Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28Ekim2011Cuma382 Bir Çocuğun Cumhuriyet Bayramı Ama gece, başka bir geceydi... Beş yaşmdaki çocuğun 29 Ekim 1933 gecesi; unutamadığı bir geceydi. Annem gece bizleri fener alayını izlemeye götürdü. Kentleşmeye başlayan, büyük bir kasaba görüntüsünden kurtulmaya çalışan Ankara'nın, yeni açılan bir bulvarında bir süre bekledik fener alayının önümüzden geçmesini. Uzaktan uzaktan rap rap sesleri duyuldu. Sonra fener alayı önümüze geldi. Askerler, bizim askerlerimizdi; on, on iki yıl önce Kurtuluş Savaşı veren bizim askerlerimizdi; önümüzden geçen. Marşlar söylüyorlardı; her birinin elinde uzunca bir sopa, sopanın ucunda bir tenekeden kutu. Kutuya ya benzin, ya gaz ya da yanıcı bir şey konulmuş, içinden kısaalevleryükseliyor. Geceninkaranlığını aydınlatıyor. İçimizi ısıtıyordu. O gece basit olanaklarla donanmış fener alayını; bugün Doğu'ya koşarken Batı'ya bakmaya çalışanların anlayamayacağı duygularla izledim. .. .29 Ekim 1933 gecesi fener alayını, izlerken yüreciğimi dolduran mutluluk hâlâ içimde. Nostaljik bir duygu değil o günü, günleri anımsamak. Bugün: Günümüzde sıradan bir günmüş gibi kutlanan; soluk, silik ve ulusal heyecandan yoksun Cumhuriyet bayramlarını izledikçe: Cumhuriyeti kuruluş felsefesinden biünçli olarak aşama aşama uzaklaştıranlan ve yapmayı istediklerini, gerçek amaçlarını kavramak... 78 yıl önce ulusçayaşadığımız o görkemli, heyecanlı günü ve Mustafa Kemal Atatürkümüzün ölümüne kadar yaşadığımız o eşsiz günleri, hasretle, özlemle anmak, anımsamak gerekmiyor mu? Ankara'da geçmişten bir Cumhuriyet Bayramı... den Ankara'ya gelen izcilerin sayısı artbkça trampet ve boru sesleri, yükseldi... yükseldi. Kentin sokaklarına, caddelerine yayıldı. Trampetçilerin şefinin kolunu havaya kaldınp, "Sarı kız" diye bağırmasından sonra, o yaşımda sayıları giderek gözümde büyüyen, belki yüz, belki iki yüz trampetten yükselen uyumlu gürültü beni heyecanlandınyordu. İzcileri provaya gidiş dönüşlerinde bekliyordum. Annemden dinlediğime göre Mustafa Kemal "Atamız", geçit töreninde Türk ulusunu, ulusun yaratüğı Cumhuriyeti öven, kutsayan bir söylev söylemişti. Akşam sofrabaşmda, gazlambasının ışığmda; ağabeyime, bana ve anacığına öğrenebildiği, duyabildiği kadanyla törenleri ve Atamızm söylevini özetlerken; (bugün belleklerden silinmeye çalışılan) "Unutmayın sakm şu sözünü" dedi: "Ne mutlu Türküm diyene!" Radyoda beş kez İstiklal Marşı çalınmış, 6 kez Onuncu Yıl Marşı okunmuştu. Türkiye'yi bir baştan öteki başa 10. yıl kıvancı sarmış, sarmalamıştı. O güne, Cumhuriyete övgüler içeren şiirler, konuşmalar... Sonradan söylediler: O gün Hakimiyeti Milliye (Ulus) gazetesi 96, Atatürk'ün adını koyduğu gazetemiz Cumhuriyet 64 sayfa çıkmıştı. Ulus meydanından Gar'a doğru inen, 1. Millet Meclisi önünden geçen caddedeki geçit resmini Mustafa Kemal ve devlet erkânı izledi. Göremedim. CÜNEYTARCAYÜREK nnem, resim öğretmeni, iki erkek çocuklu dul Mesrure Hanım, bayramlarda giydiği siyah kostümünü dolaptan çıkardı. Altı ok işlenmiş küçük bez parçasını sol yakasına iğneledi. Onu ilgiyle izliyordum. Geldi, başımı okşadı: "Yarın büyük bayram, Cumhuriyet Bayramımız. Okulda tören var" dedi. Beş yaşındaydım. Yıl 1933'tü. Yenice Mahallesi'nin dar bir sokağında; buzdolabı yerine tel dolaplı, elektrik yerine gazlambalı küçük, basit bir evde yaşıyorduk. Ama mutluyduk. Gelen gidenlerle yapılan sohbetierde sürekli Mustafa Kemal adı geçerdi. "Anne, kim Mustafa Kemal?" Annem başımı kaldırdı: "Atamız!" dedi. Cumhuriyetin 10. yılıydı. Günlerce önce Ankara'yı olağanüstü bir hava sarmıştı. O yılın, ekim ayının son günlerinde gök yine mavi miydi? Ağaçlar yapraklannı dökmeye başladığı sonbahar günleri miydi; anımsamıyorum. Kimi günler Denizciler Caddesi'nin arka sokağmdaki evimizden çıkıp, oradan görkemli Ankara Halkevi binasının hemen yanında, annemin çalıştığı, önü arkası geniş bahçeli Ankara Kız Lisesi'ne giderdim. Mesai saati sona erince birlikte eve dönerdik. 29 Ekim'den birkaç, belki bir hafta önce Kız Lisesi'nde dersle A re ara verildi. Değişik bir hava, ayrı bir tat geldi yerleşti lisenin sınıflarına. Okul yönetiminde görevli olan annem o günlerde beni sabahtan liseye götürdü. Dilediğim gibi gezerdim okul binasmda. Bir gün arka bahçeye ne işe yarayacaklannı kestiremediğim büyük kazanlar getirildi. Çuvallar taşmdı kimi sınıflara ve... sonra, Cumhuriyet Bayramı'ndaki geçit törenine katılacak olan her ilden izci kafıleleri gelmeye başladı... Kız Lisesi'nin ve başkentin okullarında kapısmda geldikleri ilin adı yazılı sınıflara yerleştiler. Arka bahçedeki kazanlar kaynamaya başladı. Bahçeleri trampet ve boru sesleri doldurdu. Diğer okullarda başka iller