Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yapay tohumlamada bakanlığın kafası karışık Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ (Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Başkanı) ayvancılıkta yapay tohumlama kabaca erkek hayvanlardan alınan spermaların değişik teknikler kullanarak, dişi hayvanlara aktarılması olarak tanımlanabilir. Başarı için spermanın uygun tekniklerle erkek hayvandan alınması, muayenesi ve değerlendirilmesi ile sağlıklı hayvanlara uygun zamanda nakledilmesi gerekir. Yapay tohumlama, hayvancılık sektörüne verimli ırklar, kaliteli damızlıklar, sağlıklı sürüler ve dolayısıyla dış pazarla rekabet edebilecek sağlıklı ürünler elde etmek için geliştirilen biyoteknolojik bir yöntemdir. Böylece yetiştirme hijyeni ile genetik kapasite artırılabilmekte, döl verimi ve yavru veriminde artışlar sağlanabilmektedir. Yapay tohumlama dünyada ilk olarak çiftlik hayvanlarında 18. yüzyılın sonunda Rusya’da uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye ise Rusya’dan sonra dünyada bu uygulamayı seçen ikinci ülke konumundadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ziraat Vekili Sabri Toprak, Sovyetler Birliğinde gördüğü yapay tohumlama çalışmalarının yararlarını görmüş ve ilk olarak 1926 yılında Bursa Karacabey Harasında atlarda yapay tohumlamayı başlatmıştır. Daha sonra koyun ve sığırlarda da uygulanmaya başlanmıştır. Ancak özellikle halkın yanlış yönlendirilen dini inançları ve geleneksel tavırları, alt yapının yeterli olmaması, gerekli araç ve gerecin bulunmaması ve yöneticilerin zaman zaman ilgisiz kalmaları ve uygulamayı durdurmalarıyla istenilen başarı yakalanamamış, bununla birlikte oldukça başarılı sonuçlar da alınmıştır. Karacabey harasında yetiştirilen hastalıklara dayanıklı, yörenin iklim koşullarına uyum gösteren, verim gücü yerli ırklardan üstün Karacabey Esmeri ve Karacabey H Merinosu bunlara örnek verilebilir. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi ve Reprodüksiyon ve Suni Tohumlama Bilim Derneği Başkanı Sayın Prof. Dr. Necmettin Tekin’e göre yapay tohumlama ile yetiştirme hastalıkları olarak adlandırılan ve çiftleşme ile bulaşan hastalıklardan korunulur, verim gücü yüksek ırklar elde edilir, dişi damızlıkların döl verimleri kontrol altına alınarak kısırlık problemleri azaltılır, hayvanların kayıt altına alınması ve izlenmesi sağlanır. Ancak yapay tohumlama uygun bir organizasyon ve uzman uygulayıcı olmaması halinde zararlara da yol açabilir. Şöyle ki; hastalıklı erkek damızlıklardan alınan veya sonradan mikropla bulaşmış spermalarla tohumlama yapılması ile yaygın infeksiyon tehlikesine yol açılabilir. Ayrıca yeterli genetik kapasitesi olmayan ya da genetik bozukluğu olan erkek damızlıkların spermalarının kullanılması istenmeyen özelliklerin yayılması ve verim düşüklüğüne neden olabilir. Bunların yanı sıra uygulama tekniği ve uygulama sırasında dişinin üreme etkinliğinin belirlenmesi, gebelik teşhisi ve diğer kimi hastalıkların veya anomalilerin saptanması da gerekmektedir. Aksi takdirde, yapay tohumlamadan beklenen yararlar sağlanamadığı gibi, tam tersine yaygın biçimde ekonomik kayıplara ve hatta kimi bulaşıcı hastalık etkenlerinin yayılmasına neden olunabilmektedir. Hal böyleyken Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bürokratları, kendileri tarafından hazırlanarak 1 Temmuz 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve şu anda yürürlükte olan ‘‘Suni tohumlama, tabii tohumlama, ovum ve embriyo transferi faaliyetlerinin usul ve esasları hakkında’’ yönetmeliği değiştirerek, yapay tohumlama yapma yetkisini hayvan hastalıklarından anlamayan bazı meslek gruplarına da vermeye çalışmaktadır (Dergi yayınlandığı tarihte belki bu yönetmelik de ğişikliği tamamlanmış olacak). Bilindiği gibi bu yönetmelikten önce bir önceki hükümetin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan 15 Kasım 2002 tarihli yönetmelikte önüne gelen herkese suni tohumlama yetkisi verilmiş ve bu da önceki Hükümetin giderayak hayvancılığa attığı son dakika golü olarak tanımlanmıştı. Yanlışlık şimdiki Bakan tarafından düzeltilmişse de nereden geldiği belli olmayan bir talimatla hayvancılık yeniden AB teslim sürecine dahil edilmeye çalışılmaktadır. Yönetmeliğin 3 yılda 3. kez değiştirilmesi Bakanlık bürokratlarının kafası mı karışık sorusunu akla getirmektedir. Bakanlığın yapay tohumlamanın yaygınlaştırılması gerekçesiyle yapmaya çalıştığı yönetmelik değişikliği hayvan hastalıklarının yayılmasını da beraberinde getirebilecek ve ülke hayvancılığının biraz daha yok olmasına neden olabilecektir. Kaldı ki dışarıda işsiz binlerce veteriner hekim dururken bunlardan niye yararlanmadığını da anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu ülkede kamuda çalışan veteriner hekimler 50 yıldan fazla süreyle ve her türlü zorluğa karşın Yapay Tohumlama hizmetini ‘‘ücretsiz’’ yaptıkları halde hiç kimse biz de bu işi yapalım dememişlerdir. Ama ne zamanki bu hizmet yavaş yavaş özel sektöre devredilmeye başlamış (28.2.1995 tarih ve 4084 sayılı yasa ile) işte o zaman herkes bu pastadan pay kapma yarışına girmiştir. Hayvancılığın geliştirilmesi için yapılması gereken devletin yetiştiriciyi sübvanse etmesi, çiftçiye tohum, yakıt, gübre, vergi desteği vermesidir. Bununla da yetinmeyip devlet, yetiştiricinin yetiştirdiği ürüne pazar da bulmalıdır. Yoksa hekimlik nosyonu bulunmayan kişilere yapay tohumlama yetkisinin verilmesi zaten zor durumda olan ülke hayvancılığını iyice dar boğaza sürükleyecek ve tamamen dışa bağımlı bir hale getirecektir. Yoksa bunu AB mi istiyor? ‘Suda tehlike çanları çalıyor’ NKARA (Cumhuriyet Bürosu) ‘‘22 Mart Dünya Su Günü’’nde 2030 yılına doğru bir su bunalımıyla karşı karşıya kalınabileceği vurgulandı. Dünya Su Günü nedeniyle TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, TÜSKOOPBİR, ATO ve TOBB tarafından ‘‘Ulusal Su Yönetimi’nde Yasal ve Kurumsal Arayışlar’’ başlıklı sempozyum geçen ay gerçekleştirildi. Sempozyuma katılan Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Müsteşarı Haşim Öğüt, çalişmalarını sürdürdükleri ‘‘Özel Yayım Yönetmeliği’’ ile sulama alanlarında su tasarrufu ve verimlilik artışı sağlamayı hedeflediklerini belirtti. Öğüt, sulama koperatiflerinin birikmiş elektrik borçlarının yeni bir ödeme planına bağlanması çalışmasının da son aşamaya geldiğini açıkladı. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın sempozyumda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığına dikkat çekti. Günaydın, ‘‘Yılda ancak 3540 bin hektar alanı sulamaya açabilecek yatırım yapılıyor. Bu yatırım hızıyla 8.5 milyon hektar alan sınırına ulaşabilmemiz için daha 60 yıla gereksinim var. Sulama alanındaki sorunları çözmemiz gerekiyor’’ dedi. Türkiye’nin yılda 500 bin hektar alanı sulamaya açabilecek yatırımları gerçekleştirmesi gerektiğini vurgulayan Günaydın, ‘‘Eğer bu yapılmazsa bitkisel üretimde A dünya ile rekabet edebilecek bir tarımsal yapıdan söz edilemez. Bunun için de yatırıma kaynak ayıran bir bütçe yapısına gereksinimimiz var’’ dedi. TOBB Başkan Vekili Faik Yavuz da, Türkiye’deki tarım yatırımlarının artması gerektiğine dikkat çekerken; DYP Genel Başkan Yardımcısı Saffet Kaya tarım politikalarının yanlış olduğunu vurguladı. Rekabet şansı olmayan çiftçiye ‘‘hadi ayakta kal’’ denildiğini söyleyen Kaya, ‘‘Bu şu demektir, siz fazlasınız, tasfiye olun, Türkiye’de yok olup gitsin, buğday ithal eden, dışarıya bağımlı bir ülke haline gelsin... Bu politikaların doğru olduğunu söyleyebilmek mümkün değil’’ diye konuştu. Sempozyum bitiminde yayımlanan sonuç bildirisinde de, su yönetiminde yaşanan sorunlar ve bunlara dönük çözüm önerileri yer aldı. Bildiride, şu noktalara dikkat çekildi: Su yönetimi, uluslararası politikalar doğrultusunda özel mülkiyet ve işletmeciliğe dayanan, yerelleşmiş, suyu ekonomik mal olarak gören ve temel ilkeyi fiyatlandırma olarak benimseyen, sistemi talepodaklı işletmeyi amaçlayan bir yapıya doğru değişme sürecine girmiştir. ‘‘Kamu Yönetimini Yeniden Yapılandırma’’ iddiasını taşıyan genel düzenleyici işlemlerde, Anayasa, Uluslararası Anlaşmalar ve Kalkınma Planları dikkate alınarak, toprak ve su kaynaklarımızı ülkesel ölçekte bütüncül olarak gözeten bir düzenlemeye gidilmesi gereği ve zorunluluğu bulunmakta iken, gerçekleştirilen düzenlemeler bunun tersine bir yönelim göstermektedir. Su kaynakları (aynı zamanda toprak kaynakları) devlet egemenliğinin bir parçasıdırlar. Su kaynakları (aynı zanda toprak kaynakları) ulusal varlığın ve ulusal bağımsızlığın bir sembolüdür. Ülkemiz su zengini bir ülke değildir. Ulusal bir servet ve geçmişten geleceğe aktarılması gereken bir miras olarak değerlendirilmesi gereken suyun fiyatlandırılmasında kar maksimizasyonu değil, kamu çıkarı ve yararı esas olmalıdır. Herkesin, suya ulaşmaya hakkı olmaldır. Çok uluslu şirketlere su imtiyazı tanınmamalıdır. Su ve toprak kaynaklarının yönetimi, merkezi yönetimin görevidir. Gündemdeki yasalar, kamu üzerindeki görevlerin yerel yönetimlere devrine yöneliktir. Gelecekte, özellikle ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyada, su savaşlarının çıkacağı gündeme getirilirken, su ve toprak kaynakları yönetiminin kontrolsüz biçimde tümüyle yerele aktarılması yanlıştır. Bu durum, kıt olan ülke kaynaklarının heba edilmesine neden olacağı gibi, su ve toprak kaynaklarının varlığını ve ülkemizin geleceğinide tehlikeye atacaktır. 20