan planlı ve 1980’li yıllarda başlayan piyasa ekonomisi odaklı sözde tarımda reform dönemlerinde de tarım politikalarının özünde bir değişiklik olmamıştır. Bu dönemlerde de desteklemeler şöyle olsun böyle olsun, girdi ve ürün fiyatları düşük olsun yüksek olsun, çiftçiye 3 inek verelim 5 inek verelim, orman köylüsü zatı ihtiyaç alsın ve ormandan yakacak odun kessin, tarladan taş toplatalım köylü gelir sağlasın ve tarlanın verimi artsın vb tartışma ve uygulamalarla köylünün köyünde tutulması ve köylülüğün sürdürülmesi temeline dayalı politikalar güdülmeye devam edilmiş ve sonuç da bugünkü düş kırıklığı ve yıkım olmuştur. 9) Cumhuriyetin en tartışmalı, en iddialı, en kapsamlı, en maceralı ve de en kadersiz projesi toprak reformu projesidir. Bu projenin macerası burada özetlenemeyecek kadar uzundur. Ancak, ayrıntılı bir inceleme ve değerlendirme yapıldığında da görülecektir ki, kuşa çevrilmiş son hali ile, Cumhuriyetin bu iddialı projesi bile küçük çiftçi sayısını artıran ve köylülüğün devamına destek sağlayan bir özellik kazanmıştır. 10) Bir başka maceralı proje de arazi toplulaştırması projesidir. İlki 1961 yılında Konya’nın Çumra ilçesi Karkın köyünde başlatılmıştır. Bugüne kadar da sulamaya açılmış alanların yalnızca yüzde 9.3’ü toplulaştırılabilmiştir. Buna göre, tamamının gerçekleşmesi için daha 450 yıla ihtiyacımız vardır. Aslında, bu proje de küçük köylü tarım işletmeciliğini ve köylülüğü devam ettirmeye dönük bir iyileştirme çabasından ibarettir. 11) Köylülüğün sürdürülmesi temelindeki bütün bu politikaların yanında bilimsel çevrelerde de aynı görüş savunulmuş ve savunulmaya devam edilmektedir. Bu çevreler optimum işletme büyüklüğü yerine hep yeter gelirli işletme büyüklüğü üzerinde durmuşlar ve bunu önermişlerdir. İşletmeleri ekonomik bir birim gibi değil sosyal bir birim gibi görmüşlerdir. Kanımızca, yeter gelirli işletme büyüklüğüne göre tarımı biçimlendirmeye çalışmak tarımı ilkelliğe ve nefis körletmesine mahkum etmek demektir. Sonuç olarak, özellikle Cumhuriyetin başlangıç yıllarındaki koşullara göre oluşturulan bu tür politikalar o koşullar içerisinde doğru olabilir. Ancak bugün, köylülük temeline dayalı tarım politikalarının savunulabilir hiçbir yanı yoktur. Yalnızca bugünkü Hükümetin tarım reformu diye sunduğu bir takım yasa değişiklikleri ve sıradan uygulama projeleri değil, epeyce uzun bir zaman dilimindeki tüm hükümetlerin tarım politikaları da tarımımızın sorunlarını çözecek nitelikte değildir. Bu politikalar ufku dar, gerçek yenilikten ve yaratıcılıktan yoksun, temel bir dönüşüm ve değişim aracı olmaktan uzak, eski tas eski hamam nitelikli günü birlik politikalardır. Türkiye tarımının bugünkü en büyük sorunu, köylülük temeline dayalı bu tür politikalardan kurtulmak ve çözümü de, tarım işletmelerinin ekonomiklik ve yarışabilirlik temelinde köklü bir dönüşümden ve değişimden geçmesinde aramaktır. Bu işin nasıl yapılabileceğini bir sonraki makalemde açıklamaya çalışacağım. Tarım işçilerinin göçü başladı ADANA (A.A) Yılın sadece 3 ayında evlerinde kalabilen tarım işçileri, çeşitli sebze ve meyve fideleri dikmek için ilk durakları Çukurova'ya geldiler. Şanlıurfa, Şırnak, Diyarbakır, Adıyaman ve Mardin'den gelen tarım işçileri, Adana'da, tarımın en yoğun yapıldığı Karataş yolu üzerindeki sulama kanalları kenarlarında naylon ve bez parçalarıyla kurdukları çadırlarda yaşıyorlar. Tarla sahipleriyle işçiler arasında aracılık yapan elcilerden Süleyman Akbırak,ilk etapta 100 bin kadar tarım işçisini yöreye getirdiklerini, ancak verilen günlük ücretlerden memnun olmadıklarını söyledi. Tarla sahiplerinden asgari ücret üzerinden günlük yevmiye istediklerini bunun da 19,3 YTL olduğunu ifade eden Akbırak, ''Tarla sahipleri, 1516 YTL arasında günlük yevmiye veriyor. İşçi bunun 2 YTL'sini elci payı olarak ödediğinden, eline 1314 YTL geçiyor. Bu parayla geçinmek çok zor'' dedi. 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle