27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Güntan’la ‘Toplu Şiirler’ (19762005)... ‘Şiire şiir olarak bakmayı öğrendik bir şeyi böyle anlatabilme kabiliyetinden dolayı dile şükranlarımı sunarım, o kadar. Dile bakarak birçok şeyi anlayabiliriz de, bunu da anlıyorum, kabul ediyorum; ama dili atomlarına kadar bölünce bir huruca vardığımıza inanmıyorum. Dile o kadar inanmıyorum, fikir olarak güzeldir; ama oranın da hakkını vermek lazım, öyle uydurukuppak olmaz, hiçbir şey o kadar kolay değil. Çok hesaplaştım dille ben, dilin bana hiç yardım etmediğini söylemeliyim. Şu, “şiire mümkün olan her şeyi sokmak isteğiyle giderken birden kendimi her şeyi şiirden atma çabasında bulmam” meselesi de bugün düşününce daha çok kişisel bir krize dayanıyor, dilde bir arayışla alakası yok pek. MİSTİSİZM YILLARI Voyıcır 2., 80’lerin sonunda yazılıp 90’da yayımlandı. 80’lerden hep bahsedilir de 90’lar bilinmez. 90’lar sizi, Lâle Müldür’ü nasıl karşıladı? 90’lar mistisizm yılları oldu, Lâle’nin ilk defa çok okunduğu yıllar; bense 90’ları, kendi şiirim için girdiğim dönemeçler hariç, valla hiç ama hiç hatırlamıyorum. 90’lar karanlıktı, çöl gibiydi, arada dergilere sorti yapar bakardım, sonra yine ilgiyi keserdim. 90’ların ilk yarısında dağıtmıştım biraz, ama o dağınıklığın içinde arada kapanır Romeo ve Romeo’yu yazardım, başka türlü de yazamazdım o şiiri, ne yaptığımı çok az bilerek yazdım Romeo ve Romeo’yu. Sonra oradan nereye gideceğim? Her şeyi atmışım şiirimden. Bir “ilkel bakma” dönemine girdim. Ege’yi dolaştım sık sık. Tabiata baktım, köylülere. Okumaya geri döndüm, eksiğimi biraz da geç kaldığımı düşünerek ülkemle tamamlamaya karar verdim. Türk şiirine ve düşüncesine daha yakınlaştım. İkili Tekrar dönemi bu dediğim, şiirde siyasete tekrar dönmek için bir başlangıç. Sonra Dergâh’ta Hakan’ın (Arslanbenzer) “İmge’nin Ölümü” yazısını gördüm, çok sevindim, benim için 90’lar 1998’de bu yazıyla artık bitmişti. 90’ları yarıp çıkan NeoEpik oldu. Geliyoruz Romeo ve Romeo’ya. Baştan sona bir virgül orkestrasyonu (orkestralama), başka sözcük bulamadım. Bu kitabı yazarkenki haleti ruhiyeniz nasıldı? Çok zor ama çok güzel soru. Romeo zaten bizatihi oydu. O zamanki haleti ruhiye orkestrasyonu. Başka türlü yazamazdım. Şiir yazarken kendinize ya da başka şairlere yönelik süreklilik arz eden bir aşma ya da yıkma niyetiniz var mı? Nâzım sonradan hem Mehmet Emin’in hem Hamid’in hakkını teslim etmiş, biliyorsun onlara put deyip yıkmaya davet etmişti, sonradan güçlerini kabul etmiştir. Yıkmak değil, sanırım aşmak da değil, kendimi nasıl aşabilirim, şiir gibi bir alanda başkalarını aştığımdan nasıl o kadar emin olabilirim, çıkmak huruç etmek daha doğru, çıkış, Huruç dergi ismiydi biliyorsun, güzel isimdi. Kendimden huruç imkânını her zaman ararım, parçalı ham şiirlerde aradığım gibi. 19951999 arasında yazılıp 1999’da ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 955 Şiirleri, ilk olarak Kasım 1977’de Birikim dergisinde yayımlanan Ahmet Güntan, aynı yıllarda Yeni İnsan dergisinde müzik yazıları yazdı. İlk kitabı İlk Kan (1984) ile adını duyurdu. Altı yıl aradan sonra 1989’da çıkan, kendi yayımladığı Köpüklü Bir Kan, Bir Duman, kitapçılarda satılmadı, yaklaşık 200 kişiye posta yoluyla ulaştırıldı. Nezle, Lale Müldür’le birlikte 1990’da yayımladığı paydaş kitap Voyıcır 2’de yer aldı. Çeşitli dergilerde şiir üstüne yazıları yayımlandı. Deneme kitabı Esrârîler 2003’te, yeni bir şiir ihtiyacını dile getirdiği “Parçalı Ham Manifesto” 2005 yılında kitaplık dergisinde yayımlandı. Toplu Şiirler. (19762005), Güntan’ın deyişiyle, baştan bugüne bakmak isteyen okur için bir fırsat. Güntan’la şiiri ve Türk şiiri üzerine söyleştik. anlatayım, 1971’di; edebiyat okumaya 12 yaşında başlamıştım, ama şiiri sevmem ve yazmaya başlamam 1971’de. Bir gece yarısı uyanmış karanlıkta buzdolabının kapağını açmıştım, orada o çiğ beyaz ışığın önünde kalakalmıştım, bunu neredeyse düzyazı şiir gibi yazmıştım: Buzdolabının kapısından aniden gelen beyaz ışık karşısında kalakalışımı, mekânın ve zamanın duruşunu... BAŞLAMAK İÇİN... 1971’de yazdığınız ilk şiirden 1977’de Birikim’de ilk yayımlanmış şiirinize, 6 yıl var. Nasıl geçti o 6 yıl? Neler okudunuz, neden beklediniz? Şiir okumaya 1971’de başladım, 16 yaşında, bence iki yıl geç. Zaten edebiyat dergilerine gireli 4 yıl olmuştu, şiir için ayrıca bir araştırma yapmadım, şairleri biliyordum, bilmediklerimin izini de o zamanlar için şart olan Necatigil’in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nden buldum çıkardım. Hepsine birden atladım, hepsi gibi şiir yazdım, hiç olmazsa birer tane, ama öyle ders gibi alıştırma olsun diye değil, farkında değildim, çabuk girerdim etki alanlarına. Şiire olan ilgimde yapayalnızdım, paylaşabileceğim hiç arkadaşım yoktu, edebiyat konusunda vardı ama şiir okuyan ya da seven yoktu, İzmir 19711975. Okul gazetesine şiirsel metinler vermiştim, Türkçe hocası onları “fikir romantizmi” diye nitelendirmişti, yerinde bir niteleme. Duvarımda bil bakalım kimden bir alıntı vardı, Rimbaud’dan, tam teçhizat hazırmışım demek ki, hepsini yalnız buldum, dergilerden, İzmir Milli Kütüphanesi’nden, ödemeli posta ile İstanbul kitabevlerinden. Bir yandan da müzik benim arkadaşımdı, David Bowie’nin çıktığı yıllar, çok etkilenmiştim hem müziğinden hem şarkı sözlerinden. Okuldan eve gelir gelmez bir yandan Hamid’in Makber’ini yeni Türkçeye çevirir bir yandan da TRT 3’te Space Oddity’nin çalmasını beklerdim. Ë Ömer ŞİŞMAN oplu Şiirler’inizi yayımlanmış görmek size neler hissettirdi? Nasıl başlamıştınız, yaklaşık 30 yıllık toplama bugün nasıl bakıyorsunuz? Kalbimi dürüstçe dinlersem, bir şey hissettirmedi, yayımlama kolaylığı bu, yoksa bir ihtiyaçtan, bir hevesten bir araya toplanmadı şiirler, şairden çok okur için bir fırsat belki, hani öyle baştan bugüne bakmak isteyen okur olursa, öyle birisi varsa. Benim bu 30 yıla bakmam kolay değil, şiirimi o kadar bilinçle de kurcalamak istemem. İlk yazdığım şiiri T Beklemedim yani, sadece büyüdüm, âşık oldum, depresyonla tanıştım, kitap okudum, Kemal Tahir’i, Attilâ İlhan’ı, Peyami’yi, bizim yazarları, Orhan Kemal’i... Sonra lise bitti, yazmaya başladıktan 6 yıl sonra Birikim’deydim, o zamanlar için bu hızlı bir başlangıç bile sayılabilir; o zamanlar başlangıç için beklenirdi, şiir insanın önce kendisiyle muhasebesiydi. Nezle’den itibaren, kitaplarınızda bir tema etrafında durmayı/bakmayı sevdiğiniz daha net görülüyor. Romeo ve Romeo, İkili Tekrar, Mahkeme Kitap. Hepsine bu gözle de bakılabilir. Ama bunu ilk iki kitapta da fark etmek güç değil. İlk Kan’daki Çingene Hikâyeleri, Köpüklü Bir Kan, Bir Duman’daki orman. Bu, somutluk arayışı mı? Bilmiyorum. Nedenini bilmiyorum. Ormanı, kaplanı yazdığım yıllarda tek odalı bir zemin katında yaşardım, apartmanın arka bahçesine açılan büyük bir penceresi vardı, bazen öyle şiddetle dolardım ki sanki kaplan camı kırarak içeri atlayacak gibi gelirdi. Somutu, yaşadığımı, gözümle gördüklerimi örgütleyen bir şey olurdu, kitap bitti mi biterdi, tekrar aynı şeyi aynı biçimde yazamazdım. Tema dediğin şey öteye kayardı, şiirim de kayardı. Pek toparlayabileceğim bir şey değil aslında toparlamak da istemem galiba. İlk söyleşinizde (Birikim, Nisan 1978) Türk şiiri için “dilini tutmasını sevmez” diyorsunuz. İlk şiirlerinizden itibaren de dil vasıtasıyla olup bitene şüpheyle yaklaşan bir tavrınız var. “Cümle kuran herkes haklıdır, nihayet bunu anlıyormuşum”dan “Cümle bir cenderedir, hepsi”ye. Buradan bakarsak, bir dil tutturmaya tepkilisiniz galiba... Özay Gönlüm’ün bir türküsünde bir şey var: Kaydırıkuppak Cemile’m. Cemile kafanda bayağı canlandı, değil mi? İşte SAYFA 10
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle