19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ mek için vermiştim. Eleştiri akımlarından yararlanmak başka, o akımın içinden bakmak başka. Çünkü ekoller genellikle kendi normlarını ve görme optiklerini de örgülerler. Bu ise bir eleştirmenin çoğul görme perspektiflerinden bir kısmının devre dışı kalması ile sonuçlanabilir. Sanat yapıtının uçarılığı karşısında eleştiri, teknikler toplamına da geriletilemez. Eleştiriyi bir kuram içinde örgütlediğinizde ise bu kez kuram, eleştirinin ayağını çelmeler. Hiçbir kuram esnekliği sevmez çünkü. Bir sanat yapıtı ise nedenselleştirilemeyeni, sıra dışı olanı ve biricikliği sıkça bağrında taşır. Gökyüzünden Başka Sınır Yok’u incelediğimizde Marksizm’in yol ve öğretilerinin çatısı altında duruyor yazdıklarınız. Ve eleştirel tutumuyla ve etkisiyle tutarlı bulduğunuz ekollerden birisi de Frankfurt Ekolü. Bence de bütün değişimlere rağmen çağımızın en iyi açıklayıcılarından bu düşünce biçimi. Haksız mıyım? Bilindiği gibi Frankfurt Okulu yazarları, daha doğrusu düşünürleri, Marksist temele dayanırlar. Açılımları bu temel ile ilişkilenim içinde yürür. Yine biliyoruz ki bu açılımların kimileri, Marksizmle sorunlu alanlar da oluşturmuşlardır. Entelektüel donanımları, yüksek sorumluluk duyguları, her koşul altındaki üretkenlikleri beni ayrıca etkilemiştir. Ama çağımızın en iyi açıklayıcıları halâ MarxEngels ve kimi tezleri ile Lenin’dir. Marksizmin kapital eleştirisi kadar felsefeye, tarihe, sosyal bilimlere, hatta modern fiziğe kadar uzanan radikal ufuk açıcılıkları önemlidir. Daha da önemlisi, düşünme diyalektiğinin sarmallarındaki taşıtoprağı süpürüp atmasıdır. Sonrakileri, bu açılımların tayfında yeterince belirgin olmayan ya da işaretlenmekle yetinilmiş renk tonlamalarını tamamlamaya çalışanlar olarak da görebiliriz. Bu çerçevede kuşkusuz, altbaşlıklar halinde kimi öncüllükler de buluruz. POSTMODERNİZM... Son dönemlerde açıklanamayan durumlarda sığınılan bir yer olarak görünen postmodernizm ile onun sanatla birlikte bir değerlendirmesini, kitap ekseninde yapar mısınız? Kısa ve bilindik yoldan söylersem postmodernite, Modernite Projesi’nin duvara toslayıp kendi üzerine kapaklanması ve oradan saçaklanmaya koyulması halidir. Nedeni, kapitalizmin projeyi kendi omurgasına çekip, bu omurga üzerinde devinebilir konuma sürüklemesi. Proje duvara tosladı ama, kapitalizm yoluna devam ediyor. Bu bir türbülans. Modernite Projesi’nin taşıdığı vaatleri artık yerine getiremeyeceği bilgisinin şoku da var. “İzm” olarak postmodernizm ise, günümüz kapitalizmine ait bir ideoloji. Hem tüketim toplumu modelinden beslenen, hem de onu besleyen bir ideoloji. Kentli yığınlara gösterilen bir oyun bahçesi. “No problem” ve “lay lay lom”. Sanat alanına geçersek, yaşanmakta bulunandan türeyen kimi öğelerin ve var olan gerilimlerin, sanatın dili içinden dönüştürülerek gösterilmesinde bir gariplik yok. Ama, “postmodern durumun sanatı postmodernisttir, o da budur!” diye dayattığınızda sıkıntı başlar. Sanatı kitle kültürünün, popüler olanın, hatta kiç’in besleyeni kılarken, bir yandan da onu “sanat yaşamın aynasıdır’’ mekaniğine ve çoktan aşılmış yansıtmacılığa doğru, geriye sıçratmış olursunuz. İşte kimileri, sanatçının yaratıcılığını reklamcının yaratıcılığının bile epey gerisine düşüren “iş”ler için, “Bu toplumun yeni sanatı, postmodernist sanattır; o da budur”, “Siz gerilerde kalmışsınız” gibi bir şeyleri, cicili bir terminoloji içinde geveliyorlar. Sanat mucitliğe, buluculuğa, orijinalite merakına sığmaz ama, belki de ben karıştırıyorumdur. Belki de sanat artık yalnızca yüzeyden ve görünür olandan akmayı becerebiliyordur. ‘Şiir ve Tarafsızlık’… Can alıcı argümanlar var bu kısa denemede, sanatın taCUMHURİYET KİTAP SAYI 952 raflılığı üzerine. Ve aslında bunların açılımının ruhu kitabınızda hissediliyor. Ancak dünya görüşümüzün karşısında yer alan ve sanatın kurallarını yerine getirmiş bir yapıtı değerlendirirken kıstasımız ne olmalı? Mesela Dante’nin dini formu içeren dünyaları ya da Elliot’un denemeleri ve şiirleri… Çocuklara dair çekincelerin dışında yeryüzünün bütün kitapları önyargısız ve özgürlük içinde okunabilmelidir. Okurun eleştirel gözlüğü bu süreçte önünde sonunda yerine yerleşecektir. Benim, sözünü ettiğiniz deneme metnindeki işaretlemem, epey farklı. 1980 sonrası “tarafsızlık” lafının yazarlık için bir erdemmiş gibi gösterilmesindeki riyakâr manipülasyon üzerinedir o metin. Tarafsızlık yalanının, nasıl da metne içirilmiş bir taraflılığa dönüştüğünü göstermeye çalıştım. Ne yani, muhafazakâr ve giderek faşizme ayak atmış diye Eliot’ı okumayacak mıyım? Şiire kattığı onca şeyden ya da duygu ve düşüncenin birbirlerinden soyutlanarak uzaklaştırılması ile beliren büyük çatlağı işaretlemesinden nasıl bilgimiz olacaktı? Bu bilgiyi yeni irdelemeler ve düşünmeler ile açıp geliştirmeye nasıl çalışabilecektik? Katılıyorum. Öte yandan toplumcu gerçekçilikten yana bir duruşunuz var denemelerinizde. Diğer eğilimlere bağlı görünen yapıtları nasıl değerlendirirsiniz? Toplumcu gerçekçilik sözünü, bir tür tırnak içinde kullanıyorum; yarattığı çağrışım yanlış anlamalara gönderebilir. Çünkü bu kavram, StanilistJdanovcu çizgi tarafından kirletildi. Bu denememde, kavramı kendi safiyetine iade etmek girişimi ile, bu kavramın günümüzde ne demeye geldiğini ifade etmek çabası var. ÖYKÜ VE ROMAN Şiir var ön planda dediğimiz gibi. Ve toplumcu gerçekçilik başlığıyla değerlendirilen öykü biraz da. Öykü ve roman gibi diğer edebi türler hakkında görüşlerinizi paylaşmanızı rica ediyorum... Bana göre öykücülüğümüz romandan biraz daha ileride ve daha şanslı. Daha ileride, çünkü hem köklü bir anlatı geleneğinden geliyor, hem de Cumhuriyetten bugüne yol açıcı, sıkı öykü yazarlarımız oldu. Roman ise modernite ve sanayi toplumundaki girift yapılaşmalarla, kentleşme gibi olgularla yakından ilgili. Bizdeki geçmişi, doğaldır ki çok daha kısa bir geçmiş. Tam da kimi usta isimlerle önünü açmaya başladığında ise, kültür endüstrisi özellikle romana bindirme yaptı. Roman öbür ülkelerde de bu sektörün yazın alanındaki gözdesi çünkü. Şimdi öykü de roman da, nerede ise bir patlama halinde, çok yazılıyor. Ömer Türkeş’in çalışması bunu açık biçimde gösteriyor. 2007’de ortalama her ay yeni, ilk romanı yayımlanan 16 romancı eklenmiş roman alanına. Eleştirmen azlığını da dikkate aldığımızda, konu önem kazanıyor. Uzatılmış düz anlatıları, yazınsal dile dönüştürülememiş anlatı dilini ya da erotiğe, gerilime ve fantastiğe sığınarak belirebilen metinleri yeni yetişen gençlerin “roman” zannetmelerinin aşındırıcılığı ve indirgeyiciliğinden söz ediyorum. Genç öykücülerimizin kayda değer bölümünde ise öyküleme tekniklerine, öykü kurgusuna, öykü diline dair bilgilerin eksikliği görülüyor. Yaptı, geldi, gitti, öptü, vurdu, derin derin düşündü, diye sürüp giden düz ve uzun anlatı anlayışı öyküyü de okuru da daraltıyor. Yine de bu kaotik geçişten, belirli sayılarda da kalsa, kayda değer roman ve öykü yazarlarımızın her şeye karşın, çıkacağını düşünüyorum. O totalleştirici “Bugünün Gençliği” lafını hiçbir zaman sevmedim. Gençlik homojen bir kitle mi? Her alanda ışıltı taşıyanları hiç de az değil. Geriye, geçmişe de uzanan bir okuma eylemliliği, dünyaya dair bir farkındalık ve çalışma inadı kalıyor.? Gökyüzünden Başka Sınır Yok/ İsmail Mert Başat/ Kırmızı Yayınları/ 356 s. SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle