Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan? Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Başkanı B ilindiği gibi tavukçuluk, ülkemizde hayvancılığın en önemli alt kollarından biridir. Zaman zaman eski hakemlerin hormon iddiaları, kuş gribi hastalığı ve her yıl kurban bayramında yediği darbelere rağmen azim ve kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Yıllardır yapılan genetik ıslah ve bakımbesleme çalışmalarının iyileştirilmesi ile kırmızı etten daha ucuza mal edilmesi, proteininin yüksek, yağ ve kolesterol oranının düşüklüğü daha çok insan tarafından tercih edilmesine neden olmaktadır. Bunun için yediği her tür darbeye rağmen bundan sonra da yoluna devam edecektir. Ülkemizde öyle bir potansiyeli var ki önündeki ihracat engelleri kalktığı zaman bütün dünyayı doyurabilecek niteliktedir. Ancak bunun için hammadde sıkıntısı yaşamakta ve çözüm için henüz gerçeklerle yüz yüze gelmekten çekinmektedir. . Ülkemizdeki tavukçuluk ne yazık ki henüz dışa bağımlılıktan kurtulamamıştır. Biyoteknolojik olarak üretilen yüksek verimli ırklar ülkemizde üretilmemekte ve yurtdışından, özellikle Avrupa ülkelerinden ithal edilmektedir. Genetik ıslahı yapılan bu verimli ırkları üretmek, öncelikli olarak kamunun görevidir. Ancak ne yazık ki 1980’den sonra Türkiye farklı bir yola girmiş ve kamunun elindeki bütün kurumlar teker teker yabancılara peş keş çekilmiştir. KöyTür gibi kamusal firmalar zarar ettirilmiş ve özel sektörün önü her konuda olduğu gibi bu sektörde de açılmıştır. Belki iyi de yapılmıştır. Ancak özel sektörün sadece kar mantığıyla çalıştığı ve kar getirmeyecek her yatırımdan özellikle kaçındığı mantığı Sabancı ve Koç gibi son zamanlarda hayvancılığa giren iki dev firmanın karlılığı görmeyince bu piyasadan kaçmasıyla perçinlenmiştir. Bu nedenle ülkemizde kısaorta vadede kar getirmeyecek ve uzun yıllar sürecek biyoteknolojik yatırımların devlet eliyle yapılması için KöyTür gibi kurumların revize edilerek araştırmageliştirme faaliyetlerine yön vermesi ve piyasada denge unsuru olarak bırakılması gerekiyordu. KöyTür’ün yapısı belki buna uymuyordu, ancak yapıyı değiştirmek yetkili otoritenin elindeydi. Belki birileri şunu diyebilir Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü bunun için var, madem ki araştırma yapılacak, orada yapılsın, devlet tavuk mu satar? Belki haklı olabilirler. Ama devlet özel sektörün önünü açmak, onu özellikle dış piyasalarda ezdirmemek için gereken önlemleri almalı, onu dışa bağımlılıktan kurtarmalıdır. Liberal ekonomilerin mantığı budur. Hükümeti suçlamak en kolay iş. Bunu zaten her zaman yapıyoruz da bütün suç hükümetlerde mi yoksa özel sektörün kendisinde de suç var mı? Ülkemizde kamunun bütçesi sınırlıdır. Vermede becerikli almada beceriksiz kamu yöneticileri sayesinde toplam bütçenin önemli bir dilimi dış borç faiz ödemesine ayrılıyor. Bu nedenle eğitim, sağlık ve araştırma gibi kalemlere ne yazık ki istenen rakamlar verilemiyor. Hükümetler IMF’nin baskısıyla ülkemizi ayağa kaldıracak projeleri hayata geçiremiyor. Sadece kendilerini ayakta tutacak projeleri çok iyi uyguluyorlar ya neyse. Üniversiteler ve enstitüler gibi araştırma kurumları yeterli teknik donanıma sahip değil. Kamudaki siyasi yönlü tayinatamalar yüzünden yeterli uzman personel yetişmiyor, yetiştirilmek istenmiyor. Bunun için üniversitelerimiz belki en rahat konumda olan kamu kurumları. Örneğin şu an için Ankara Üniversitesi bünyesinde bir biyoteknoloji enstitüsü var. Eğer haberleri yoksa biz adres gösterelim. Sevgili özel sektörümüz bu konuda hiç destek yapmayı düşünür mü? Artık dünyanın geleceğini biyoteknoloji belirleyecek deniyor. Yarın öbür gün AB ülkeleri müzakereleri kesiyorum dediği gibi senin tavuğunu da kesiyorum diyebilir mi? Acaba hiç olaya bu yönden bakıldı mı? Şu an için yıllık 3,5 milyon dolar iş hacmi ve 2,5 milyon insana geçim sağlayan bir sektörü Avrupa bitirmek istese ülkenin hali ne olur bir düşünen var mı? Demek ki sıra henüz o koza gelmemiş (Sırada o kadar çok şey var ki). Türkiye’yi bir taraftan biyoteknoloji konusunda Avrupa ülkeleri bir taraftan yem konusunda Amerikalılar kuşatmış durumda. Biri Kıbrıs’ı ver diğeri İran’a saldır dese, hadi bunu yapmıyorum desek (hükümette öyle bir babayiğit olma olasılığını düşünerek), onlar da hammaddeni kesiyorum dese bu tavukçuluğu o zaman görürüz. Kuş gribini önleyeceğim diye hazır köy tavukçuluğunu da bitiriyorsunuz. Ne de olsa özel sektör bütün köylere ucuz ve kaliteli tavuk eti ve yumurta götürecek. Bundan kuşkumuz yok zaten. Ama aynanın bir de arka yüzü var. Geçen yıl imam ve mühendislere 200 YTL ’ye varan oranlarda zam yapılırken, kuş gribini önlemek için hayatını tehlikeye atarak gecegündüz, bayramtatil demeden ve hiçbir korunma tedbiri almadan çalışan veteriner sağlık çalışanlarına ödül için sadaka gibi verilen 17.3 YTL ’lik zamma bile tepki vermeyen, ama tavuk satışları düşünce avazı çıktığı kadar bağırıp hükümetten alacağı desteği koparttıktan sonra sesini kesen tavukçuluk sanayi o zaman ne yapacak bilinmez? Ama herhalde olan yine gariban yurttaşımıza olur diye düşünüyorum. Geçen yıl kendisine yapılan bu zam ayıbıyla morali bozulan veteriner sağlık çalışanları, bu yıl çıkması muhtemel olan kuş gribiyle mücadelede aynı özveriyi gösterirler mi onu da şimdiden kestiremiyoruz. Ama bildiğimiz şu var ki herkes kendi gününü kurtarıyor. Bırakınız elli yıl sonrasını, on yıl sonrasını bile planlayamıyoruz. Sözümüzü 1918 yılında Subhi Edhem tarafından yazılmış Nevsali Baytari (Veteriner hekimliğin tarihi) isimli kitabın önsözünde yazılı tarihi cümlelerle bitirelim: "Özellikle veteriner hekimliğin genel sağlık koruma ile sıkı bir ilişkisi vardır. Malta hummasının keçi sütleri ile bazı tenyaların sığır etleriyle, veremin inek sütüyle, kuduzun köpeklerle insanlara bulaştığı ortadadır. Bunun içindir ki mükemmel bir tıbbiye okulu inşa edip onun yanına veteriner okulu tesisini ihmal edenler memleketlerindeki hastanenin kapısını kapayamamışlardır." Anlayana! Tavukçulukta yanlış bilgilendirme büyük sorun Dr. Serhan SERİN Veteriner Hekim Sağlığımız için yaptıklarımızı bir düşünelim. Kimler bu konuda neler söyledi. Hangi diyetisyen neler öneriyor. Hangi TV, gazete ve dergide bununla ilgili bir haber ya da makale yayınlandı. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde söylenenin, yazılanın o kadar çok olduğunu, yaptıklarımızın tam tersine ne kadar az olduğunu anlayabiliriz. Peki sağlam vucut nasıl oluşur? Ben kendi bildiğim yönü ile konuyu irdelemeye çalışacağım. Vücut hayatımız boyunca yediğimiz içtiğimiz besinlerden oluşan kompozit bir olgudur. Bildiğimiz manada hayat da eşey hücreleri ile başladığına göre, birey olarak sağlığımız da, anne babamızın sağlığı ile yakından ilişkilidir. Peki nasıl sağlıklı ve sağlam kafalı bir toplum olacağız? Barsak boyunun otçullara göre kısalığı ve köpek dişleri de bilimsel olarak bunu tastik etmektedir. Yatay eksende; bir yılda tüketilen kişi başı hayvansal protein miktarını, dikey eksende ise; bin kişiye düşen yıllık bilimsel makale yayın sayısı olacak şekilde ulusları bir tabloya yerleştirsek sizce ne görürüz? İyi tamam da, bizim beslenmemiz gereken 72,6 milyon insanımız var. Üstelik Dünya Bankası verilerine göre bu insanların yüzde 7’si ulusal yoksulluk sınırının altında. O zaman tek çözüm, ucuz hayvansal protein üretiminin arttırılması. 100 g %10 yağlı sığır eti; 17 g, 100 g tavuk eti; 22 g, 56 g gelen ortalama bir yumurta (ki ortalama 18 adet yumurta 1 kg. eder) ise yaklaşık 7 g protein içerir. Sığır etinin kilosu 10 YTL ise, bu durumda aynı oranda protein almanız için tavuktan; 770 g civarında almanız, ortalama bir yumurtadan ise; 24 adet almanız yetecek demektir. Yine sığır etinin kilosunun 10 YTL olduğunu varsayarsak, bu miktarda ürünlerin hepsinin de fiyatlarının eşit olması için; tavuk etinin 12,99 YTL/Kg, yumurtanın ise 0,42 YTL/Adet fiyatta olması gereklidir. Ne tavuk eti, ne de yumurta, kırmızı ete göre eşdeğer fiyatta değildir. Böyle olduğu halde, insanımız hala tavuk etini ve yumurtasını tüketmemektedir. Üstelik bu tüketimin kamçılanması sadece sektöre bırakılmayacak kadar da ciddi bir sorundur bence ya, o da başka mesele… Eee, ne yani diyorsanız; işte şimdi bence tavukçuluğun en büyük sorunu budur. Yani dezenformasyon. İyi de bu kimin çıkarına hizmet eder ki ? Yetersiz ya da kalitesiz beslenmekten kaynaklanan, sağlam olmayan, üretemeyen, çağı sosyal ve bilimsel olarak yakalayamayan kafalardan oluşan bir toplumu hiç kimse istememelidir. Toplumumuz nerede ise panik halinde kollestrol, damarsertliği vb. hastalıklardan korkutularak hayvansal protein yemekten soğutulmaktadır. Aşırı süphecilik diye yargılayanlar olsa bile "önce kollestrol deriz, sonra deli dana, daha sonra kuş gribi. O da olmaz ise, başka bir şey buluruz elbet…" diyen birileri var gibi geliyor bana. Can çekişen hasta, ölmek üzere olan hayvanın kesilip yenmesi hangi akla, mantığa uyar ki ? AI virüsünü suçlamaya gönlüm el vermiyor benim. Cahillik aldı benim insanımın canını. Yumurta ve kollestrol meselesi ise bu dezenformasyonun doyum noktasıdır resmen. Maalesef konu ile ilgili herkes te bilgi sahibidir. Hatta bazı bilim adamlarımız (!) yumurtanın kollestrolü hiç içermeyen beyazının bile, kollestrolü nasıl yükselttiği hakkında inciler dizmektedir. Tabi yeterli beslenmesin bu toplum… Beslenip de ne yapacak ki. Düşünen beyinlere gereksiz fikirler üşüşüverir sonra. Sonra kimleri sömürecek birileri ? Üstelik tüm anne babalar bilir ki; bebeğin anne sütünden sonra tüketmeye ilk başladığı gıdasıdır yumurta. Özellikle de sarısı. Hatta daha önce duydunuz mu ama en kaliteli protein olarak hayatın kaynağı olan yumurta bilinir. Yumurta proteini o kadar kalitelidir ki; "Esansiyel Amino Asit İndeksi" denen ve diyete dışarıdan ilave edilen amino asitlerin etkisini tahmin etmek için kullanılan değerlendirme metodunda refarans protein olarak kullanılmaktadır. Uzunca zamandır yayınlanan çalışmalar; diyet kollestrolünün, serum kollestrol değeri ile bağıntısı olmadığını, hatta düzenli yumurta tüketen bireylerin, yumurta tüketmeyen bireylerden bilimsel olarak anlamlı oranda daha az serum kollestrol oranına sahip olduğunu ispat etmiş kime ne ki… Kendi gözleriniz ile bu bilimsel çalışmalardan birisini görmek istemez misiniz ? 8