24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Bir kentin destanı: Ankara... arayköy, Babadağ, Denizli, İzmir, Çal, Bekilli, Üçkuyu dışında başka yer görmemiş minicik çocukken daha, İstanbul da bir kentti elbette, ama Türkiye’nin en büyük kentleri Samsun ile Ankara’ydı benim için… 1950 ortalarından bilincime düşen görüntülerden birini sevgili dostum Işık Kansu’ya anlattığımda, “Çocukluğa Yolculuk” dizisine katmıştı bunu, öyküleyerek: “Altı yaşında olmalı. Henüz öğrenci değil. Babası Gazi İlkokulu’nda öğretmen, onun sınıfına girip çıkıyor. Okula başlamadan okuma, yazma tamam. / Bir ilkokul bitirme sınavı anımsıyor o günlerden. Çocukların avuç içleri terli, tek tek tahtaya çekiliyorlar. Sadık, bir kenarda izleyici. Haritanın önündeki çocuğa ‘Samsun nerede?’ diye sormuşlar. Küçük parmak, Anadolu’nun güneyinde dolaşıyor, ortasına kayıyor, bir türlü Kuzey’e gitmiyor. Sadık, yerinde duramıyor, hareketleniyor, boğazı düğümleniyor, dayanamıyor: / ‘Çık, çık, yukarı çık…’ / Bulmuştur Samsun’u, öğretmenlerin gözünde ışıltı…” (İmge Öyküler, Ağustos Eylül, 2005) S Samsun, böylesine bayrak kentti benim için. Ya Ankara? Cumhuriyetin ilk kenti, başkenti, örnek kenti? “Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak!” Babaannem, marşı içten bağlanışla söylerken kınalı saçları yaşın yaşın döktüğü gözyaşlarıyla ıslanır, yanaklarına yapışırdı. Sonradan Muzaffer Sarısözen’in derlediğini öğrendiğim “lirik türkü” formundaki marş benim de yüreğimi titretir, gözlerim kavurucu nemle yangın yerine dönerdi… “Kitaplar Adası”nda bir ara anlatmıştım bu öyküyü… Ankara, böylesine bayrak kentti benim için. “Ankara’nın taşına bak” marşı, bu nedenle çocuklukta bilincime kazınmıştır diyebilirim… Okula başlamadan daha. Belki bunların da etkisiyle kendimi hep Ankaralı gördüm. İlk kez on sekiz yaşında yüz yüze gelsem de Ankara’yla. Tiyatrodaki profesyonelliğimi, TRT’deki çalışmalarımın sağladığı deneyim zenginliğini, sonradan bunun evrilmesiyle başlayan belgesel sinemacılığımı da yine Ankara’ya borçluyum diyebilirim. Belgesel sinema alanındaki üretimimizi grupça Ankara’da sürdürüyoruz hâlâ. Bu nedenle kendimi Ankara çevresi sanatçısı alageldim sürekli… İşte iki kent, iki tarih; Samsun’dan Ankara’ya, 19 Mayıs’tan 23 Nisan’a, oradan 29 Ekim’e… İki kentin öyküsü, cumhuriyetin de öyküsü bir bakıma. Bir kentin destanı bu olsa gerek. BİR KENTİ SEVMENİN ANLAMI... Ama bu kent destanını kavrayabilmek, sonrasında sevmek için onun destanını tanımak, öğrenmek gerekmez mi ilkin? SAYFA 26 Diyelim kentin yerleşiği değilsiniz, kentinizle, kentlilerinizle hiçbir kavgaya girişmemişsiniz, hazıra konduğunuz kent olmuş sonradan gelip aşılandığınız, ayak uydurduğunuz, yerleştiğiniz… Öyle ya nasıl kazanacaksınız kentin kültürünü, salt ona özgü olanı? Kentlilik, kenttaşlık bilincinin dışında bir olgu bu. O kente özgü, o kent ölçeğinde kentlilikten söz ediyorum burada. Kenti dolaşırsınız, insanlarını, kültür kurumlarını tanırsınız, doğasıyla, bitki, hayvan varlığıyla tanışırsınız, bütün bunların yanında okursunuz değil mi? Ankara destanıyla yüz yüze gelmenin, Ankara gerçekliğini yaşamanın göstergesi bağlamında iki kitaptan söz etmek istiyorum bu hafta “Kitaplar Adası”nda… Işık Kansu’nun “Çocukluğa Yolculuk” başlıklı dizisinden alıntı aktardım yukarıda, peki onun Akasyalı Sokaklar’ından (Ulus Dağı Yayınları, 2007, 0312.418087374) haberli misiniz, okudunuz mu andığım kitabı? Gelin Ankara’yı, arka penceresinden silik lekelerle tanımaya çalışalım ilkin, bunu yaparken net olmasın görüntü, izleyelim yalnızca… “Caddeleri, caddelerinin adları cumhuriyetçileri çağrıştırır hep: Atatürk Bulvarı, Tunalıhilmi Caddesi, Necatibey Caddesi, Mahmut Esat Bozkurt Caddesi, İsmet İnönü Bulvarı…” Bir yanı bu elbette Ankara’nın, ama öte yanı, “bir kış günü Kurtuluş Parkı’nda soğuktan ve gariplikten donan şarap düşkünü Çinçinli araba yıkayıcısı Arap’tan, Ankara Kalesi’nin dibinde radyodan yayılan ezgiler eşliğinde koyu kahve yudumlayacağınız Erzurum Kıraathanesi’ne; Ortaçağ’da yoksul, aç köylülere buğday dağıtmış Hacı Bayram Veli’nin dayanışmacı anısından, ahlatı gitmiş vahı kalmış Ahlatlıbel’e; doğabilimci Hikmet Birand’ın kitaplarında köklerini aradığımız Dikmen alıcından, Ankara’ya has Haymanalı yanardöner çiçeğine”, daha nelere, nerelere uzanan bir Ankara’dır bu aynı zamanda. Sonra “Anadolu’ya Avustralya’dan konuk gelip ev sahibi olmuş akasya…” “…Bozkır güzeli Ankara’da bir manolyaya rastlamak (bile) başlı başına sıra dışı” bir güzellik.(8,9,11) Andığım kitabıyla Kansu, Ankara için al çakgönüllü bir destan kaleme alıyor aslında. Severek, bir çırpıda okudum Akasyalı Sokaklar’ı. Ne güzel, ne coşkulu, insana beslediği sarsılmaz güvenle, ama onurla, kararlılıkla, bilinçli diklenmeyle örülü metinler bunlar. BİR KENTİ SEVMENİN BİLİNCİ... Hüzünlerle sarmaş dolaş yaşanmışlıklar, çocukluğun, yeniyetmeliğin çılgın sevinçleri artık gülümseten hüzne dönüşüyor, ama erişkinliğin bilge gülümseyişi duruyor hâlâ dudakta. Bakın ne diyor Kansu: “Etimesgut! Çocukluğumun yalın fabrika düdüğü…/ Babamın bir küçük barakadaki sağlık ocağında, işçi çocuklarının sırtlarını dinlediği, öksürüklerine kulak verdiği, dillerini dışarı çıkartıp ‘Aaaaaa’ dedirttiği yer…” (16) Ceyhun Atuf Kansu gibi baba olmak, öyle bir babaya Işık Kansu gibi oğul olmak kolay mı? Şu satırları yine kitaptan aktarıyorum: “Çocukken, Anıtkabir’e götürürdü babam beni. Aslanlı yolun başındaki merdivenlerden çıkardık yavaş yavaş. Heykellerin anlamını anlatırdı, tek tek: Elinde başak tutan kadınların bereketi, özgürlük kulesindeki atın bağımsızlığı, duvarlarda kabarmış kanlı kapışmanın da Sakarya Meydan Savaşı’nı simgelediğini…/ Aslan heykellerinin üstüne oturur, parmaklarımı ağızlarına sokar, koşa koşa, güle oynaya Atatürk’ün bahçesini dolaşırdım./ Farkında mıydım, Anıtkabir’in yontularıyla, kabartmalarıyla engin bir açık hava müzesi olduğunun?/ Büyüdüm. Anladım Atatürk’ün bahçesinin bir çağdaşlık anıtı olduğunu…” (39) Bu kez baba Işık Kansu alıyor: “Benim bir kızım, bir oğlum var. Oğlumun deyişiyle ‘Atatürk’ün sütüyle büyümüştür ikisi de. /Nefis Ankara balı vardır AOÇ’nin. Hani ilkokulda bize öğretilen Ankara’nın ünlü balı var ya, işte ta kendisi. /Başka?/ Yoğurdu vardır, şeker gibi. Şarabı vardır, adı üstünde boğa kanı.” “Kaldı ki AOÇ, aynı zamanda Ankara’nın belleğidir.” (34, 35) Kentlilik bilinci bu işte, bir kenti sevmenin anlamı da, bilinci de bu! Kentlilik paydasında ekinsel alışverişe doğrudan katılmanız, bir erke de sizin üretip ortak kentlilik paydası yönünde üretilmiş erkeye eklemeniz… Bir kenti sevmek demek, o kent için kavgaya girmek, kentlilerden gelebilecek her türlü caydırıcı tutuma karşın doğru bilinen yoldan sapmamak, bu yönde bilinçli tutum sergilemek anlamına da geliyor kuşkusuz. Kentimizin git git çocukluğumuza varması da bunu göstermiyor mu zaten? Burada çocuk Kansu’nun, baba Kansu’ya evrilişinin bilinci de kendini bu yönde koyuyor ortaya. Öyle ya, Ankara, çocuklarıyla var aynı zamanda. Benim çocukluğuma yerleşen iki kent Samsun’la Ankara’nın büyüsü de buradan gelmiyor mu? Denizli’nin yanı sıra nasıl kendi çocukluğumun haritasına alıyorsam Ankara’yı; tüm çocuklarımız, gençlerimiz için de kendi çocukluklarının, gençliklerinin kenti olarak işte orada duruyor Başkent Ankara! ANKARA: YURTSEVERLİK YA DA KENTSEVERLİK... Ankara, tarihsel, toplumsal düzlemde direnişin, kentliliğin sonuçta uygarlığın göstergesi, gösterge kenti değil yalnızca. Yanı sıra, kentseverlik özelinde yurtseverliğin de somutlandığı ilk kenti ülkemizin… Bu bağlamda Ankaralı olmak yurtlu olmak, Ankara’yı sevmek ülkeyi sevmek anlamına geliyor Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana… Tam bu noktada Can Özoğuz’un kaleme aldığı Ankaralı Olmak (Delisarmaşık Kitapları, 2008, 0216.4143331) adlı kitabın “Ankaralı Olma” başlığı altındaki satırlarına kulak verelim gelin: “Büyükbabanız padişahın ölüm fermanını hiçe sayıp Milli Mücadele’ye katılmaya 1920’de Ankara’ya geldiyse, /Babanız Saman Pazarı’ndaki sobalı evden, her gün çamurlu yolları yürüyerek Taş Mektep’te ilkokula gittiyse, /Anneniz Atatürk döneminde Kız Lisesinde okuduysa, /Halide Edip’le beraber cepheye yardımı, Ankara’da ev ev örgütleyen babaanneniz, düşmanın top sesleri duyulmaya başladığında, çocuklarını alıp yaylı arabalarla Kayseri’ye dokuz günde gidebildiyse ve bu yolculukta eşkıya ile savaştıysa,/ Anneanneniz, Mimar Kemal İlkokulu’nda öğretmenlik yapıp Cumhuriyet’in yeni nesillerini yetiştirdiyse, /Dedeniz Bayındırlık Bakanlığı’nı yönettiyse, Büyükbabanız TBMM’ye 23 Nisan 1920’de girip, sonra Atatürk’le beraber Cumhuriyet’i kurduysa,/ Babanız, anneniz ve büyükleriniz Ankara’da Atatürk devrimlerinin canlı şahitleri olma onurunu yaşadıysa,/ Bugün müze olan 1. ve 2. TBMM ve benzeri tarihi binalarda aile büyükleriniz soluk aldıysa, siz modern cumhuriyetimizin yoktan var edilmiş başkenti Ankara’da, büyükbabanızın yaptırdığı evde doğmuş ve çocukluk yıllarınızı Ankara’da Türk vatandaşı olmanın onurunu duyarak yaşamışsanız…” “Siz Ankaralısınızdır, hem de nesli tükenmek üzere olanlardan…” (7,8,13) Işık Kansu’nun Akasyalı Sokaklar’ı belgesel gazetecilik örneği bağlamında alınabilecek bir kitap. Ancak bir anıöykü kitabı aynı zamanda. Kitabın, yazınsal niteliklerle de belirgin biçimde kendini gösterdiğini belirtmeliyim. Çünkü Akasyalı Sokaklar’ı tam anlamıyla yazınsal dille örüntülüyor Işık Kansu. Yoksa “guluklatmak”, “yıldızdan tente”, “kar düşleri” vb. sözcük, söyleyiş uçkunlarının işi ne kitapta? Evet, Ankara destanına uygun düşmüş, bununla örtüşmüş bir yapıt Akasyalı Sokaklar. Can Özoğuz’un Ankaralı Olmak adlı kitabından da yazınsal tatlar derlediğimi belirteyim. En çok Ankaralı olmak gereken böylesi zamanda okumalarınız arasına, bu iki kitap için de yer açmanızı söylesem çok şey mi istemiş olurum sizden? Işık Kansu’nun dileğine katılıyorum ben de: “Seni sevmeyen devedikeni olsun be bozkır sarışını Ankara…” (Akasyalı Sokaklar, 23) Kaldı ki “Ankara’ya devrimciler yakışır…” (53) “Unutmayın çocuklar, gençler, Cumhuriyet, bizim en has ekmeğimizdir!/ Unutmayın çocuklar, gençler, Cumhuriyet, bizim güneşli yarınımızdır!” (68) Sahi, 19 Mayıs’ta ne yapıyorsunuz? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI “Etimesgut! Çocukluğumun yalın fabrika düdüğü…/ Babamın bir küçük barakadaki sağlık ocağında, işçi çocuklarının sırtlarını dinlediği, öksürüklerine kulak verdiği, dillerini dışarı çıkartıp ‘Aaaaaa’ dedirttiği yer…”(16) diyor Işık Kansu “Akasyalı Sokaklar”da.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle