26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Önder ŞENYAPILI apatyalar yenir mi?’ sorusunun usuma takılışı 1960’lı yıllardır. Jean Kerr adlı ABD’li yazarın 1957 yılında yazdığı ‘Please don’t eat the daisies’/‘Lütfen papatyaları yemeyin’ adlı ‘çok satan’ kitabı, 1960 yılında Charles Walters’ın yönettiği, baş rollerini Doris Day ve David Niven’ın üstlendiği bir filme dönüştü. (2003 yılında 80 yaşındayken ölen Kerr, salt yazar olarak değil, güzelliğiyle de ünlüydü. "Güzellik yüzeyseldir denmesinden bıktım. Yeterince derindir. Ne bekliyorlar, hayran olunası bir pankreas mı?" dediği kayıtlara geçmiştir.) 19651967 yılları arasında, bu kez TV dizisine dönüştürülen ‘Lütfen papatyaları yemeyin’in başrol oyuncuları ise, Patricia Crowley ile Mark Miller idi. Sonraları öğrendim ki, papatya, daha çok yemek tabağını süslemek için kullanılıyor olsa bile, yaprakları ‘yenilebilir’ çiçeklerden biriymiş. İngilizce adı olan ‘daisy’, eski İngilizcedeki ‘günün gözü’ anlamından ‘dæges eage’ >> ‘dægesege’den geliyormuş. Ortaçağ Latincesinde ‘solis oculus’, yâni ‘güneşin gözü’ olarak geçiyormuş. İsmet Zeki Eyuboğlu’dan öğrendiğimize göre, bizim dilimizdeki adı Rumcadaki ‘papadia’dan geliyor. ‘Papadia’nın anlamı ise ‘papaz karısı’ymış. (Şimdi, Kerr’ın yapıtının başlığını bu yeni bilginin ışığında açalım: ‘Lütfen papaz karılarını yemeyin!’) Papatya ailesinin bir başka üyesi karahindiba. Hindiba sözcüğü, Grekçe ‘hentybon’un Türkçeleşmişi. ‘Kara’sı renginin koyuluğundan geliyor olmalı. Yenilebilir çiçeklerden biri olduğu bilinen bu bitkinin İngilizce adı ise, 1513 yılından bu yana, ‘dandelion’. Ortaçağ Fransızları, yapraklarının dişli olmasından ötürü ‘dent de lion’/’aslan dişi’ diyorlarmış bu bitkiye. Latinceye ‘dens leonis’ diye çevrilmiş. İdrar söktürücü özelliği dolayısıyla 11001500 yılları arasındaki konuşulan İngilizcede bu bitkiye ‘yatağa işe’ anlamında ‘pissalit’ denildiği ve Fransızcaya ‘pissenlit’ diye geçtiği de biliniyormuş. Bal tadındaki karahindiba yaprakları salataya konulduğu gibi, pirinç pilavının üzerine saçı (konfeti) gibi serpiliyor, böylece pilava ‘hava’ kazandırılıyor. Papatyagillerin bir öteki ‘yenilebilir’ çiçeği, gerek Türkçede, gerekse İngilizcede çeşitli adlarla anılıyor. Türkçede ‘peygamber çiçeği’, ‘maviot çiçeği’ ya da ‘mavi çiçek’, ‘mavi kantaron’, ‘ekin çiçeği’, ‘belemir’, ‘belinay’, adlarıyla bilinen bitki, İsa’dan Önce de, doktorların atası Hipokrat tarafından genelde göz, zaman zaman da mide rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılmış. Nitekim, Fransızlar, ‘gözlükkıran otu’ diye anıyorlarmış. Türkistan ya da güney Balkanlar, yâni Arnavutluk, Bosna, Bulgaristan, Kosova, Türkiye, Yunanistan’dan dünyaya yayıldığı kestirimlenen mavi peygamber çiçeği, ilk kez 138 yıl önce Şanlıurfa’da Alman botanikçi Heinrch Karl Haussknecht tarafından keşfedilmiş. 190 türü varmış. Az önce sıralanan adlarından da anlaşıldığı gibi mavi renkli olanı ön planda. Ancak, ilk kez 1848 yılında Rus bilimadamı Pierre de Çihatçef tarafından Afyonkarahisar ‘P ‘Papaz Karıları’nı yemeyin lütfen yakınındaki Mehmetköy'de bulunan çiçek ‘kırmızı’ renkli ve halk ağzında yanar döner, gelin düğmesi, türbe ya da kırmızı peygamber çiçeği olarak biliniyor. Ankara’nın Gölbaşı ilçesi Hacı Hasan köyü dolaylarında yetiştiği saptanmış ve koruma altına alınmış. (Kimi kaynaklara göre, ‘gelin düğmesi’ sarı renkli peygamber çiçeğine deniliyor.) Mavi peygamber çiçeği, 1968 yılında Estonya’nın ulusal çiçeği ilân edilmiş. Estonyalıların günlük ekmeğini simgeliyormuş. Ayrıca, Estonya siyasi partilerinden ‘Rahvaliit’in ve İsveç siyasal partilerinden ‘Folkpartiet’in de simgesi. Estonya’nın bayrağındaki ‘mavi’yi de, peygamber çiçeği vermiş... Estonya geleneksel müzik festivalinin 100.’sü yapılırken, 1969 yılında, Sovyet yetkilileri, çevrede süsleme amaçlı kullanılan ne kadar mavi peygamber çiçeği varsa, sosyalizmin simgesi kırmızı karanfili andırsınlar diye, kızıla boyatmışlar!.. Mutfaklarda süs ögesi olarak ve çaya koku vermesi için kullanılan ‘cornflower’, yâni mavi peygamber çiçeği, İngilizlerce ‘bekar düğmesi’ diye de anılıyor. Çünkü yarım yüzyıl öncesine değin, bekar erkekler buluşmaya giderken ceket ve/ya da gömlek yakalarındaki iliklere bu uzun dayananıklı çiçeği iliştirirlermiş. Dolayısıyla, ‘ilik çiçeği’ de deniliyor. ‘Düğme’ yakıştırması ise, çiçeklerinin düğmeyi andırmasından… Başka adları da var: ‘sepet çiçeği’, ‘tatlı sultan’, ‘tıraş fırçası’, ‘yıldız dikeni’, vb. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1979 yılından bu yana her yıl verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün 2006 yılındaki sahibi Sezai Karakoç’un ünlü 14 kıtalık ‘Mona Rosa’ şiirinde de geçer peygamber çiçeği: "Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara / Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi" ve "Koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara, / Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi / Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara..." diye. Yenilebilir çiçeklerden yabani havuçun da ilginç bir adla anıldığını belirtelim. ‘Kraliçe Anne’ın danteli’ (Queen Anne’s lace) adını vermişler tadı aynı havuça benzeyen ve salata girdisi olarak tadı ‘enfes’ diye nitelenen yabani havuça. Çünkü efendim, dantele benzeyen çiçeğin ortasındaki kırmızılık, Kraliçe Anne’ın dantel işlerken iğne batan parmağından damlayan kan lekesini çağrıştırıyormuş… (Burada bir anımsatma yapalım: Çiçeğe adını veren kraliçe, 16651714 yılları arasında, İngiltere ve İskoçya’nın tek krallık çatısı altında birleşmesiyle ortaya çıkan Büyük Britanya Krallığı tahtının ilk sahibesi olan Kraliçe Anne değil, büyükannesi Anne of Denmark, yâni Danimarkalı Anne...) Adını insanlardan almış başka yenilebilir çiçekler de var. Örneğin, belirgin bir tadı olmayan ama çarpıcı renkleri ve güzel biçimiyle yemek tabaklarını süsleyen ‘fuşya’ya, 1753 yılında Alman botanikçi Leonard Fuchs’un (15011566) adı verilmiş. ‘Fuchsia’ (Fuşya), 1923 yılından bu yana ‘kırmızı’ rengin tonlarından birini anlatan bir ad olarak da kullanılıyor. Gene mutfağa süsleme amaçlı girmiş olan ve Uzak Doğuda kurutularak yasemin çayına koku eklemekte kullanılan ‘gardenya’, adını, Royal Society’nin (Büyük Britanya Ulusal Bilimler Akademisi) Başkan Yardımcısı Dr. Alexander Garden’dan (17301791) almış. Bu bitki 1757 yılından bu yana botanikçi doktorun adıyla anılageliyor. Türkçede ‘biberiye’, ‘kuşdili’, ‘hasalbal’ diye bilinen ve kırmızı et ve deniz ürünlerine yakışan, sorbe ve ‘dressing’lerde kullanılan yenilebilir çiçeğin İngilizce adı olan ‘Rosemary’ ise, bir insan adından alınma değil. 1300 yılı dolaylarında konulmuş olan bu ad, ‘çiğ’, ‘şebnem’ demek olan ‘ros’ sözcüğü ile ‘denizin’ demek olan ‘marine’ sözcüklerinden oluşmuş ve ‘denizin çiği’ anlamına geliyor. Bu adın, bitki deniz kıyısında yetiştiği için verilmiş olduğu sanılıyor. Yıllar önce, gerek sıcak olarak içtiğimiz, gerekse dondurmaya tad vermekte kullanılan (Arapça ‘sahlep’ sözcüğünün Türkçeleşmişi) ‘salep’in orkidenin yeraltındaki yumrularının kurutulmasıyla eldelendiğini öğrenmiş ve şaşırmıştım. Ama, ‘orkide’ adının bu yumrulardan dolayı verildiğini ve Grekçe ‘orkheos’ >> ‘orkhis’ten >> ‘orchid’ sözcüğünün ‘erbezi’ demek olduğunu öğrenince şaşkınlığım katlanmıştı. (Hele kadınbağı markalarından birinin de bu adı taşıdığını düşününce… güler misin, ağlar mısın!?) ! 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle