11 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

"Teşvik", ama bilinçli ve planlı... İbrahim YETKİN Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı Ü lkemizdeki su ürünleri üretiminde karşımıza çıkan en büyük sorun, plansızlık ve hedefsizliktir. Başka bir çok alanda da görüldüğü gibi, piyasa erdemlerine körü körüne inanç, üretim teşviklerinin günübirlik (kimi zaman politik) kaygılarla belirlenmesi, dolayısıyla "teşvik" adı altında, maddi ve doğal kaynakların tüketilmesine yol açacak yanlışların teşvik edilmesi, bu alanda da karşımıza çıkıyor. Örneğin, Türkiye'nin üç tarafının denizlerle kaplı olduğu ve büyük bir su ürünleri potansiyeline sahip olduğumuz sıkça söylenmektedir. Ancak, ülkemizde ekonomik balıkçılık yapılabilecek tek deniz Karadeniz'dir. Avcılık yoluyla üretimin yüzde 74'ü Karadeniz'de yapılmaktadır. Aslında çok önemli bir potansiyele sahip olan ve bir zamanlar yüzlerce balık türünü barındıran Marmara, kirlilik nedeniyle bu özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir (Buna rağmen üretimin halen yüzde 15'ini karşılamaktadır). Su ürünleri açısından en büyük kaynağı oluşturan Karadeniz, bir yandan kirlenme, diğer yandan kıyısı olan ülkelerin aşırı avlanma politikaları nedeniyle balık rezervlerini hızla tüketme yolundadır. Aşırı tüketme konusunda ülkemiz, yakın zamana kadar, tam bir "kötü örnek" oluşturmaktaydı. Balıkçılığın potansiyelinin farkına varılması ve o günlerde uygulanan teşvikler sayesinde modern teknolojinin yaygın bir biçimde kullanılmasıyla, 1980'li yıllarda balık avcılığında önemli bir artış meydana gelmiş, 200300 bin ton civarındaki üretim 1988 yılına gelindiğinde 650 bin tona yaklaşmıştı. Ancak, kaynakların aşırı tüketilmesine bağlı bu saadet zinciri bir noktada koptu. Okyanus avcılığında kullanılan ileri teknoloji ile donatılmış tekneler, Birkaç yıl içinde avlanma yasaklarını ihlal ederek, balık yataklarını tahrip eden avcılık yöntemleri kullanarak rezervleri tükettiler. Bunun sonucunda, 1991 yılına geldiğimizde, kurulmuş olan filolara ve tüm gelişmiş teknolojiye karşın avlanan balık miktarı 300 bin ton civarına indi. Bu durum, balık yetiştiriciliğini adım adım ön plana çıkardı. Ülkemizde 1970'li yılların ortalarında alabalık çiftliklerinin kurulmasıyla başlayan balık üreticiliği, 1980'li yılların ortalarından itibaren çipura ve levrek gibi deniz balıklarının koylarda kurulan balık çiftliklerinde üretilmeye başlanmasıyla hızlı bir gelişme gösterdi. Bu gelişme sonucunda, 1990 yılına gelindiğinde 5 bin ton olan çiftlik balığı üretimi, 1992 yılına gelindiğinde 9 bin ton, 1993 yılında ise 12 bin ton oldu. Bu artış, o günden bu güne sürekli artarak 2005 yılında 100 bin tona yaklaştı. Ne var ki, bu gelişme de, sağlıklı bir seyir izlemedi. Nasıl 1980'li yıllarda balık rezervlerimize kaldıramayacağı bir ağırlıkla yüklenmişsek (o günlerde 300 bin tona kadar inen av ürünü balık, günümüzde bazı acil önlemlerin alınması ile tekrar 600 bin ton düzeyine çıkmış bulunuyor), aynı şekilde balık çiftliklerinin kurulmasında da kıyılarımıza aşırı ölçüde yüklendik. Bunun sonucunda, korunmaya en fazla muhtaç Ege denizi kıyıları, deniz balıkları yetiştiriciliğinin yüzde 80'ini üstlenerek (üstelik de son derece kırılgan dar bir sahil şeridinde) kaldıramayacağı büyük bir yük altına girdi. Bu çarpıklığın en açık göstergesi, denizlerde kurulmuş bulunan toplam 224 adet çipura ve levrek tesisinin 147'sinin tek başına Muğla ilinde toplanmış bulunmasıdır. Kısacası, en az maliyetle kısa vadede en çok geliri sağlama güdüsü, bakir koylarımızın büyük bir bölümünün teknik donanım ve bilgi donanımı açısından yetersiz balık çiftlikleriyle kaplanmasına neden oldu. Bunun yol açtığı çevre kirliliği ve turizm gelirlerindeki olumsuz etkilenme, günümüzde artık bir bedel ödememizi gerektiren boyutlara ulaştı. Günümüzde, doğal kaynaklarımızı yer yer zorlayan aşırı yüklenmelere karşın kişi başına balık tüketimi açısından (yaklaşık 10 kg), AB ortalamasının yarısına bile erişebilmiş değiliz (AB ortalaması 22 kg). Ancak şurasını da hemen belirtelim ki, akılcı ve planlı bir uygulamayla bugün ürettiğimiz su ürünleri miktarının çok üzerinde bir rakama ulaşabilme imkanına sahibiz. Son yıllarda alınan önlemler sayesinde aşırı avlanmaya sınır getirilirken avlanan balık miktarını artırabilmiş olmamız, akılcı politikaların ve bu politikaların bir parçası olarak getirilen sınırlayıcı önlemlerin üretimin önünde her zaman bir engel oluşturmadığının en açık kanıtıdır. Nitekim, bu önlemler daha sıkı bir biçimde uygulandığı takdirde, önümüzdeki yıllarda avlanan balık miktarının 700 bin tona kolayca yükseleceği konusunda uzmanlar hemfikirdir. Yine yetiştiricilik yoluyla üretim, 2004 yılında 94 bin ton iken 2005 yılında 100 bin tona yaklaşmıştır. Offshore balık üreticiliğinin daha büyük yatırımlar gerektirse bile uzun vadede daha verimli bir işletmecilik örneği oluşturduğu bilinmektedir. Kıyılarımıza aşırı yüklenmek yerine ofshore balıkçılığa yöneldiğimiz takdirde kısa vadede 100 bin tn rakamını 150 bin tona çıkarabileceğimiz de görünmektedir. Bu durumda 2005 yılı itibariyle 650 bin ton olan toplam balık üretimi kısa sürede 900 bin tona çıkarılabilir. Bu konuda en iyi örneği Çin oluşturmaktadır. Bu ülke, tek başına dünyada kültür balıkçılığı yoluyla yetiştirilen toplambalık miktarının yüzde 70'ini tek başına üretmektedir. Türkiye'nin kültür balıkçılığı açısından halen kullanamadığı büyük bir potansiyel mevcuttur. Ülkemiz, 8333 km’lik kıyı şeridine, 10.000 km2’ lik doğal göl alanına, 70.000 hektarlık lagün göl alanına, 350 bin hektarlık baraj gölleri alanına, 15.000 hektarlık gölet alanına ve toplam uzunlukları 180.000 km.ye yaklaşan akarsulara sahiptir. GAP’ın tamamlanmasıyla yaklaşık 210697 hektar su alanı ve 2235 km uzunluğunda akarsu, içsu ürünleri açısından değerlendirilebilir hale gelecektir. Bu potansiyeli değerlendirirken, AB standartlarını da gözönünde bulundurma zorunluluğu, yukarıda sözünü ettiğimiz yaklaşımların uygulanmasını kolaylaştırıyor. Bilindiği gibi, AB, Ortak balıkçılık politikası içinde bulunduğumuz dönemde yeniden yapılandırılıyor. Bu amaçla 2001 yılında hazırlanan Yeşil Kitap'ta, yapılması gereken reformlar ve alınması gereken önlemler önemli bir yer kaplıyor. Bu önlemlerin başında, balık stoklarının aşırı tüketilmesine karşı alınacak önlemler ile çevre ve deniz ekosistemlerinin korunması geliyor.Gıda güvenliği ve işletmelerdeki hijyenik önlemler konusu da vurgulanıyor. TürkiyeAB ilişkilerini değerlendiren İlerleme Raporlarında da su ürünleri konusu önemli bir yer işgal ediyor. Türkiye'nin AB alanda bugüne kadar gerçekleştirdiği önlemleri yetersiz bulan raporlarda, balıkçılık ve kültür balıkçılığı faliyetlerinin ruhsatlandırılması, işletmelerin elden geçirilerek AB standartlarına getirilmesi, Kritik Kontrol Noktalarında Tehlike Analizi (KKNTA) sisteminin uygulanması gereği üzerinde duruluyor. Bu önlemlerin üreticilerin bilinçlendirilmesi ve aktif katılımı olmadan sağlanmasının güçlüğü, üreticilerin de örgütlenmesi ve bu sürece dahil edilmesinin önemini ortaya koyuyor. Gerek ülkemizdeki tecrübe, gerekse dünya tecrübesi, üreticinin bilinçlendirilip, örgütlendiği koşullarda, özdenetim mekanizmalarını sağlıklı bir biçimde uygulayabildiğini gösteriyor. 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle