Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Sanatla sporun oyunu oğada sanat var mı, spor var mı? Sanat, spor kavramlarını, günümüzdeki karşılıklarını, alanlara değgin getirilen açılımlarıyla alırsak elbette doğada sanat, spor yok! Ama açıyı özelleştirir de öze değgin kimi ipuçlarını alırsak diyeceğiz ki, doğada sanat da, spor da var elbette! Örneğin çevremizde doğa kaynaklı işitsel, görsel ritimler, süreçsel ya da ardışık, bakışık dizilişler sanatın, sporun doğadaki karşılığı olarak alınabilir herhalde. Ancak doğada sanat da spor da bir “kendiliğindenlik” yansıtıyor. Yaratılmış, bitmiş, daha doğrusu özü itibarıyla birbirini yineleyerek varlığını koyan, birörneklik yönünde gelişim gösteren sürecin yansıması bu. Oysa sanat da spor da “kurulurlukyaratılırlık” niteliğine sahip. Bundan ötürü de oluşumu her an süren veya bu oluşum temelinde bir süreci dile getirecektir. D Öyleyse bunlar örtüşen değil, çatışan alanlar aynı zamanda. Evet siz, doğaya bakarak sanata, spora yöneldiniz, ama geçmişten günümüze ulanan bin yıllar içinde doğadaki sanatı, sporu aşarak bugüne ulaştınız. Gelişimi içinde sanatı, sporu bu kendiliğindenlik zırhından çıkarıp ona kuruluryaratılır nitelik kazandırdınız, sanatı da sporu da kültüre aldınız yani. Bugün doğadakinin benzeri konumunda sanat ya da spor yapmanın olanağı yok artık. Tersine, onlardan ayrıldıkça, onlarla çatıştıkça kendi varlığınızı pekiştireceksiniz sanat, spor alanında. İşte bu nedenle de gerek sanat gerekse spor, yalnız kavramsal açıdan değil, yanı sıra öz nitelikçe de her an değişim gösteriyor, süreğen bir gelişim çizgisi içinde dönüşümlere uğruyor. İnsanoğlu, kültürünü, ekinini yani tüm yapıp etmelerini, değiştirip dönüştürerek kendinin kıldığı ne varsa hepsini de doğaya benzeterek, ona öykünerek, onunla özdeşleşerek ortaya koymadı mı? Hiç kuşku yok ki en sağlıklı, en doğru yol da buydu, önünde tek örnek vardı çünkü, dayanağı da bu olacaktı. Bu, öylesine büyük çaba gerektiren süreçti ki, on binlerce yıl bununla boğuşup uğraştı. Bu doğrultuda bilimler de düşünce de, din de, sanat da, spor da hepsi bir arada yumak oluşturuyordu başlangıçta. Biri ötekinden kolayca ayrılıvermedi öyle. Bu ayrışma bile en azından iki bin beş yüzyıllık geçmişe sahip. Peki kimdi, kimlerdi bilimi, sanatı, sporu, felsefeyi, dini, şunu bunu kendilerinde tutan insanlar? Yanıt tek; Şamanlar. ŞAMANLAR SANATIN, SPORUN ATASI… Şaman tek başına öylesine güce sahipti ki, bu haliyle insanoğlunun görünür tanrısı olarak çıkıyordu karşımıza. Şaman bilimciydi; sözgelimi yaşadıklarından kalkarak öngörüler getirebilmeli, avla, gündelik yaşamla ilgili öngörüleri ötekileri için yarar sağlayabilmeliydi. O bunu yaptı. SAYFA 24 Şaman bir düşünücüydü, ahlak insanıydı; çevresindekileri bir hedefe yöneltebilmeli, onları bir arada tutabilmeliydi. O, bunu yaptı. Şaman bir sanatçıydı; hayvanları, bitkileri, doğayı en iyi o bilmeli, onların taklitlerini, tüm doğa olaylarını, işleyişini oyuncu olarak başarıyla yansılayabilmeliydi. Şaman bir sporcuydu; bütün bunları başarıyla yapabilmek için gücünü, nefesini kullanmayı bilmek, buna değgin iyi kötü bir tekniği olmak zorundaydı. En üstün koşucu, en güçlü insan, uzun atlamada, sıçramada, taşı uzağa fırlatmada, ağırlığı kaldırmada en yetenekli, becerikli o olmalıydı… O, bunu yaptı. Bu yüzden diyebiliriz ki, bilimci, düşünücü kadar sanatçıyla sporcunun da atası ortaktır, bu ortak ata da şamandır. Sanatla spor, uzun yıllar birlikte yol aldı. Burada kimi örnekler verilebilir. Sözgelimi tiyatronun, bağbozumu şenlikleriyle başladığı biliniyor. Sanatın böylesi şenlikle başlaması, yoğun bir hareketlilikten varlık alması demek değil midir? Bir yandan iş güç, öte yandan bunu eğlenceli kılma, yapılan işi soyutlamaya girişme… Herk dediğimiz iş türküleri de böyle değil midir, yapılan iş sanata yansımamış mıdır? Nedir iş? Kuşkusuz spor, bağ bozumu bir yarıştır, engelli koşudur, öteki işler de böyle… Bütün bunlar ortada tiyatro sanatı yokken yaşanan gelişmeler. Tiyatro çıktıktan sonra oyuncuların atası olarak kabul edilen Thesbis’in turneler yapmak üzere yürüyüşü de, haber ileticisi Maraton’un koşusu da yine spor temeline dayanıyordu. Rahiplerin, herkesten ayrı bir güce sahip olduğu bilinmeli, yayılmalıydı ki bu kişiler toplumda kendilerine saygın yer edinebilsin, bunu koruyabilsinler. Antik kentler, bunun gerçekleştirilmesinde tıpkı şaman döneminde olduğunca sanatın, sporun nasıl dayanak yapıldığını gösteren önemli merkezler aynı zamanda. Gerçekten de rahipler, on binlerce yıl sonra ortaya çıkmış birer yeni Şamandı. Örneğin antik Hierapolis’teki “cin deliği”nin bu yönde somut veri oluşturduğu düşünülebilir. Karbonmonoksit yayan dehlize güçlü bir adamla, boğayla vb. giren bir rahibin, hayatta kalmayı başarmasının gizi, nefesini uzun süre tutabilmesindeydi. Antik kentlerde amfitiyatrolarla, odeonlarla stadiumların, gimnasiumların yan yana, hatta iç içe yapılışı dikkat çekici… Bu yaklaşım günümüzde de sürüyor. Buralar, sanatın da sporun da kurumsallaştığı ilk merkezler oldu aynı zamanda. Yarışmalar, ödüller, daha da önemlisi, kentlerin ileri gelen varlıklılarınca sağlanan katkı, sanatla sporun söz konusu dönemde belki de ilk kez olağanüstü bir ivme kazanmasına yol açtı. UYGARLIĞIN ANAHTARI: OYUN... Kurumlaşma nedir? Alanın kendi kavramlarını koyması, kendi sınırlarını çizmesi, varsa yasalarını çıkarabilmesi, yoksa da kurallarını belirlemesidir… Sanatla spor da kurumlaşmış alanlar olarak artık yollarını ayırıp birbirine veda edecekti çaresiz, böyle oldu. Ancak onların arasındaki ilişki hep sürecekti. Sözgelimi Leonardo da Vinci’nin kas çalışmaları, sanatla spor ilişkilenişinde somut bir örnek olarak alınabilir pekâlâ. Hatta buna bilim de eklenebilir. Bu örnek bize, sanatın da sporun da kuş gözündeki bilimsel niteliğe uygun bir çalışma yöntemi içerdiğini gösteriyor aynı zamanda. Kuşların gözü hem teleskopik hem de mikroskobik yapıya sahip; buna göre hem bütünü görüyor onlar, hem de nesneyi her an görüntü olarak yakınına çekebiliyor. İşte sanat da spor da, yapısal nitelik olarak hem en geneli görmek hem de bu en genel içinde ayrıntıyı göz önünde bulundurmak zorunda. Sanatçıların, yapıtlarında işlevsel ayrıntıyı hesap etmesi, bütüne yönelik tasarımını kurarken bunun bütün aşamalarını önceden gözünde canlandırıp hesaplayabilmesi; sporcuların da öngörülen tasarımda bütünün her adımında buna uyması hep bu zorunluluktan. Kısa öykü türünün yaratıcılarından Edgar Allen Poe, “Morgue Sokağı Cinayeti” adlı öyküsünde satrancın karmaşık yapısına karşın derin düşünmeye pek olanak tanımadığını, oysa dama oyununun daha yalın yapısı olmakla birlikte satranca oranla daha derinlikli düşünme gerektirdiğini öne sürer. Sanat da spor Metin And da ister karmaşık ister yalın mutlaka düşünceyle üretilen, yaratılan, verimlenen alanlar. Kulağımda Vefalı Garbis’çe söylendiğinin kaldığı bir futbol özdeyişi bunu özetlemekte yararlı olabilir: “Gol kaleye değil, kaleciye atılır.” Sanatın da sporun da ister yalın ister karmaşık olsun düşünceyle üretildiğini ele veriyor bu özdeyiş. Çünkü her iki alan da başta söylediğim gibi yaratılarak kurulan, yapıntı alanlar. Öykünmeyle, benzeşmeyle, özdeşleyimle ne sanat yapılabilir ne de spor! Elbette bu doğrultuda iki alan arasında yaşanan örtüşmeler, bütünleşmeler bunlarla sınırlı değil… Bu konuda daha pek çok örnek gösterilebilir. “Oyun” özelliği de bu örtüşmenin, bütünleşmenin olmazsa olmaz yanını vurguluyor. DARWİN’İN OYUNU, OYUNBOZANLIĞI... Doğanın kendisinden aldığımız belki en önemli yan işte bu: oyun. Doğada biz insanların dışında hayvanların da buna yatkın davranışları olduğunu biliyoruz. Oyun bitkiler için de geçerli. Örneğin bitkilerle ilgili başka dillerde de pek çok örneğine rastlanabilecek türde Türkçede “şaşırtma vermek”, “ağacın aldanması”, “alıştırmak”, “erken uyanmak” Fidancılıktaki aşılar, tüplemeler de oyunun uzantısı… Aslında tüm doğa oyun sunuyor bize. Ufuk yanılsaması, perspektif şaşırtması, tutulmalar doğanın bize oyunundan başka ne olabilir? Demek ki sanatla spor, “oyun olmak” bakımından da büyük bir bütünleşme, örtüşme içinde… Burada Huizinga’nın “Homo Ludens” (İmge) kavramı üzerinde durulabilir. Buna Metin And’ın Oyun ve Bügü’sü de (YKY) eklenebilir. Bu iki kaynak, bize sanatla sporun “oyun” temelinde nasıl bir araya geldiklerini, geleceklerini çok iyi gösteriyor çünkü. Charles Darwin’in İnsanın Türeyişi (Çeviren Sevim Belli, Onur, sekizinci basım, 2002) adlı dev yapıtı da, olağanüstü bir zenginlikle kuşatıyor bizi. Evrimin temel itici gücünün “oyun” olgusu olduğu düşünülebilir bana göre. Canlıların doğal elemeye karşı, “oyun enerjileri”ni açığa çıkararak kendilerini koruyabildiği neden düşünülmesin? Darwin, Brehm’in 1864’teki tanıklığını aktarırken şu örneğe yer veriyor: “Birçok maymun türü, çaydan, kahveden ve alkollü içkilerden hoşlandıklarını açıkça belirtirler. Kendi gözlerimle de saptadığım gibi keyifle sigara içerler. Brehm, kuzeydoğu Afrika halkının, yabanıl şebekleri, içip sarhoş oldukları içi sert bira testilerini görecekleri yere koyarak yakaladıklarını anlatır.” (18) Darwin’in insanla hayvanda gözlenen sinirsel, duyusal benzerlikler üzerinde duruşunu bir yana bırakalım, saltık olarak oyun olgusunun nerelere uzanabileceğini düşünelim bir an. Öyle ya doğadaki av da avlanma da bu doğrultuda örneklenebilir. Darwin’in çalışmaları da oyun olarak alınabilir pekâlâ. Öyle ki, bu oyunuyla oyunbozanlık yaptığı bile düşünülebilir onun. Özetle söylersek, sanat da spor da doğaya öykünüyle başlamış olmalı. Bu anlamda her iki alan da aynı bir alan içinde yaşadı bin yıllar boyunca. Sonrasında yalnız doğaya karşı kendi bağımsızlıklarını koymakla kalmadı, yanısıra birbirine karşı da bağımsızlık savaşı verdi demek ki. Çünkü her iki alan da kendi varlıklarını birbirlerine karşı daha sıkı disiplinle korumaya, koymaya çalışıyor süreç içinde, kurumlaşabilmek için buna zorunlu. O halde zorunlu olarak birbiriyle çatışacak aynı zamanda, bu onların doğadan gelen temelde oyun olma özelliğinden kaynaklanıyor kuşkusuz. Çünkü sanat, spor ne denli farklı alan da olsa, birbiriyle yarışıyor. Oyun sürüyor. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 955 Charles Darwin Johan Huİzinga