27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ di yaşadıklarından, bugüne anlam katacak anıları kayıt düşüyor. Belki bizim çözemeyeceğimiz şifre sözcüklerle adresini bilen mektuplar bırakıyor ardında. Başı, sonla denklemek istiyor. ‘Malte Laudris Brigge’nin Notları’ kitabında Rilke, dedesinin ölüm sahnesini anlatır. Günler süren, bütün evi, çevrede yaşayanları, köyü meşgul eden bir debdebeyle ölür dedesi; artık böyle büyük ölümler yaşanmayacak, der Rilke, ‘hazır hayatlar’ ve ‘hazır ölümler’den söz eder. ‘Ölümü yaşamak’, saptaması garip bir şey gibi geliyor insana ama o da hayata dair işte. Ölümden beter denilen işkencelerin, savaşların, idamların, emeğiyle aç yaşamaların olduğu dünyada ölüm bile kim vurduya gidiyor. ‘Türküsünü Arayan Adam’ adlı öykü kitabını (Mart 2008, Kırmızı Yayınları), ‘Eski Dostlar’ adlı romanı ( Mart 2008, Kırmızı Yayınları) ölümünü yaşamaktayken yazdı Erhan Bener. Hele ‘Karga’ adlı o en son öykü, yazmaya elinin dermanı yetmemişti, kısık sesle anlatmıştı. Hastane odasının balkonuna bir karga tünüyor, gözlerini dikiyordu yataktaki yazara. Hemşireler, doktorlar odaya girip çıkıyorlar, kargayı görmüyorlardı; bir tek yazar görüyordu onu. Küstahtı karga, ama yılmıyordu yataktaki yazar; borularını söküp balkona, karganın yanına gidiyordu, dikiyordu gözlerini karganın gözüne, ondan mı korkacaktı, başı sona denklemişti; taa 1956’dan beri anlamaya çalışıyor, sorguluyordu ölümü, hazırlığını yapmıştı; ‘Açık Pencere’den kendine, dünyaya, hayatına bakmıştı, yazmıştı hepsini. Ölümünü yaşayarak varoluş bilincini en yüksek düzleme ulaştırmış, göğe, denize, çiçeğe, böceğe, kırlara, ovalara, yağmura, rüzgâra karışmaya hak kazanmıştı. Her şeyi yaşamış olanlara özgü bir masumiyet noktasındaydı artık, hazırdı sonsuzluğa. Erhan Bener altmış iki yıl yazdı. Romanlar… Öyküler… Oyunlar… Çocuk kitapları… Çeviriler… Eleştiriler, ödüller aldı. Ola ki daha da yazacaktı, ama döngü daha fazlasına izin vermedi. Hayata ve ölüme dair bir el kitabı olarak niteleyebilecek ‘Açık Pencere’yi yazdı en son. Bu kitaptaki kişi ve olayların hepsi gerçek. Edebiyat dünyasında çok sık rastlanmayan bir durum: Yaza yaza ölmek ya da öle öle yazmak… ‘Açık Pencere’, sanal saltanatların hüküm sürdüğü günümüzde, hiç tereddüt etmeden dokunuyor ateş topuna. Karga’yla benim nasıl bir ilişkim olacak, diye düşünüyor insan… Her birimiz için… Nerede? Nasıl? Ne zaman? ? Türküsünü Arayan Adam Ë Betül ÖZÇELEBİ rhan Bener, elli yılı aşan başarılı edebiyat serüvenine öykü ile başladı, öyküyle sonlandırdı. Sekiz öykü kitabı ve bir seçkisi (Bir Demet Mimoza) bulunan Bener’in ilk öyküsü Küçük İstasyon, önce 1945 yılında Erciyes’te, daha sonra 1948 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü çerçevesinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır. Sinir zafiyeti geçiren bir gencin, bir başka genç tarafından gözlemlenişini ve bu gözlemlerin uyandırdığı duyguları anlattığı bu ilk öykünün kişisi ile yazar, sanatçılığının ana yöneliminin ilk ipuçlarını verir: İlk öyküsü Küçük İstasyon’dan oğlu Yiğit Bener’in yazıya aktardığı Karga’ya uzanan yazınsal süreçte iç dünya, onun yazma evreninin merkezi olmuştur. Erhan Bener ilk öykü kitabı Aşkı Muhabbet Sevda ile aynı yıl içinde iki ödül birden almıştır: 1992 Yunus Nadi Öykü Ödülü ve 1992 Haldun Taner Öykü Ödülü (Alabalık öyküsü ile). 1996 yılında Günbatımı Öyküleri adlı öykü kitabı ile Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Öykü Ödülü’nü alan yazara, 2004 yılında bütün eserleri için Düşler ve Öyküler Dergisi Onur Ödülü, 2007 yılında 6. İzmir Öykü Günleri Onur Ödülü (1416 Şubat 2007) verilmiştir. E Öykü Anlayışı Bener, öykünün roman için bir basamak olarak görüldüğü, bir yazarın sadece bir türle özdeşleştirildiği değerlendirme kalıplarına karşıdır. Romanla öyküyü yazılış amacı, konu kapsamı ve tekniği açısından ayıran yazar, romanın bir bütünü kapsamlı olarak yaratmak, öykününse bu bütünde derinleşmek olduğu düşüncesindedir. Öykü yazarken kendini romandan farklı olarak anlık heves ve sezgilere bıraktığını söyleyen yazar, anlık duygulardan hareket ettiğini ve kurgusallığı düşünmediğini belirtmektedir: “Ben kendi açımdan, o kadar geriye gitmesek bile, bütün dünyada başlangıcından beri en yaygın yazınsal sanat dalı olduğunu düşündüğüm öykünün, her şeye karşın özgürlüğünü en başarılı biçimde savunan yazın dalı olduğuna, inanılmaz derecede zengin bir çeşitlilik gösterdiğine ve öykü yazarlarının her birinin kendilerine özgü hissedilebilir bir tarzları olmasa bile daha çok içgüdüsel bir şekilde yazıldığına inanıyorum. En azından kendim için söyleyebileceğim şey, bir öykü yazmak için masaya oturduğum zaman, roman yazarken olduğundan farklı olarak, kendimi anlık sezgilerime, heveslerime bırakmakta oluşumdur.” Öykücülüğü edebiyat yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak nitelendiren Bener kendi adına; ele almak istediği duygu, düşünce, olayın kapsamına göre hangi biçimde anlatmak en uygun düşecekse o türde yazdığını, içeriğin kendi biçim ve biçemini dayattığını söylemektedir: “Ben gerek felsefi gerek psikolojik, gerekse toplumsal olarak anlatmam gerektiğine inandığım bir fikri, bir konuyu bunları oluşturan nesneler ortaya çıkmak için beni rahatsız hale gelinceye kadar kafamda olgunlaştırır, nadiren notlar alır, gerektiği zaman araştırır, daha sonra bu fikri, bu konuyu, hangi ortamda, hangi kurgu içinde, nasıl bir anlatım biçimiyle anlatacağıma (hangi şekilde, yani roman, öykü, oyun olarak) karar verdikten sonra yazmaya otururum.” Erhan Bener’in öyküleriyle romanları arasında izlek ve yapı açısından birçok ortaklığın bulunduğunu söyleyebiliriz. Önceleri Seçilmiş Hikâyeler, Varlık gibi dergilerde öyküler yayımlayan yazar, romanlarında kullandığı bu öykülerin çoğunluğunu öykü kitaplarına almamıştır. Bunun dışında öykü kitaplarına aldığı birkaç öykü de romanlarının içinde bulunmaktadır. “Yataklı Vagonlar Mabudesi” ve “İlk Aşk” öyküleri farklı anlatım biçim ve bağlamıyla Oyuncu’nun içinde yer alır. Yazar yurtiçinde ve dışındaki günlük yaşantısında, meslek yaşamında, yakınında olan insanların başlarından geçen olayları da birçok öyküsüne konu edinmiştir. Günbatımı Öyküleri, baştan sona bu insanların yaşamları üzerine kurulmuştur. Ünlü anı kitabı Bürokratlar’ın “Bürokrat Yurtdışında” adlı bölümünde anlattığı, Türk diplomatlarla Fransız kızları arasında yaşanan trajikomik aşk öyküleri gibi, yaşamından ve çevresinden kimi anekdotları da “Cosi Fan Tutte” ve “Régine” gibi öykülerinde işlemiştir. dar aşkın bir dünya sergilese de, sonucu sıkı ve sağlam örgülü mantıksal bir düzenekle gerçeğe bağlayarak kendisi için fantastiğin biçimsel bir araç olduğunu duyumsatır. Türküsünü Arayan Adam kitabı ise düşselliğin sınırlarındaki ısrarlı duruşuyla diğerlerinden ayrılmakta. Bener Gece Gelen Ölüm kitabında yer alan “Çiçekler” öyküsü ile başlayıp Yaşam Bir Düş kitabında yoğunlaştırdığı düşsel anlatımı Türküsünü Arayan Adam’da sadece anlatım biçiminde değil, izleksel yapıda da açıkça somutlaştırmıştır. Todorov bir metni fantastik kılan şeyin metinden okura geçen kararsızlık deneyimi olduğunu belirtir. Türküsünü Arayan Adam, Bener’in öykülerinde alışageldiğimiz “tamamlanmışlık” duygusunun yerini alan bu türden “belirsizlik” ve “ikircim” deneyimlerinin yoğunlaştığı bir kitap. Kitaba adını veren “Türküsünü Arayan Adam” yitiklerin peşinde. Yitik olanların ne olduğunu öykü boyunca açıkça verilmiyor, sonuçta sadece yitirilen sevgiliyle ölümün özdeşleştiği seziliyor: Sevgilidir, yaşamın şiiridir, her şeyden önemlisi yaşamın kendisidir aranan. Düşle uyanıklık arasında duyduğu bir ezgiden yola çıkan adamı türkü metaforuyla yitiklerin ardında yarı düşsel bir arayışa çıkaran yazar, okura ölüme yazgılı oluşun hüznünü duyumsatmakta. Metnin okuyucu ile olan bağını sürekli taze tutmanın fantastik anlatıdaki en etkili yolu, yapıtın algılanma sürecine odaklanmak, onu bu süreci zengin kılacak ayrıntılarla yapılandırmaktır. Bener bunu birkaç yolla gerçekleştiriyor: Öncelikle ben öyküsel anlatıcı ile okuyucunun özdeşim kanallarını harekete geçiriyor. Bu anlatıcı “Asansör” öyküsünde bir korku kulesinin yıkılışını karabasan atmosferinin içinden anlatır. Tatil dönüşü kendisini “canlı gibi, yaşlı, öksürüklü” bir asansörde bulan anlatıcı, ancak “hortlaklı, vampirli” bir filmde izlemiş olabileceği sonsuz yükseklikteki kasvetli bir yapının içinde oradan oraya koşturur durur. Bu yönüyle öykü Kafka’nın Dava romanındaki Jozeph K.’yı da çağrıştırıyor. Banka Şefi Jozeph K. belirsiz bir zamanda bilinmeyen bir şehirde bir pansiyon odasında durup dururken tutuklanır ve gerçek dışı bir mahkemede yargılanır. Bener’in anlatıcı memurunun çalıştığı devlet yapısı da “ötekilerin” eline geçmiştir, kendisine bu dünyada artık yer yoktur. Odasını bulup günlük memurluk yaşantısını sürdürmeye çalışır; ancak ne yapsa, nereye adımını atsa, kiminle konuşsa bildik gerçekçi yaşamının zeminini bulamamaktadır. İçinde bulunduğu gerçek dışı durumu kendi mantıksal tutarlılığına uydurmaya çalışan anlatıcının gerilimini asansörün sıra dışı hareketleri canlı tutar. Fantastik nesneler Bener’in bu türden anlatılarının bir diğer yapıtaşı. Dönüşler romanının sonunda, dünyadaki ilk kuşak insanların yok olmadan önce tasarlayıp bıraktıkları, olanaksız görüneni olanaklı kılabilecek bir nesne olan “billur top” un gerçekte bir CDrom olduğu ortaya çıkar. Türküsünü Arayan Adam’daki fantastik nesnelerse gerçeğe bağlanmazlar. Asansör, otomobil lastiği, küçülmüş yıldız, imge yüzler, yüzü boşluktan ibaret insan portreleri… Hepsi yarı gerçek yarı düş bir atmosferin tamamlayıcıları olarak yer alır. Kim bilir? Yazar bu türden nesnelerin de katılımıyla düşle gerçeğin alanlarını birbirine karıştırarak zaman ve mekânı belirsizleştirip yerine gerçek referanslardan yoksun bir atmosfer kurguluyor. Yoğun görsel malzeme ve imgeyle yüklü “Bahçeler Barakalar” öyküsünde bu durum görsel bir şölene dönüşmüş. Gözlerden uzak, tek katlı taraçalı, bahçeli bir ev düşleyen iki sevgilinin bu düşlerinin olabilirliği üzerine düşünen anlatıcı, bunu daha önce gerçekleştirebilmiş olan bir hayalet yazarla yine düşsel bir karşılaşma yaşıyor. Fotoğrafındaki gibi ağzında yeşil bir sap bulunan, hafif esintide sallanan gramofon sesli bu saydam imge onların bu düşlerini destekler, ancak uyarıcı bir soru sormaktan da kaçınmaz: “Ben yaptım, siz de yapabilirsiniz. Buraya neden yerleşmek istediğinize bağlı bir şey. Bu bahçeyi de ben yaptım. İsterseniz sizin olabilir. Bu ıssız köşe, insanlardan, insanların sahte uygarlığından uzak… Onlardan kaçabileceğinize inanıyor musunuz?” Anlatıcının suskunluğu karşısında imge daha da saydamlaşır, yok olur gider. Olanaksızlık kabullenilmiştir. Geriye gerçek yaşamın şiirsel anlatımı, “bahçeler; çiçekler, sebze tarhları, böcekler ve havada çiftleşerek uçuşan kelebekler” kalır. Türküsünü Arayan Adam’da düşünceden duyumsamaya duyumsamadan düşlemeye dönüşen anlatım aynı zamanda gerçek ve gerçek dışının birbirini bulanıklaştırmadan birleşmesini sağlıyor. Ortaya çıkan birleşik duyum şaşırtıyor okuyucuyu, sormadan edemiyor: Qui sait?* Erhan Bener’in son öykülerini okuyup bitirdiğimizde bu ezeli soru ile baş başa kalıyoruz: Kim bilir? ? Erhan Bener, Türküsünü Arayan Adam, Kırmızı Yayıncılık, 2008. *Kim bilir? SAYFA 17 Açık Pencere/ Erhan Bener/ Kırmızı Yayınları/ 354 s. Dönüşen Fantastik Bener’in, roman ve öykülerindeki fantastik eğilimin ilk görünümü (Dönüşler, Macellos da Vinci: Asya Seferi ve Çıldırtan Yağmurlar, Falcı…) okurun insanlık, tarih ve edebiyatın bilinen algı ve kabullerini sorgulamasına, sorgularken de eğlenmesine dönük olmuştur. Bu metinlerinde yazar, ne ka Erhan Bener, yaşadığı ömre zihnindeki yüksek bir tepeden kuşbakışı bakarken; utkuların, yenilgilerin, gururun, öfkenin ve prensiplerin önemini yitirdiğini; o çabaların, insana uzak ve yabancı göründüğünü bildiriyor okuruna. CUMHURİYET KİTAP SAYI 955
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle