04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Köşe Yazarları B ir hekimin muayene yeri umuda açılan kapıdır. İyileşmez hastalar bile, orada, yaşamaya alışmaya çalışır. İnsanın tükenmezliği anlayışı içinde yarar ummaktan usanılmaz. Her meslekte yaşamayı anlamlı kılan bir güç olmalı. O gücün aşıladığı sevinç yaşamayı kolaylaştırarak yarınlara umutla bakmamızı sağlayabilmeli. Nice çıkar çatışmalarının kutsal bir inanç gibi gösterildiği düzensiz toplumlarda yazarlara düşen görev nedir? Yazı, kurmaca bir dünyaya bakmamızı sağladığına göre, köşe yazarlarına nasıl bir görev düşüyor? Yönetim erkini ele geçiren siyasetçi yasaları kullanarak kendini güvenceye almak, yurt edindiğimiz ülkeye yeni bir düzen getirmek ister. Bunu başarmak için de özerk kuruluşlara egemen olmak çabası içindedir. Yunus Nadi İlhan Selçuk yüklendiği görevi şöyle açıklıyor: “Bu gazete, Cumhuriyetle birlikte kuruldu. ‘Cumhuriyet’ Atatürk’ün kurduğu bir gazetedir ve adını Atatürk koymuştur. Gazetenin kurucusu Yunus Nadi ise Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan eden milletvekilidir, dönemin Anayasa Komisyonu Başkanı’dır. ‘Cumhuriyet’, ‘Aydınlanma Devrimi’nin gazetesidir. Biz Aydınlanma Devrimi’ni sürdürüyoruz. Eğer biz yeniden gazetenin başına dönmeseydik, ‘Cumhuriyet’ bu misyonu devam ettiremezdi; çünkü gazeteden ayrılanların şu andaki dünya görüşleri belli. O dünya görüşlerini bugün ‘Cumhuriyet’ savunsa zaten ‘Cumhuriyet’ olmaz. Bizimki tarihsel bir misyondur. Satışımız 10 yıl içinde düşmüş olabilir ama saygınlığımız arttı.” İlhan Selçuk’un köşe yazarlığındaki biçem özellikleri üzerinde durmak ayrı bir yazı konusudur. Nice tutuklanmalardan, işkencelerden geçen bir yazarın, bilge bir kişilik içinde, kendinin uzağına çekilerek yazması; yazarlığı çıkar ilişkisine dönüştüren, dönek, jurnalci yazarlara ders olmalıdır. GAZETECİ GAZETECİNİN KURDUDUR Hakan Akpınar’ın kitabında değişik dünya görüşünde olanlar da aynı çileyi çekiyorlar. Taha Akyol, Alpaslan Türkeş’in izini süren, sağcı bir gazetecidir. “Hergün” gazetesinin Ankara temsilcisiyken 12 Eylül 1980 darbesi olur. Tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne konur, Doğu Perinçek’le aynı koğuşta 14 ay tutuklu kalır. Çetin Altan, solcu görüşleri yüzünden çalıştığı iki gazeteden kovulur, hapislere düşer. TİP milletvekili olduğu zaman bile dövülmekten kurtulamaz. TBMM’de, Faruk Sükan’ın suçlamalarına karşı, “En büyük şairdi Nâzım Hikmet” diyen Çetin Altan acımasızca dövüldü. Çetin Altan “Ben Milletvekili İken” adlı kitabında bu dövülme olayını şöyle anlatır: “... O gece sırtımdaki gömlekteki tekmelerin ayak izleri kaç kez yıkandığı halde çıkmadı. Ve bir süre morarmış vücudumla, göğüs kemiklerim sızlayıp durdu. En çok da Anayasa ve Adalet Komisyonu’nun AP’li üyeleri gelip vurmuş, çiğnemiş, tekmelemişlerdi.” Hakkı Devrim, daha 17 yaşında, Kabataş Lisesi öğrencisiyken, Edebiyat Öğretmeni Faruk Nafiz Çamlıbel’in Vakit gazetesi sahibi Hakkı Tarık Us’a gönderdiği tavsiye mektubuna şöyle başladığını anlatır: “Bu çocuk gazeteci olmak istiyor. Anlatmaya gayret ettim ama ikna edemedim. ‘Aç kalırsın oğlum’ dedim ama dinlemedi.” Gazetecilik mesleği; aç kalmak, dövülmek, işkence görmek, hapis yatmak gibi sıkıntıları yaşamanın yanında; işini bilenler, arkadaşlarını satanlar, kendine saygısını yitirenler için, bir başka üne ulaşma, varlıklı olma yoludur. Artık gazetelerin işlevi de değişti. Gazeteci olmayan işadamları, magazin gazeteciliğiyle, başka iş alanlarını geliştirmeye bakıyor. Magazin gazetesine sığınan köşe yazarları, sabah saat 10 olunca, şöyle bir gerinip, en çok okundukları aldatmacasıyla kendilerini avutmaya çalışıyorlar. Oysa basın dünyasında Emin Çölaşan gibi usta bir köşe yazarının çalıştığı gazetenin satışını 100.000 daha arttırdığını görmezden geliyorlar. “Kovulduk Ey Halkım” demesine aldırmıyorlar. Hürriyet gazetesi 60. yılını kutlarken, adı Hürriyet’le bütünleşen Emin Çölaşan’ı anımsamıyor bile. Hakan Akpınar’ın hazırladığı “ONLARIN HİKÂYESİ” kitabı, Plautus’un sözünü yeniden gündeme getiriyor: “Lupus est homo homini” (İnsan insanın kurdudur). Basının koşullarına göre bu sözü şöyle değiştirelim: “Gazeteci gazetecinin kurdudur.” ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Hakkı Devrim Çetin Altan Emin Çölaşan Demokrat Parti yönetime geldiği zaman önce basını susturmak istedi. Bedii Faik’in ünlü sözü unutulmamalıdır: “Bunlar işe besmeleyle başlayacaklarına beslemeyle başladılar.” Yönetimlerin yanlışlarını alkışlayan “besleme basın” anlayışı hiç değişmedi. “ONLARIN HİKÂYESİ” Yazarlığa girişecek insanın söyleyecek sözü olmalı. Daha önemlisi o sözü nasıl söyleyeceğini iyi bilmesidir. Yazarlık önce biçem oluşturma işidir. “Mısra benim haysiyetimdir” diyen ozan, şiirini süslemeye özen gösterir. Köşe yazarlığına soyunan yazar yalın sözden yana olmalıdır. Kiralayarak, satarak kalemini kirletmemelidir. “Besleme kalem”, kendini bağışlatacak özürler bulmaya çalışır. Dünyaya bakışı değişmiştir. Katı bir devrimcilik anlayışına, bir öğretiye bağlanmayı, özgürlüğünün sınırlandığı yorumuna vararak, kendini bunlardan kurtarmak ister. Belli bir görüşü savunmak mı özgürlüktür, hiçbir görüşe bağlanmadan kendini öne çıkarmak mı? Belki de yönetimin yanında yer almayı özgürlüğün güvencesi sayan yazarlar var. Onlar; gazeteci bir yazar olarak kendilerini kanıtlamak özlemi içinde olanlar, bu zorlu serüveni nasıl göze aldılar? “Onların Hikâyesi” ile anlatılmak istenen nedir? Cumhuriyet döneminde basın tarihimizde yer alan binlerce yazar var. Her biri ayrı ayrı siyaseti, siyasetçileri etkilediklerine inanan bir coşku içinde yazıyorlar. “Onların Hikâyesi”ni anlatan Hakan Akpınar, “Nasıl gazeteci oldular” sorusuna yanıt aramaya çalışıyor (ONLARIN HİKÂYESİ, Bilgi Yayınevi, 2008). BİRKAÇ KADIN GAZETECİ Kitaba “önsöz” yazan Emin Çölaşan, nasıl gazeteci olunduğunun anlatılması için arkadaşını özendirmek istiyor: SAYFA 26 “Çoğumuz rastlantılarla, bazen de hayret verici olaylarla gazeteci olmuşuz. Bunları duydukça şu sonuca varırdım: Keşke birileri bu öyküleri kitap yapsa, bizlerin nasıl gazeteci olduğumuzu anlatsa.” Bu öneriyi benimseyen Hakan Akpınar, basın ortamından 33 kişiyle ilişki kurarak onların gazetecilik serüvenini anlatıyor. Gazeteciliğin geniş alanında köşe yazarlığının sınırlı bir yeri var. Bu 33 kişi kendini köşe yazarlığı için hazırlamış değil. Köşe yazarlığında eleştirel denemeye kadar uzanan bir edebiyat birikimi vardır. Köşe yazarı sıradan yorumlarla yetinmek yerine, okura görüş kazandırmasını bilmelidir. “Aykırı röportaj”larla ilgi uyandıran Ayşe Arman, kendini nasıl aşmaya çalıştığını şöyle anlatıyor: “Yaptığım iş ne tam gazetecilik ne de köşe yazarlığı. Ben bu gazeteyi bir okul olarak görüyorum ve her Allah’ın günü yeni bir şeyler öğrenmeye devam ediyorum” (Ayşe Arman, Siyah Gözlüklü Sarışın Gazeteci). Duygu Asena, Hürriyet’in eki “Kelebek”te “Şirin” başlığı altında kadınlara yönelik bir sayfa hazırlayacaktır. Yasak bir sevi ilişkisi yüzünden gazeteden kovulur. Yöneticilere yaranma yarışı içinde hiçbir gazeteci arkadaşı onu savunmaz. Daha sonra “Kadınca” dergisindeki yazılarıyla kendini kanıtlayan Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” adındaki kitabı büyük başarı kazanarak 40 baskıya ulaşır. Duygu Asena yıllar sonra, yetenekli gençlere iletişimle ilgili bir konuşma yapması için, kovulduğu gazete Hürriyet’e çağrılır. Konuşması, basın ortamındaki çirkinlikleri anımsatan bir ders özelliği taşır: “Arkadaşlar... İnsanlar gazeteciliğe çok heyecanlı bir macera mesleği olarak başlarlar. Böyle değil, çok fazla çalışmanız lazım. Mesela ben, bu müesseseden ‘ahlaksız’ diye kovuldum. Sonra ben kendimi öyle bir kanıtladım ki, bunun sonucunda ‘ahlaksız’ diye kovulduğum yere şimdi ders vermek üzere çağrıldım. Bu kolay bir iş değil” (Kovulduğu Yerde Konferans Verdi). KAÇ KİŞİ KALDIK? Basın dünyamızda birbirinin kuyusunu kazarak yükselmeyi meslek edinen gazeteciler vardır. Cengiz Aslan, Turgut Özal’ın doktoruydu. Gazeteciler arasındaki sürtüşmeyi anımsatarak Özal’a der ki: “Bakın efendim, TÖ diye kastettikleri siz değilsiniz. TÖ, Tuncay Özkan’dır. Bunlar kendi içlerinde birbirini yerler” (TÖ’nün Bilinmeyen Öyküsü). Tuncay Özkan medyada hızla yükselen bir gazetecidir. “Kanal D” yönetiminden ayrılarak “Çukurova Holding Medya Grup Başkanlığı”nı, “Show Televizyonu Genel Yayın Yönetmenliği”ni üstlenmiştir. 2004 yılında da “Kanal Türk”ü kurmuştur. Uğur Dündar’ın açıklaması anlamlıdır: “Dikkat edilirse, yarım asra yaklaşan meslek hayatımdan bazı anıları anlatırken Tuncay Özkan’dan söz etmeye hiç gerek görmedim... Çünkü Tuncay’ın emrimde çalıştığı süre 35 yılı geçmez. Üstelik ARENA’da muhabir olarak emrimde çalışmaya başladığında televizyonculuğun ‘T’sini dahi bilmediği için, açıkçası ilk yıllarda ondan büyük bir beklentimiz yoktu.” Tuncay Özkan başkalarının sırtına basarak, haksız mı yükseldi? Neden KANAL TÜRK’ü satmak zorunda bırakıldı? Biz kaç kişiydik, kaç kişi kaldık? “CUMHURİYET”İN İŞLEVİ Hakan Akpınar’ın “Nasıl gazeteci oldular” sorusunun altında şaşırtıcı bir gerçek var: Nice ünlü gazeteci hep Cumhuriyet gazetesinin sıkıdüzeninden geçmiş. Demek ki Cumhuriyet, okul olma özelliği gösteren, kurumlaşmış bir gazete. Ama Cumhuriyet bile baskı dönemlerinde, kendi iç savaşımında, değişik anlayışların eline geçti. İlhan Selçuk’un yazarlık serüveni, “Aydınlanma Devrimi”nin başarıya ulaşması için giriştiği savaşımların da serüvenidir. İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesinin MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 955
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle