Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ metinler kenti” var. “Pera da İstanbul” adlı yapıtta kentler bir simge mi? Hız ve hareket ve kent bu mu? Yazınsal metni bir hareket birliği üstünde hızlandırmayı severim. Elbette ki algıladığım gizler var. Şuna varıyorum, teknolojik evrilmeler zorunlu olarak dünya/evren algısını, okur/yazarlarımız açısından zorluyor. Hangi okur/yazarlarımız? Her insan uçakla, otomobille yola çıkmaz. Farklı araçlarla yola çıkan insanlar arasında her yazar, her sanatçı, izleyicisini seçmek zorundadır. Uzaya yolculukta yüksek yakıt kullanılır. Aslında buralarda yol ayrımları var. Çağın evrilmesiyle beliren, insanı insan yapan kriter eskimesiyle, yenileriyle ortaya çıkan yol ayrımları; hiçbir şey otuz yıl önceki gibi değil. Tolstoy’un, Zola’nın, Hesse’nin, Strindberg’in öne koydukları yaşamsal algı sınırları da değişti. Yazar/okurun bu hıza yetişme sorunu olağanüstü zorlaştı. Tolstoy, Zola, Hesse.. kullandıkları dil mi sizin dediğiniz gibi “kendileri için öne koydukları yaşamsal algı sınırları” mı onları Tolstoy, Zola, Hesse yaptı? Yazınsal metin olmadan uygarlaşma, dil olmadan yazınsal metin olmaz, diyorum. Bakın, Dante demiyorum. Algı hızını çağına göre üst düzeye çıkaran kulvarda Tolstoy, Zola, Hesse ve o kuşağın öteki yazarları önlerinde yazınsal metinlere hazır birer dil dağarı ve varsıllığı buldular. Bir soru da şu, fakat bugün yazsa idiler, ne yapabilirlerdi? Algı hızını alt düzeye indiren ikinci bir kulvar daha var yazınsal metinler dünyasında ki, onlara soru da yok sorumluluk da. Yazarı bireylik olarak aradan çıkaran bir teknikle yazara dışarıdan bakan bir gözlemcidir artık yazınsal metin ve bu düzeyde yapıtlarla Türk yazın dünyası evrensel yazınsal metinler düzeyine ulaştı. “Söylence Berlin”de bu kulvarı kullandım. “BenAras”ta daha hızlanarak bu kulvarı kullandım. “Pera da İstanbul” okunduğunda daha da çok hızlı bir kulvarda dünyanın neresindeyiz, sorusu, yazarın kendisine dönük hızlı algı sorusu olur. Buradaki yazınsal metinle evrensel algı gerçeklik olarak deneme türünün vazgeçilemez bir ilkesi işte... neresindeyiz ve edebiyatla bu kadar çok şeyin ilgisi var mı, ne ilgisi var” sorusu “Pera da İstanbul” adlı yapıtınız, Türkçenin Pera’da varlık sorunu mu? Evet! Daha ilk başlarda! Evet! İçinde üç ünlüsü olan Arapça ve Ermenice de olmak üzere 20 üzerinde abece ile yazılan Oğuzca/Türkçesi 80 yıl önce, Latince abecesi ile ses, tını nirengi noktasına (1928) erdi, sekiz ünlüsü ile anlaşılır ve bana göre; “anlatıların yazınsal metinler olarak kitleselleşmesi” işlevini sağlamak üzere İstanbul’a, Pera’ya, Beyoğlu’na, daha “cazibeli” betimle; “tarih sahnesine” çıktı diyelim. Bana göre “tarih sahnesi” burası. Uygarlaşmada dil/yazınsal metin işbirliğinin işlevi ve öteki ülkelerdeki dil/yazınsal metin/sosyal hareketler işbirliğini algılamak zorluğu da var keşif masasında. Evet! Evet, gerçeklik olarak Pera’da, Anadolu’da, Türkiye’de, Kapadokya’da, Sivas’ta Muğla’da, Edirne’de, Ankara’da, Konya’da olsak bile çağın hızlı dinamiklerine baktığımızda gördüğümüz gerçeklikle çok farklı dünyanın neresindeyiz, sorusu da var. ‘BUGÜN TÜRKÇE EVRENSEL BİR DİL’ “Türkçe yazınsal metin dili olarak Latin abecesi ile bir yarışa katıldı”… Bunu açalım söyleşimizde. Evrensel yazınsal metin dili, Türkçe yazanlar için bu durum zor değil mi? Türkçeye gelmeden önce daha öndeki çağlara gidelim. O günlerde öne koyduğu yaşamsal algı sınırları değişse bile, Dante ile (12651321) yazınsal metin dili sürecini tamamlayan Latince ve yazınsal metin dili olma evresini aralayan İtalyanca bu süreci önceleri yaşadı. Ardılı Fransızca, Montaigne (1533 1592), İspanyolca, Cervantes (1547 1616) ve İngilizce, Shakespeare (15641616) ile ve Almanca, Goethe ile yazınsal metinler kulvarında yol alırlar. Bu, ne demektir? Burada şaşırtan birçok durum var. Durumlar var! “Pera da İstanbul” adlı denemeler yapıtımda, düşünsel ve zihinsel kulvar olarak dil, dillerin serüvenleri keşif masasındadır. İstanbul’da yazınsal metinler nedir? Türkçe gerilerden gelir, kentlere iner ve Türkçe bu eşit olmayan yarışa gecikmeli itilir. Bir soru bana göre budur. Göze görünmeyen nüfus hareketleri dinamiğidir bu. “Beklenmeyenin beklenmesini düşle Tekin Sönmez Gamze Akdemir’le birlikte... mezseniz, yapamazsınız,” diyen Herakleitos’un felsefel yaklaşımı gerçekleşti. Bakın bu nasıl oldu? Türkçe, sekiz ünlüsü ile seslendirildi, yazım kitleselleşti. Türkçe, Latin abecesiyle evrensel kulvara kitleselleşerek girdi ve yazınsal metin dillerinin içinde evrensel diller arenasına, futbolcu deyimi ile birinci kümeye çıkmayı da başardı. Türkçenin evrensel diller arenasına çıkma başarısı, Nobel Ödülü de bunun içinde mi? Evet! Bunun tek tek kişilerle ya da yazınsal metinlerin kitleselleşmesi ile ya da bir yıl önce çalkantılarla gelen Nobel Ödülü ile açıklanır olması, konuyu zayıflatmaz.Bununla birlikte Türkçenin evrensel yazın dillerinden birisi olmasında tüm bunların payı var. Bu olaya yazar olarak nasıl bakacağız? Her yazar dalgalı, akışkan ırmakta rafting yapar gibi her sabah dil yogası yapmalıdır. Nobel Ödülü için yapılmaz bu, fakat bu da olabilir. Fakat bu da yetmez, bir dedektif gibi hem de yaklaşabilmeli kullandığı edebiyat diline o yazar. Edebiyat sonunda gizemli bir dil serüvenidir, değil mi? ‘YAZARIN YAŞAMSAL ALGI HIZI’ Yazar şahsi oyunu seviyorsa, yazınsal metin, yazarı takım dışına çıkarır mı? Bu nasıl oluyor? “BenAras,” nasıl bir yazım süreciydi ve ne oldu? Türk yazın dünyasında örneği olmayan bir romancıyım. Herman Hesse, D. H. Lawrence bana daha tanış önder yazarlardır. Bu tür yazarlar yaşamları ve yazma süreçleriyle Türkçede yok. Her ikisinin de gittikleri ve yazdıkları yerlere ulaştım. Türkçede bu süreci başlatan Tekin Sönmez Hindistan’da çok zor bir yazma süreci de yaşadı. Nirvanaya en yakın kıyıda ölüm gizemini çok duyumsatan Hindistan, insanı bir bilge gibi bağrına basabilir, bir posa gibi ezebilir de. Ağır dönen bir tekerlek duyumu verse de çok hızlı öğütür. Evrensel yaşam algı TÜRKÇENİN PERA’DA VARLIK SORUNU “İstanbul, Vergilius, Dante ve Pera” ile “Yazınsal metinler ve Levanten Pera”, “Romantik Pera ve monarşik İstanbul’da dil” gibi bölüm başlıkları dil olgusuna dikkat çekiyor. Bunlarla Pera ve İstanbul konusu, bana göre denemelerinizin omurgası. “Çok farklı bir dünyanın sı, ortak algı duyumu burada başlar ya da sona erer. İkisinin arası yoktur. Ortak algı duyumu bir elektrik akımı gibi kesilince, yazarın içindeki ortak us eşliğinde sahaya çıkan hakem düdük çalar! Neden? Yazar, “yansızlık ilkesine” saygı gösterecek, ayrıksamacı/ötelemeci olmayacak! Bilgelik sınırlarıdır bunlar. Başa dönelim! Hindistan’a gittiniz. Mumbai, Delhi, BenAras/Varanasi, Khajuraho, neresi olsun? Orada gördüklerinizi, dehşetten kan çanağına dönmüş gözlerle izlerken, sağa sola yalpalanıp (şöyle ki insanı insan yapan altarın evrenselliğinden uzaklaşarak) insanları/yaşam kültürlerini farklı kategorilere bölerek, terazinin dengesini birinden ötekine doğru ayrıksamacı yönde eğerek dolu dizgin yazıyorsunuz. Gözlerinizden yaşlar, ırmak gibi akıyor fakat siz yine de yazıyorsunuz! Hakem bu sırada size düdük çalıyor! Her yazar, içinde düdük çalan “evrensel insan” altarının önünde durmalı ilkin.. ikinci altar ise “dil altarı” olur. Üçüncü altar, roman yazarının kendi içindeki saklı ( o Ksenophon’un okçusu tarafından vurulan) çocuktur. ...“BenAras” nasıl bir yazım süreciydi, sorunuz var. O Ksenophon’un okçusu tarafından vurulan çocuk, BenAras’tan sonra Pera’ya, Galata’ya dönmeye karar verdi ve o çocuk “Pera da İstanbul” adlı yapıtta, yaşamsal algı hızını çağına göre üst düzeye çıkaran bir kulvarda ve Türkçe eşliğinde koşmaktadır. Yüksek zihinsel yakıt isteği gerektirir bu. Ve söylenceler, “Söylence Berlin”, “Marissa Epos” ve yazarın bir farklılığına değinmek istiyorum: Yazar, özellikle “Söylence Berlin”de adeta kahramanlarının rakibi gibidir.. O üçüncü adam! Buna, okuru metinler arası geçişlerde yormayan, sıkmayan, anlatımı tazeleştiren bir yöntem diyebilir miyiz? Yazarın yapının bu kadar içinde olması, varlığını bir yol arkadaşı gibi hissettirmesi.. yazar nereye doğru yol alır, nasıl olur? Bakın, çok hassas bir terazi var bir elinizde ve öteki elinizde; altını altun bir kalemle çizdiğiniz bir konu var. Yazarın içinde düdük çalan “evrensel insan” altarının önünde duruyor yazar.. yazarımız... Yazmak şöyle bir serüvendir! Yaşamsal algı hızını çağına göre üst düzeye çıkaran bir kulvarda sözcüklerle birlikte gece gündüz koşmaktadır yazar. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Pera da İstanbulRoma Roman Romans/ Deneme/ Tekin Sönmez/ Nis Media/ 260 s. Söylence Berlin 240 s., Simgesi Muğla 134 s., Urgup Cappa Fantastica 198 s., Reporting Afghanistan 138 s., Marissa Epos 240 s., Köyceğiz Öyküleri 118 s., Kars Platosu Öyküleri 136 s., Hayal Üçgenleri 158 s., BenAras 220 s., Batı Rüyası Okulu Kulu 256 s., Hidden Paradise 136 s. / Nis Media / Tekin Sönmez. CUMHURİYET KİTAP SAYI 952 SAYFA 21