Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Tüketici, denetleyici olmalı’ Mehmet REİS (Reis A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı) üm dünyada insanların yaşamak, fiziksel gelişimlerini sağlamak için yeterli miktarda gıdayı alabilmeleri ve bu gıdaların sağlık yönünden güvenli olması insan haklarının esasını oluşturmaktadır. Bu anlamda, gıda güvencesi, insanların yeterli gıdayı alabilmelerini, gıda güvenliği de bu gıdaların sağlıklı olmasını içeren kavramlardır. Gıdaların sebep olduğu hastalıkların çoğu, tarladan sofraya kadar geçen aşamalarda biriken hatalardan kaynaklanmaktadır. Gıda ürünlerinin insan sağlığı açısından olumsuz etkiler oluşturabilecek unsurlar içermemesi ve güvenli olması büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de gıdalardan kaynaklanan hastalıklar ile bu hastalıklara ilişkin insan ve ekonomik kayıplara yönelik yeterli bir ağ ve veri tabanı bulunmamaktadır. Sağlıksız gıdalar yüzünden tifo, paratifo, mantar humması, hepatit A, midebağırsak iltihabı gıda kaynaklı hastalıklara rastlanmaktadır. Buna bağlı olarak da halk sağlığı, turizm ve gıda ihtiyacımız olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu durumun sorumlusu hem üretici hem tüketici hem de devlettir. El yıkamasını öğretmeden yüz yıkamayı öğreten bir aile yapımız var. Ülkemizde gıda sektöründe çalışıp da temizlik kuralları nedir bilmeyenler var. Okullarda temel hijyen eğitimi yok. Çiftçimiz zirai ilaç ve gübre kullanımında bilinçli değil. Toprak zehirlendiği gibi insanlar da zehirleniyor. Bilinçsiz yapılan sulama toprakta tuzluluk oranının artmasına, toprağın yapısının bozulmasına ve o bölgede paraziter T hastalıklara yol açıyor. Son yıllarda özellikle, AB ve diğer gelişmiş ülkelerde aşırı kimyasal gübre kullanımı ve zirai ilaçların çevre üzerindeki olumsuz etkilerinden dolayı bu tip tarımsal üretimin kısıtlanmasına gidilmektedir. İki yıl önce Almanya’ya gönderilen yerli biberlerde ve bir yıl önce de çekirdeksiz üzümde yüksek oranda insan sağlığına zararlı zehirli tarım ilacı kalıntısının çıkması ve Türk biberine bir yıl ihraca yasağı uygulanması üreticiyi daha bilinçli davranmaya yöneltti. Ancak üreticimiz malı satılmadığında veya iade edildiğinde kriterlere uygun davranmaya mecbur kalıyor. Malını satan üretici kriterlere uymadığı gibi yasak da dinlemiyor. Yurt dışından kaçak yollarla Türkiye’ye sokulan zirai ilaçların bilinçsiz kullanımı ya da kullanımı serbest olan zirai ilaçların yanlış dozda ya da hasata yakın kullanılması, hasat süresi dolmadan daha yüksek fiyata satma düşüncesi ile yapılan erken hasatta bitkinin bünyesindeki ilaç kalıntıları insan sağlığına zarar veriyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen 2005 yılında, iç piyasada tüketilen ürünlerde üretimden tüketime kadar izleneceğinin yetkililer tarafından söylenmesi ve tarımsal tahlilleri yapan ilk laboratuvarın Kumluca’da açılmasıyla analizlerin sağlıklı yapılması son derece önem arz ediyor. Yurt dışı satışlarının ilaç kalıntıları sebebi ile iadesinden sonra zirai ilaçların daha bilinçli kullanımı için çalışma başlatıldı. Üreticinin bilinçlenmesi için yapılan çalışmalar sonunda, zirai ilaçların kontrollü kullanılması bir nebze de olsa sağlandı. Son dönemde üreticilerin bir bölümü kimyasal içerikli hormonlar yerine bambus arıları ile döllenme yöntemi kullanmaya başlamıştır. Tarladan çatala gıda güvencesi ve güvenliğinin önemi her geçen gün artıyor. Sadece yasalarla ve resmi denetimlerle gıda güvenliği sağlana maz. En önemli hedef tüketici bilincinin artırılmasıdır. Tüketici sadece fiyatına bakarak sağlıksız gıdayı talep ederse piyasada bunun arzı oluşacaktır. Tüketiciye denetçi vasfını kazandırmak zorundayız. İyi beslenmek, kaliteli gıdalar tüketmek herkesin hakkıdır. Üretim izni almamış gıda güvenliğini tehdit etme boyutunda pek çok iş yeri var. Türkiye insan sağlığıyla oynayanların cirit attığı bir ülke konumuna girmiştir. Ürün güvenliği ve tüketici sağlığını hiçe sayarak; düşünceleri sadece para kazanmak olan bu insanların vicdanları sızlamadığı gibi yüzleri de kızarmıyor. Üreticiler ürettiği gıdanın hijyenine önem vermelidir. İnsan sağlığını düşünerek üretimini bu kritere göre yapmalıdır. Güvenli gıda üretmeyenlere karşı denetimlerin artması ve tüketicinin duyarlı olması gerekiyor. Tüketici, bilinçli tüketici olmanın şartlarını yerine getirmeli, seçme ve tercih hakkını doğru biçimde yapmalıdır. Merdiven altında hazırlanan standart dışı ürünlerin satışları kayıt dışı ekonomiyi de büyütmekte ve haksız rekabete neden olmaktadır. Tüketicinin ürün alırken önem verdiği kriterlere süreklilik sağlayan marka gıda güvencesine sahip bir markadır. Bu kriterler güven, kalite, sağlık, damak tadına uygun lezzettir. Gıda güvenliği, Avrupa Birliği’ne girmeye hazırlanan Türk gıda sektörünün en çok konşutuğu ve tartıştığı konulardan biri haline geldi. AB uyum kriterlerinin yerine getirilmesi gıda kaynaklı hastalık riskinin azaltılması daha sağlıklı nesillerin oluşturulması gibi konularda gelişme kaydedilmesi isteniyorsa, AB standardına uygun üretim yapılması gerekmektedir. Türkiye’nin AB ile ekonomik entegrasyonunu tamamlayabilmesi için tüketici haklarını benimsemesi ve uygulaması gerekmektedir. İ çinde yaşadığımız kapitalist düzende, işçilerin mücadelesi sendikalarında, küçük çiftçilerin ve küçük esnafın mücadelesi kooperatiflerinde, dar gelirli bireylerin mücadelesi de yine kooperatiflerinde ve diğer demokratik örgütlerinde devam etmektedir. Tüm yoksulların mücadele örgütleri de partileridir. Ne var ki parti, yoksullardan, emekçilerden yana parti olmalıdır. Emekçilerin sınıf dayanışma örgütlerinden olan kooperatifler, yaşamın hemen her kesiminde vardır. Tarım kooperatifleri, tarım sektöründe küçük çiftçilerin, esnaf kooperatifleri, sanayi kesiminde küçük esnafın, tüketim kooperatifleri her kesimde dar gelirli bireylerin yararlandıkları, yardımlaştıkları örgütlerdir. Çok daha değişik toplum kesimlerinde yüzlerce kooperatif örgütlenmesi vardır. Bu örgütler, dar gelirlilerin ekonomik dayanışma örgütleri olduğu gibi, özünde birer sınıfsal dayanışma örgütleridir de. Örneğin, küçük çiftçiler, sermaye iktidarlarıyla bütünleşmiş büyük çiftçilere, ve tarım kesiminde ticaret yapan tüccarlara karşı, ayrıca burjuva iktidarlarına karşı mücadele içindedirler. Onların yaşantıları bile başlı başına doğal bir mücadeledir. Kooperatifleştikleri zaman bu, örgütlü mücadeleye dönüşmektedir. Tüm tarım desteklerinin kaldırılıp uyduruk ve geçici bir ‘‘doğrudan gelir desteği’’ oyununun oynandığı günümüzde, küçük çiftçinin örgütsel dayanışması, yaşamsal bir sorun haline gelmiştir. Örgütlülük konusunda Bulgaristan kooperatifçiliğinden önemli örnekler almak mümkündür. Bizim köylümüzün, Bulgar köylüsünden ne eksiği vardır? Elbette köylümüzün, kendi kaderine sahip çıkacak yeteneği vardır. Bu noktada kooperatif yöneticilerine büyük görevler düşmektedir. Kooperatif yöneticiliğini, bir yandan küçük çiftçinin bir yandan da ülkenin yararına yürütürken, çiftçinin eğitimine de yeterince çaba harcamalıdırlar. Çiftçinin güvenini sarsacak, onu kooperatiften uzak tutacak oluşumlara, kooperatiflerinde izin vermemelidirler. Bu uyanıklığı, kooperatif ortakları da göstermeli, denetim görevlerini eksiksiz yerine getirmelidirler. Mücadele bir anlamda da işte budur. Kooperatifler, dar gelirli bireylerin yardımlaşma örgütleri oldukları için, zenginlerden yana olan iktidarlarla araları daima serindir. Örneğin 1961 Anayasası’nın oluşturduğu göreceli özgürlük ortamındaki planlı dönemde tarım kooperatifçiliği iyi bir gelişme göstermiştir. KÖYKOOP adıyla kurulan Merkez Birliği, ülkemiz çiftçileri için çok yararlı işler yapmıştır. Fransa ve Bulgaristan kooperatif birlikleriyle ortaklıklar kurarak yurt içinde tarımsal sanayi işletmeleri kurmak, bunları bir kooperatifler bankası ile desteklemek, tarım ürünlerini Bulgar TIR Filosuyla yurt dışına taşımak, yurt içinde geniş bir pazarlama ağı oluşturmak gibi olumlu girişimler, çiftçimizde umut doğurmuş, fakat zamanın iktidarını rahatsız etmiştir. 1971 yılında kurulan KÖY OKUYUCU MEKTUBU Cumhuriyet Tarım Hayvancılık Eki Atatürk Bulvarı 125/4 06640 ANKARA email tarimhayvancilik@cumhuriyet.com.tr KOOP’un bu başarılı ve çiftçiye yararlı çalışması, dönemin iktidarı tarafından engellenmeye başlamış, 12 Eylül 1980 faşizmi de KÖYKOOP’u kapatmış, mallarına el koymuş, yöneticilerini de tutuklamıştır. 1999 yılında yeniden kurulmuş olan KÖY KOOP’un başına böylesi bir kötülük gelmemesini dileyelim. Küçük çiftçinin görevi kooperatifini güçlendirmek, böylece de onu korumaktır. Elbette önce kooperatife üye olmaktır. Mücadele örgütleri olan kooperatifler faaliyetlerini yılmadan sürdürmelidirler. Bu uğraş içinde küçük çiftçi bir yandan kendisi için yarar sağlarken bir yandan da dostunu düşmanını öğrenecek, ülke yönetimine getirmek için destekleyeceği siyasi kadroların seçimini daha iyi yapabilecektir. Tüm demokratik örgütlerin olduğu gibi kooperatiflerin de önü, emekten ve emekçiden yana olan iktidarlar döneminde açılacaktır. Enver ÖZTÜRK (Bağımsız Cumhuriyet Partisi / Parti Meclisi Üyesi) ırsal kesimde yaşayan ve nüfusumuzun büyük bir bölümünü oluşturan (yaklaşık yüzde 40) çiftçilerimizin çoğunluğu ne yazık ki babadan, dededen ne görmüşse onu uygulamaktadır. Oysa diğer kesimlerde olduğu gibi tarım kesiminde bilimin dışlanması verimi, kaliteyi, rantabiliteyi, ülke ekonomisini menfi yönde etkilemektedir. Örneğin, tarım girdilerinden önemli olan gübreleme konusunu ele alalım. Çiftçimiz, üreticimiz sulu veya kuru tarımda verimi artıracak yapay gübreyi tamamen ezbere ve bilinçsiz olarak kullanmaktadır. Çünkü üzerinde tarımsal ürünlerini yetiştirdiği toprağını analiz ettirmemektedir. Topraktaki bitki besin elemenlerinin durumunu ve miktarını bilmeden, kullandığı gübre bazen faydalı olmak yerine zararlı bile olabilmektedir. En çok kullandığı fosfor ve azot ihtiva eden DAP (Di amonyum fosfat) gübresini her ekim mevsiminde toprak analizi yaptırmadan ezbere bir miktarda kullanmaktadır. Böylece özellikle daha fazla verim elde edeceğim diye fazla miktarda verilen DAP veya benzeri gübre toprakta birikmektedir. Buna rağmen her yıl ekim mevsiminde bu işlem yinelenmektedir. Akaryakıttan sonra en fazla döviz ödediğimiz gübrenin bu şekilde ezbere ve toprak analizi yapmadan, bilinsizce kullanılması ülke ekonomisine zarar vermektedir. Tarımda verimliliği ve kaliteyi artıracak ve gıda güvenliğini sağlayacak konularda bilim dışlanmaktadır. Bu gibi konularda herhangi bir (ARGE) çalışması yapılmamaktadır. İnsan beslenmesinin en önemli kaynağı tarımdır. Tarımsal ürünlerin yetiştirilmesi bilimden, denetimden, destekten uzak; tamamen çiftçinin kendi inisiyatifine bırakılmıştır. Tabii ki bunda üreticinin bilinçli ve kasıtlı bir tutumu yoktur. Bu konuda onu suçlamak haksızlıktır. Çiftçimizi eğitmediğimiz ona bilinç ve bilgiyi ulaştıramadığımız için kırsal kesimimiz bilimden yararlanamamaktadır. Bugüne kadar ciddi birkaç proje ve kurum gündeme gelmiş, (Köy Enstitüleri, Topraksu, Zirai Mücadele vb.) ancak lağvedilmişlerdir. Kırsal kesimimizin bu derece bilimden, bilimsel kurum ve araştırmalardan uzak kalması aklımıza başka düşünce ve hesapları getirmektedir. Bu kadar bilinçsiz uygulamalara rağmen; ülke olarak, dünyadaki üretimde meyvecilikte, sebzecilikte, pamukta ilk on arasındayız. Demek ki üretimde bir yarış bir rekabet söz konusudur. Bizi bu rekabetten alıkoymak için en ciddi ve başarılı yöntem; Türk çiftçisinin, üreticisinin bilimden uzak tutularak tarımımızın gelişmesinin önlenmesidir. Biz üretmeyelim sadece tüketelim ve pazar olarak kalalım. Bu çok önemli sorunu mutlaka çözmek zorundayız. Her bakımdan sıkıntı içerisinde bulunan çiftçimizi bilinçlendirmemiz ve bilimle donatmamız gerekmektedir. Mehmet Tan Ziraat Yüksek Mühendisi K 22