27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kısa Kısa... Kısa Kısa... Kısa Kısa... ¥ Ë Özlem SEZER H emen, hemen! Hiç durmadan, düşünmeden, acaba demeden, lokmanı sindirmeden, çay demlenmeden... Ordan oraya ya koşar ya uçarken, bir cümle bitmeden diğerine geçerken, nokta sahi orada mıdır, virgül yerinden emin midir demeden... Abur cubur kültürünün içine sıkıştırıp kabuğuyla, insanı ayırmadan yutarken... O haber uğruna bir hayatın nasıl yalana eşdeğer cümle bölünmeleriyle, renklendirmelerle saptırılıp parçalandığını ve yalnızca satan parçanın alındığını hesaba katmadan... İnsanın altı üstü bir öğün olup öğütüldüğünü umursamadan... Tüm aile oturup sofra başına, uçakları, bombaları, yalnızca birer sayı haline gelmiş canların yitip gidişini, aksiyon filmleriyle karıştırılan savaşları, kanın kırmızısını ve feryatları, suratların ağa takılan en acılı anlarını çatal kaşık gürültüleri arasında tüketirken... Oğuz Haksever Cinayetlerin bile magazinleştirildiği ve hemen arkasından ilginin hiçbir huzursuzluğa yer bırakmadan manken dedikodularına geçiş verdiği; savaşın havai fişek gibi bir anda yanıp sönen duygu patlamalarıyla savrulduğu dünyada, bağırmanın değil söylemenin erdemidir... Haberciliğin ana maddesi olan aşırı hıza ve onun getirdiği kazalara, öte yandan hem sıkışmaya, hem sündürmeye karşı bir tavırdır Oğuz Haksever. Ve İnsan’dır, O An’dır. Sinema Lumiere kardeşlerle birlikte duran fotoğrafların bir trenin vagonları gibi arka arkaya geçişiyle hareketi elde etmeyi keşfetti. Derken televizyon farklı olarak vagonların içine ne koyacağını çok da seçmeyerek hızını artırdı. Oğuz Haksever’se treni durdurup bu vagonlara tek tek bakmayı keşfetti. Ekranın günahlarının hiç de söylendiği kadar mecburi olmadığını bağırmadan çağırmadan, vurmadan kırmadan yalnızca iyi olanı ortaya koyarak anlattı. Diğerleri geçiciliği esas alıp sille tokat haberciliğin etkisine, beş parmağın yüzdeki kırmızısına odaklanırken; ‘O’ An o içe sızmayı seçiyor, herkesin doğrudan hayatın kalbine giden öyküleri olduğunu anımsatıyordu ki o içe sızan, bizde kalanla birleşsin... Habercilik ahlâkının gün be gün çöküşe uğradığı bir sistemin hayata vurduğu en önemli iki darbeyi özetliyordu seçtiği isimler. İnsanın içi boşaltılmış, hakları umursanmamış bir tüketim malzemesi olması karşısına Ve İnsan’ı koyuyordu. Trenin hızını da küçümseyerek motosikletçi habercilerin, hıza ve illa da keskin virajlara koşan tatminsizliğinin doğal sonucu olan zincirleme kazaların karşısında da O An diyerek duruyordu. Taklit edilmiş mimikler, hadi şimdi hep birlikte yargılayalım diye kaş çatmalar, şimdi bunu sevmeliyiz diye haberin geçtiği ekrana gülümseyerek bakmalar, bağırmalar, yüz buruşturmalar, kelimeleri sündürerek uzatmalar, ajitasyonlarla duygusal tepkilere yön göstermek yerine o, bağırmadan sundu haberlerini. Sakin, yumuşak, derinden akan bir jazz parçası gibiydi. Durup düşünmek ve daha da önemlisi atlanıp geçilen onca şey için hissetmek diyen bir iç sesti. BİR İNSAN... HER İNSAN... Haksever alıcısını önemsiyordu ve dik ¥ Yaklaşımlarıyla Eleştiri Kuramcıları Ë Çağlar DEMİRBAĞ ehmet Rifat’ın bir ada olduğunu düşünmüşümdür hep. Aslında bulunduğu ortamın olumsuz yanlarından etkilenmeksizin inatla belirli bir doğrultuda çalışmalar yürüten her bilim insanı, yazar, düşünür, sanatçı, bir adaya benzer. Ve her ada, kendine ait belirgin özellikleri olduğu için başka bir adayla kolay kolay kıyaslanamaz. Örneğin şiirimizde Nâzım Hikmet bir adadır ya da romancılığımızda Yaşar Kemal... Neden böyledir bu? Neden kalıcı eserler üretmek için ada olmak gerekir? Bir ada olmanın korunaklığı ve inadı olmaksızın piyasadan ve döneme özgü koşulların etkisinden uzakta durmak imkânsızdır çünkü. Ama bu çok zor bir iştir, yani ada olmak. Bitmez tükenmez çalışmalarla, özel yaşamdan fedakârlıklarla, neredeyse bir mahkum hayatı sürer gibi yaşayarak oluşur o adalar. Ve bu öyle derinden ve yavaş yavaş gerçekleşir ki, ne o kişinin etrafındakiler, ne de kendisi fark etmeyebilir bu değişimi. Mehmet Rifat, adeta yüzen bir adadır, yerinde durmayan, duramayan. Her an yeni bir çalışma, yeni bir kitapla kendisini büyüten bir ada. Bir kitap, başka bir kitabın doğmasına vesile olur onun yaşamında. Sonra bir bakmışız ki kitaplardan oluşmuş köprüler belirmiş yaşamında, başka adalara bağlanan, adaları çoğaltan... Ister sık sık gittiği Fransa’da, ister Türkiye’de, onu ve çalışmalarını belirli kalıplara oturtmak imkânsız gibi gelir pek çok kişi için. Göstergebilim ve dil bilim üzerine yaptığı kapsamlı çalışmaları, incelemeleri, denemeleri, çevirileri bize bambaşka kapılar aralarken, onu da başka kapılardan başka dünyalara taşır çünkü. Bu yüzden baktığımız yerde onu bulup, tasnif edemeyiz. Edebiyatımıza ve düşün dünyamıza mütevazı gibi gözüken bu katkıların mütevazı gibi gözükmesi ise, Mehmet Rifat’ın kişiliğiyle alakalıdır muhtemelen. Yoksa, büyük bir sabır, titizlik ve yoğun çalışmalarla ortaya çıkmış bu eserlerin mütevazı çalışmalar olmadığı, gelecekte bugünkünden daha iyi anlaşılacağı ve tüm ihtişamını gözler önüne sereceği kesindir aslında. Nasıl ki şimdi, Hüseyin Cöntürk’leri, Selahattin Hilav’ları, günümüz eleştiri dünyasına bakıp mumla arıyorsak... Mehmet Rifat, şimdi de “Yaklaşımlarıyla Eleştiri Kuramcıları” adlı bir kitabı Sel Yayıncılık aracılığıyla düşün ve yazın dünyamızın damarlarında dolaşıma soktu. Eleştiri kuramcıları derken Bahtin, Barthes, JaSAYFA 22 M cobson, Eco, Derrida ya da Paul de Man gibi isimler akla gelir çoğunlukla. Onların yapıtları ve yaklaşımları, eleştiri ve düşün dünyasını derinden etkilemiş, başka yaklaşım ve yorumların önünü açmıştır. Ama öne çıkan bu kuramcıların eserlerini birbirleriyle etkileşime sokmak ve bu etkileşimlerden yeni bakış açıları üretmek uzun ve zahmetli çabalarla mümkün olabilir ancak. Ama yabancı eleştiri kuramcıları ve eleştirmenlerini bir kılavuz kitap görünümünde hazırlanmış bu yapıt aracılığıyla, belirgin özellikleri ve aralarındaki etkileşimlere bakarak düşünmek, hem onların yapıtlarının nerede durduğunu daha iyi anlamamızı, hem de bu sayede kendi yazınsal ve düşün dünyamızda farklı eleştirel yaklaşımların önünü açma imkânını bize sunmuş oluyor. Bana göre kitabın en güçlü yanı da burada saklı. KİTABIN HAZIRLANIŞI Kitabın hazırlanış ve kurgulanışı da çok özel. Alfabetik sıraya göre dizilmiş yazar ve yaklaşımlar, önce özyaşamsal ya da tarihsel boyutuyla aktarılmış. Bahsi geçen kişi ya da yaklaşımın ayırt edici özellikleri verilirken de, başka kişi ve yaklaşımlara göndermeler yapılması, çoklu bir bakış açısı ve okumanın da önünü açıp, aslında o kişi ya da yaklaşımın sınırlı da olsa bir haritasının oluşmasını sağlamış. Bu harita içinde bahsi geçen yaklaşıma yönelik eleştirilere de yer verilmiş olması, eleştiri kuramlarının eleştirisine dair ipuçları sunarak, aslında haritayı bütünlemiş oluyor. Ayrıca, her kişi ya da yaklaşımın ele alındığı maddenin sonunda, ilgili Türkçe kaynaklara ya da kitapta yer alan başka maddelere göndermeler yapılarak, ilgili maddeye yönelik yapılacak başka okuma ve araştırmalar için de bir zemin hazırlanmış oluyor. Bir başka önemli ayrıntı da, Mehmet Rifat’ın diğer çalışmalarında da tanık olduğumuz gibi titiz bir biçimde hazırlanmış ve kitabın sonunda yer alan “kaynakça” ve “özel adlar dizini”... Kitapta yer alan bu bölümler, araştırmacılar ve okurlar için elbette büyük kolaylıklar sağlıyor. Mehmet Rifat, bu kitapla yabancı eleştiri kuramcılarını ağırlarken, yerli eleştiri kuramcılarımızı ve eleştirmenlerimizi ele alan oldukça geniş kapsamlı bir çalışmanın, yakın bir zamanda “Bizim Eleştirmenlerimiz” adıyla kitaplaşacağının da müjdesini vermiş oluyor. Böylelikle bu iki kitabı birbiriyle etkileşime sokma imkânını yakalamış olacağız. Aslında kendi eleştiri dünyamızın bir manzarası da çıkmış olacak bu kitaplar aracılığıyla. Kitabı okurken, dikkatimi çeken bir başka ayrıntı da, kitabın sonsözü oldu. Aslında “sonsöz” de değil, Mehmet Rifat’ın seçtiği başlıkla “Sonsöz Yerine”... Yani yine onun tabiriyle bitmemiş bir sonsöz... Kitabın sonuna düşülen bu not, hem günümüz eleştiri dünyamıza dair bir tespiti (belki bir karamsarlığı), hem de kitabın hedeflediği şeyi (bir umudu) yansıtıyor. Mehmet Rifat, bu çalışmanın “okumalarının hızlı esen rüzgârına kapılarak eleştirilerinin içine kavramları rastlantısal biçimde “akıtma”yı onulmaz bir “alışkanlık” haline getirmiş Eskiler ya da Eskimiş Yeniler” için değil de, “eleştirel bakış açılarının çeşitliliğini görüp, bu çeşitlilikten bir tutarlılık elde etme çabası Mehmet Rifat içine girecekler” için yapıldığını, kitabın “Yeniler” ya da “Yeni Yeniler”e hizmet ettiğini ve sonsözü onların söylemesi gerektiğinin altını çizmiş bu notla. Oldukça anlamlı bir uyarı ve ithaf bana kalırsa, günümüz eleştiri dünyasının açmazlarını, fosilleşmiş tavırlarını ya da aldatmacalarını gördükçe. Bir eleştirmen, okur ya da yazar... Okuduğu metinle daha yoğun etkileşime girmek ve okuduğu metnin sahip olduğu sese ve zenginliğe ulaşmak isteyen herkesin, bu kitabı bir başvuru ve başucu kitabı yapacağı kaçınılmaz. Kitabın dilinin yalınlığı ve yazarın bakış açısındaki tutarlılık, bu kitabın kılavuz kitap olma özelliğini pekiştiriyor çünkü. Eleştiri dünyasının labirentinde yolunu kaybedenler ya da henüz o labirentin içine girmemiş ama girmek isteyenlere duyurulur... ? Yaklaşımlarıyla Eleştiri Kuramcıları/ Mehmet Rifat/ Sel Yayıncılık/ 120 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 955
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle