Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
topraklılar unutuldu’ sal yapılanma sağlanmalıdır. Tarım, gerçek ve stratejik bir sektör olarak yeniden planlanmalı, üretimi ve üreticiyi destekleyen politikalarla yaşanan olumsuz süreç durdurulmalı, ulusal tarım politikaları uygulamaya konmalıdır. Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası ve AB’nin halkımızın çıkarlarını gözetmeyen dayatmaları kabul edilmemeli, bağımlılık yaratan anlaşmalar yürürlükten kaldırılmalıdır. Tarımda toprak mülkiyet yapısı yoksul halkın çıkarları doğrultusunda yeniden ele alınmalıdır. Toprak sahipliğinde tekelleşmeyi önleyici düzenlemeler yapılmalı, toprağın ekonomik sömürü ya da nüfuz aracı olarak kullanılmasına izin verilmemelidir. Ülkemizde zorunlu durumlardan dolayı boşalan ya da zorla boşaltılan köylerimizdeki insanlarımızın yerinden ve topraklarından göç ederek üretimden ve doğal yaşamdan koparılmasının önüne geçilmeli, köye dönüş süreci sorunsuz yürütülmelidir. Kırdan kente göç sorunu bağlamında, tarım sektörü kalkındırılmalı ve tarım nüfusunun refahı artırılmalı, iç ticaret hadlerinin tarım aleyhine gelişmesinin önüne geçilmeli, çiftçi ailesine yerinden olmaksızın sanayi ve hizmet kesiminde iş ve gelir olanakları sağlanmalı ve kırsal alandaki fiziki yerleşim deseni ve ulaşım şekli bu amaca uygun duruma getirilmelidir. Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu kaldırılmalıdır. Köy Yasası ve Tapu Yasası’nda yapılan değişiklikler ve diğer yasalarla yabancılara tanınan mülk edinimi olanağı ortadan kaldırılmalıdır. Toprak reformu, yalnızca arazi dağıtım ile sınırlı kalmamalı, yaşayabilir ve yarışabilir işletme yapıları kurulmalı ve desteklenmelidir. Hazineye ait tarım arazileri kullanımı öncelikle topraksız ve az topraklı çiftçilere verilmelidir." "velisiz ve vasisiz bir demokrasi" sloganı ile Bayar, Köprülü, Menderes ve Koraltan tarafından meşhur Dörtlü Takrir verilmiş ve CHP içinden DP Hareketi’nin ortaya çıkış süreci başlamıştır. Bu bağlamda, politik çizgisinde kaymalar görülen mevcut Hükümet, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun uygulanmasından sorumlu Bakanlığa, kendisi de bir toprak ağası olan Cavit ORAL’ı getirmiş ve aslında bu seçim ile Yasa’nın etkinlikle uygulanma olanağı fiilen ortadan kalkmıştır. Nitekim, Kanun uyarınca, 16 yılda 34.887 köyden yalnız 5.157’sinde toprak dağıtımı yapılabilmiştir. 1923 – 50 arasında dağıtılan toplam arazi varlığı, hemen tamamı devlete ait olmak üzere 1.5 milyon hektardır. Bu miktarın yarısı 192 bin göçmen aileye verilirken, geriye kalan yarısı 240 bin topraksız köylüye özgülenebilmiştir. 1950 sonrası, Marshall yardımlarının etkisi ile tahrik edilen traktörleşme sürecinde, 1950 yılında 9.905 olan traktör sayısı 1952 yılında 31.415’e çıkmış, traktör sahibi büyük çiftçinin Hazine arazilerine ve küçük çiftçilerin arazilerine çeşitli biçimlerde el koyması / satın alması, arazi mülkiyetindeki adaletsizliği daha da artırmıştır. 1961 Anayasası’nın 37 inci maddesiyle getirilen ve özü itibariyle toprak reformunu destekleyen düzenlemeden sonra, konu ile ilgili olarak ortaya çıkan "Yasa tasarısı kirliliği" ancak 1973’te bir sonuç vermiş ve "Toprak ve Tarım Reformu Kanunu" çıkarılmıştır. Ancak bu Yasa’da, AP’nin Danıştay’a yaptığı başvuru sonucunda 1977 yılında iptal edilmiş, süresi içinde yeni bir yasa çıkarılmadığı için kamulaştırılan topraklar eski sahiplerine geri verilmiş, umutlar bir kez daha boşa çıkmıştır. O tarihten bu yana, tarım işletmelerinin küçüklüğü ve parçalılığı sorunu sürüyor. 1927 yılında 1.7 milyon olan tarımsal işletme sayısı, 1950 yılında 2.5, 1980 yılında 3.5, 1991 yılında 4.1 milyona çıktıktan sonra, 2001 Tarım Sayımı sonuçlarına göre 3 milyon olarak ilan edildi. Bu gerilemenin hiçbir sosyoekonomik, bilimsel açıklaması yok. Belki de AB sürecinde istatistiklerimiz bu alanda da AB ile uyumlulaştırılıyor ! Nüfusun % 35’i, sayıları 80 bini bulan köy ve köyaltı yerleşme ile küçük kasabalarda yaşıyor. 22 milyon sivil istihdamın 7.2 milyonu tarımda işlendiriliyor. Ortalama işletme büyüklüğü 6 hektar düzeyinde … AB süreci üzerinden gelen "tarım nüfusunuzu azaltın, işletmelerinizi büyütün" tavsiyeleri, mevcut yönetimlerin, toprak da dahil olmak üzere her türlü kamusal varlığın sermayenin sınırsız kullanımına açılması yolundaki çabaları ile birleşmektedir. Bu durum, önümüzdeki yılların küçük köylünün yerinden ve toprağından da edileceği yeni bir sürece işaret ettiğini ortaya koymaktadır. Bu süreç karşısında, yapmamız gerekeni yapıyor ve "toprak reformu" tartışmalarını bir kez daha kamuoyunun gündemine taşıyoruz. TMMOB Ziraat Mühendisleri ODASI ve Harita – Kadastro Mühendisleri ODA’larının 11 – 13 Kasım 2005 tarihlerinde Şanlıurfa’da gerçekleştirdiği "Toprak Reformu Kongresi" nin temel amacı böyle özetlenebilir. Toprak reformu gereğinin ülkenin tüm kesimleri tarafından fark edilmesi ve toprak talebinin siyasallaşmasının sağlanması, bu amaçla aydın ve köylü birlikteliğinin organize edilmesi, önümüzdeki dönemde gündemimizi oluşturacaktır. Muzaffer İlhan ERDOST oprağın yeniden düzenlenmesinin "demokratik" olmasının anlamı, toprak sahibinin toprağına bağlı ve kendisine bağımlı çiftçi ailelerin, işledikleri toprağın sahibi olmaları, toprağa bağlılıktan ve toprak sahibine bağımlılıktan kurtulmaları ve özgür emekçilere dönüşmeleriyle karakterize edilir. Burada, demokratikleşme iki yönlüdür: bağımlı emekçinin bağlı ve bağımlı olmaktan kurtularak bağımsızlaşmasıyla, köylüleri ailesiyle birlikte toprağına bağlayan ve kendisine bağımlılaştıran toprak sahibinin de negatif anlamda bu bağ ve bağımlılıktan yalıtılmış olması birlikte ilerler. Ortakçı ve ortakçı statüsünde kiracı ya da tarım işçisi olarak nitelenen çiftçi aileler gibi, büyük toprak sahibinin hizmetinde ve ona bağımlı olmayan topraksız ve az topraklı köylü ailelerin, kamulaştırılan özel mülk topraklardan, tarıma yeni açılan köylerin ortaklaşa toprağı sayılan mera ve yaylaklardan, ya da "hazine arazisi" olarak bilinen devlet topraklarından topraklandırılmış olmaları da, "demokratik" devrimin karakteristiğini oluşturur. Çünkü, küçük üreticinin toprak açısından mülk sahibi olması, demokratikleşmeyle; toprakta özel mülkiyetin kaldırılarak, toprağın ulusallaşması ya da ulusallaşması ölçeğinde kamulaştırılması ise, sosyalist devrimle örtüşür. Sınıfsal açıdan demokratik devrim olan Cumhuriyet, topraksız ve az topraklı köylüyü toprak sahibi yapacak yasal düzenlemelere yöneldiği zaman, bununla, kendisinden önce kırsal alanda egemen olan feodal ve yarıfeodal ilişkilere son vermeyi, küçük üreticiyi toprağının sahibi yaparak demokratik devrimi kırsal alanda tamamlamayı amaçlarken, topraksız ve az topraklı köylüyü kendine yeterli toprağın sahibi yaparken, sosyalist devrimden nitelik bakımından ayrılmaktaydı. Bir başka deyişle, az topraklı çiftçinin emeğini istihdam edeceği ve geçimini sağlayacağı toprağın sahibi durumuna gelmesi ya da ona bu olanağın devlet tarafından sağlanması, demokratik devrimin kırsal alanı kucaklayan yönüdür, bu, kapitalistöncesi toprak mülkiyet biçimlerinden ve kapitalizm T Demokratik devrimin kırsal alanda gerçekleştirilmesi ise, özü bakımından, kırsal emekçilerin işledikleri toprakların sahibi olmalarıyla olanaklıydı, ama demokratikleşme çiftçi ailelerin işlediği toprağın sahibi olmasıyla, yani topraksız köylülerin toprak sahibi olmalarıyla sınırlı değildi; bu, demokratikleşmenin olmazsa olmaz aşamasıdır, demokratikleşme için yeterli de olamaz. Çünkü, demokratikleşme, tam olarak, ekonomik anlamda, ulus ile yani ulusal ekonomi ile bütünleşme, kendine yeterli doğal ekonomiye yargılı köylü ailelerin meta üreticileri olarak ulus ölçeğinde ekonomik bütünün birer öğesi durumuna gelmesiyle gerçekleşir. Birbirlerinden yalıtık ve kendi içine kapalı ve kendilerine ekonomik açıdan yeterli köy birimleri, ulaşım ve iletişim aracılığıyla, birbirleriyle ve bir bütün olarak ulus ile ekonomik anlamda bütünleşmeden, ülke ölçeğinde ekonomik bütünün öğesi haline gelmeden, kırsal alanın demokratikleşmesinden olduğu kadar, siyasal anlamda uluslaşmanın tamamlanmış olmasından da söz edemeyiz. Kapitalizmin ya da sermayenin yaygınlaştığı ve küçük köylülüğün belirleyici ölçüde ve ulusal ölçekte meta üreten ve aynı ölçüde meta tüketen yani küçükburjuva köylülere dönüştüğü bir dönemi idealize etmiş bulunuyoruz. 1930’lu ya da 40’lı yıllarda, yani doğal ekonominin ağır bastığı yıllarda olduğu gibi, daha sonraki yıllarda da çiftçi ailesi belirleyici ölçüde kendi ürettiği ürünü kendisi tüketmiş olsaydı, yoksulluk ya da yoksullaşma ancak üretilen miktar ile tüketilen miktar arasındaki farkla açıklanabilirdi. Ama meta ekonomisinin köylülüğü kucaklamaya başlamasıyla, köylünün ürünü de, pazarda belirlenen fiyat üzerinden satılacaktır. Bu köylü, donanımı sayesinde emek üretkenliğinin ve doğal üretkenliğin yüksek olduğu büyük tarım işletmesinde üretilen ürünün piyasa fiyatıyla, özellikle de Chicago Borsasıyla doğal olarak rekabet edemeyecek, Marx’ın benzeşim yoluyla ifade ettiği gibi, kendi toprağında, kendisine ait üretim araçlarıyla, ailesiyle birlikte emeğini istihdam eden küçük köylü, diyelim ürettiği buğdayın fiyatı, piyasada içerdiği değerin altına düşerse, buğdayının değerinde içerilen toprağın rantını alamayacak, fiyatlar daha düşerse sermayesinin karını alamayacak ve belki de ücretini tam gerçekleştiremeyecektir. Toprak reformu, uluslaşmanın olmazsa olmaz koşuludur sonrası toprakta özel mülkiyetin kaldırıldığı sosyalist mülkiyetten farklı, burjuva anlamda özel mülkiyet biçimidir. Kapitalistöncesi mülkiyet biçimi, egemenlik açısından feodal toprak mülkiyet biçimidir. Ama üst yapıda siyasal anlamda somutlaşan demokratik devrim, alt yapıda ve özellikle toprağın feodal mülkiyetinin yerini, modern özel mülkiyetin almasıyla tamamlanır. Toprak reformu da, toplumsal tarih açısından, feodal sistemden burjuva demokratik sisteme geçişle birlikte gündeme gelir. Bu, aynı zamanda uluslaşma sürecinin olmazsa olmaz koşuludur. Türkiye, Batısında oluşan uluslaşma süreci ile doğusunda değişmeye karşı dirençli kapitalistöncesi mülkiyet biçimleri arasına sıkıştırıldığı coğrafyada, demokratik devrimi, üstyapıda, feodal ve teokratik devletten kendisine intikal eden mülkiyet biçimleri üzerinde gerçekleştirmiş bulunuyordu. Üretici köylü, ürünün içerdiği değerin büyük bir kısmını karşılıksız bırakacak, ve giderek yoksullaşacak, ya acılı bir yoksullaşmaya yargılı olacak, ya da üretim araçlarından ve dolayısıyla toprağından yalıtılmış, özgür emekgücü satıcısı olarak, işsiz nüfus arasında yerini alacaktır. Kötü ürün yılları, borçlanma, faiz ve benzeri koşullarda, köylü ailesi, azar azar, toprağı dahil üretim araçlarını yitirmeye ve acılı bir yoksullaşmaya yargılı olacaktır. Bunun, yalnızca küçük köylü açısından bir çöküş değil, aynı zamanda, ulusun şimdi sık yinelenen terimiyle ulusdevletin üzerine oturduğu temelin çöküşü olduğunu, bilmem burada belirtmeye gerek var mı? (Bu yazı, yazarın Toprak Reformu Kongresi’ne sunduğu 5 bölümlük "Toprak Reformunun Siyasal Boyutları ve Demokratikleşme" başlıklı bildirisinin dördüncü bölümünden özetlenmiştir.) 17