Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Kırk yıl sonra Ahmed Arif yeniden... H er dönemde bir yıldız bulutu gibi geçen yüzlerce ozan var. Zamanında önemsenmiş, kimi dizeleri dillerden düşmemiştir. Sonra da unutulup gitmiştir. Yapay oluşumlarda adı geçen ozanlar da var. Yalnızca adı geçer. Onlardan ne kalmıştır günümüze? Zamana direnmesini bilmek, yarınlara kalmak kaç ozanın eriştiği bir başarıdır? Yapay oluşumlar bile iz bırakmazken dayanışma anlayışıyla çevre oluşturmak neye yarar! rinde böyle bir sakınca yok. Hiçbir zaman söyleve düşmez. Bir duygu sağnağı, imgeler halinde, sıra sıra mısralar kurar. Ana düşünce, dipte, her zaman belirli, ama sakin durur; çoğalır, büyür belki, ama kalın bir damar halinde hep dipte durur” (PAPİRÜS, Ahmed Arif, Ocak 1969). (50’lı yıllarda Ahmed Arif’i daha yakından tanıdım. Halkçı gazetesini çıkaran Erdoğan Tokatlı, iyi bir arkadaştı. O gazetede benim de bir yerim vardı. Erdoğan’ın eşi, ameliyat ettiğim incelikli bir hanımdı. Yazımı Halkçı’ya götürürken özellikle Ahmed Arif’le görüşmek, sevinçli bir söyleşiye dönüşürdü. Sonra gazetede bir şeyler değişti. Erdoğan Tokatlı’nın eşi gazeteye el koydu. Karıkoca ilişkisi sona erdi. Ahmed Arif, ‘Ne olacak bizim durumumuz’ diye kaygılanıyordu. Yürek sıkışmaları vardı. Çalıştığım hastanede onu bir kardiyolog arkadaşıma emanet ettim. İnceleme sonuçları normaldi. Sıkça denetlemesi gerekiyordu. Aldırmadı. Onu yeterince inandıramadık mı?) ANADOLU İNSANI Doğu insanıyla yurdunu barıştıran bir ozandı Ahmef Arif. Destansı şiiri “33 Kurşun” yazılmasıydı, “Özalp Olayı” belki de unutulacaktı. Ne olmuştu? “İkinci Dünya Savaşı” içinde, Temmuz 1943’te, sınır soygunlarından çıkar uman yöneticiler mi vardı? Çıkar ilişkilerini korumak için kimi insanlar gözden çıkarılıp sakıncalı ilişkilerle mi suçlanıyordu? Gözaltına alınan 40 kişi “Harp Divanı”na verilecekti. Bunların 5’i tutuklandı, ötekiler suçsuz bulunup bırakıldı. Kimdi bunlar, neydi suçları? Ahmed Arif şöyle anlatıyor: Sözcükleri yeniden oluştururken niteliğini bilmediğimiz yeteneğe “esin” mi dememiz gerekiyor? Kendine özgü bir söyleyiş biçimi kurmak için nasıl bir sıkıntıdan geçiyoruz? Sözcük, dizede yerini bulmalı. Eğreti duran, kişiliksiz bir sözcüğün şiire yararı olmaz. Gündüz fenerle insan arayan Diyojen gibi, usta ozan, sözcüklerin izini sürer. Ta ki, dizeye yakışan durumunu buluncaya dek. Ağıp giden yıldız bulutu içinde kaç ozan o bunalımlı yaşamanın tadını çıkarır! Acıyı bal eylemek için, çeliğe çifte su verir gibi, yüreğinin örsünde sözcükleri dövmek, onlara yeni bir biçim vermek gerekecektir. BİR ŞİİR KİTABININ 40 YILLIK SERÜVENİ Ahmed Arif acılar döneminden geçen bir ozan. Muzaffer İlhan Erdost adam sarrafıdır. Ellili yılların Ankarasında mı tanımıştı onu? “Biri, gece ‘Ulus’a gelmiş, ‘Ben Ahmed Arif, kurban!’ demişti.” Anadolu insanının gücüne inanmak Ahmed Arif şiirinin alınyazısıdır. Bu gerçeği Muzaffer İlhan Erdost şöyle yorumluyor: “Ahmed Arif, bağımsızlık gününde, devrimci eylemde, temel öğe olarak, bu bozulmamış, yiğit ve dürüst kırsal emekçiye, yani çoğu aşiret geleneğinden kendini yalıtamamış Anadolu köylüsüne, bağımsızlığı, gururu ve namusu için savaşım verecek güce umutla bağlanır.” ..... “Bu öz, kapitalist kentte, aşkta mapusanede yer yer yeni düzenin emekçilerine çevrilirse de, şiiri, susadıkça, döner dolaşır çocukluğunun pırıltılı kaynağına, Diyarbekir çevresine, bir ceylan gibi su içmeye iner ve sırtını kendi dağına yaslamış bir zulüm avcısı, bir Köroğlu gibi, mavzerine şiir doldurur” (Üç Şair, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif, Onur Yayınları, 2004). Ahmed Arif’in mavzerine doldurduğu şiir kurşun gibi vurur insanı. “Hasretinden Prangalar Eskittim”de 19 şiir var. önce 1968 yılında Bilgi Yayınevi yayınlamış. Sonra Cem, sonra Everest yayınevleri, hiçbir şiir kitabının erişemeyeceği 60’a yakın baskı sayısıyla şiirlerini hep gündemde tutmuş. Everest Yayınları ayrıca, Ahmed Arif yaşarken kitaplaştırmayı düşünmediği 8 şiirini “Yurdum Benim Şahdamarım” adıyla bir kitapta toplamış. Bu şiirlerin 5’i değişik nedenlerle “Hasretinden Prangalar Eskittim”e alınmamış. Ahmed Arif sağlığında yeni bir şiir kitabı çıkarmak özlemindeydi ama kitap oluşturacak yeterli şiiri yoktu. Eski şiirleri arasında, daha sesini bulmaSAYFA 28 dığı, Ahmed Muhip Dıranas’a özendiği, hece şiiri de vardı. Afyon Lisesi öğrencisiyken yazdığı, dergi köşelerinde unutulmuş başka hece şiirleri de olacak. Şevket Beysanoğlu ile Vecihi Timuroğlu’nun hazırladığı Ahmed Arif çalışmasında bu şiirler de anımsatılıyor (Ahmed Arif, “Hayatı, Sanatı, Şiirleri”, Diyarbakır Vakfı Yayınları, 1992). Bir ozanın gelişim çizgisini görmek için ilk çalışmalarını bilmenin de yararı olabilir. Ama kişiliğini kazandıktan, kendi sesini bulduktan sonra artık o şiirlerin anlamı kalmıyor. “Hasretinden Prangalar Eskittim”in kırkıncı yılında, ekleriyle birlikte kitap yeniden basılarak Ahmed Arif bir daha güncellik kazandı (Hasretinden Prangalar Eskittim, 19682008, 40. Yıl Özel Basımı, Metis Yayınları, Mart 2008). ACILAR DÖNEMİNDEN GEÇEN BİR “TAVIR OZANI” Acılar döneminden geçen Ahmed Arif, “51 Tevkifatı”nda, 2 yıl “hapis”, 6 ay “sürgün” cezası alır. Sansaryan Han’da dar bir odada tutuklu kalması başlı başına bir işkencedir. Genç felsefe öğrencisi akıl sağlığını korumakta zorlanır. Artık öğrenimini sürdüremeyecektir. Şiire sığınmak, kurtuluşuna açılan yoldur. Bir yandan da Ankara gazetelerinde çalışarak ekmeğini kazanacaktır. Şiirde ne anlatıldığı elbet önemlidir. Ama kendi sesini bularak nasıl anlatıldığı daha önemlidir. Ahmed Arif, Nâzım Hikmet’ten gelen duyarlığı yeni bir sese dönüştürdü. Yaşar Kemal bu dönüşümü şöyle açıklıyor: “Nâzım’dan sonra, Nâzım’a yeni bir halkadır Ahmed Arif. Yepyeni. Ancak, Ahmed Arif, daha çeşitli kültürlerden gelir. Onun çıktığı yörede değişik kültürler vardır. Mezopotamya’dan gelen bir Kürt halkının kültürü. Bir Çerkez kültürü. Bir Türk kültürü. Bunların hepsi birleşir Ahmed Arif’te” (Türkiye Yazıları, Yaşar Kemal Anlatıyor, Konuşan Erdal Öz, Eylül 1977). İçerdeki adam, görüşmecisinin yeşil soğan göndermesiyle baharın geldiğini anlıyor. Kendini içerde tutan nesnelerle dertleşirken yalnızlığına pek aldırmaz. Belki görüşmecisiyle karşılaşmamıştır bile. Birden bire hafiflemiştir içi, o sıkıntı dağılıvermiştir. Çünkü, “dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diye bir sevinç kaplar içini: “Haberin var mı dört duvar? Demir kapı, kör pencere, Yastığım, ranzam, zincirim, Uğruna ölümlere gidip geldiğim, Zulamdaki mahzun resim, Haberin var mı? Görüşmecim yeşil soğan göndermiş, Karanfil kokuyor cigaram Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.” O umut olmasa içerde geçen zamana katlanmak olanağı bulunabilir mi? Yalnız umudun ozanı mı Ahmed Arif? Gülten Akın’ın yorumu şöyle: “Ahmed Arif’in şiirine, umudun, inceliğin, korkusuzluğun şiiri demişler. Ekleyeceğim: Onun şiiri, onurun ve alçakgönüllülüğün, derinliğin ve yalınlığın bile şiiridir” (Sinan Yıllığı, 1973). BİR OZANI TANIMAK Bir ozanı yakından tanıyarak şiiriyle kişiliği arasında ilişki kurmak yetmez: Muzaffer İlhan Erdost gibi, Cemal Süreya gibi, şiirin dokusundaki ayrıntılarını görmesini bilen kişilere özgü bir ayrıcalıktır Ahmed Arif’i tanımak. Ellili yılların sonlarına doğru, onlar, “biraderi can beraber” denecek kadar yakın arkadaştı. Cemal Süreya bu yakınlığı şiiriyle özleştiriyor: “Her şairin konuşma tarzıyla (hatta yüzüyle) şiiri arasında bir yakınlık, bir benzerlik vardır muhakkak; ama konuşmasıyla şiiri arasında bu kadar bir özdeşlik bulunan bir şaire ilk kez Ahmed Arif’te rastlıyordum.” Bir “tavır ozanı”ydı o! İçine çekilirken bile bir başkaldırı şiirinin yankısıydı duyulan. Cemal Süreya oral (ağıza ilişkin) bir şiir görüyor Ahmed Arif’te: “Bizde oral şiirin tuhaf bir kaderi vardır: Bir şiirde, genellikle, ya kuru bir söylevciliğe düşülür ya da harcıâlem duyguların tekdüze evrenine. Daha doğrusu, nedense şimdiye kadar genellikle böyle olmuştur. Bu, sözün yakışığı uğruna, şiirin elden çıkarılması, harcanmasıdır. Ahmed Arif’in şii “Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız Karşıyaka köyleri, obalarıyla Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka yakaya Birbirine karışır tavuklarımız Bilmezlikten değil, Fıkaralıktan Pasaporta ısınmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayri eşkıyaya çıkar adımız Kaçakçıya Soyguncuya Hayına...” Şiirin adı “33 Kurşun”dur ama, Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı’nın emriyle 32 kişidir kurşuna dizilen. Yargılanma sonucu Mustafa Muğlalı 20 yıl hapis yemiştir. Yüreğine yenik düşmeseydi “içerde” kendiyle ödeşebilecek miydi? Fransızların bir sözü var: “On suçlu aklansın, yeter ki bir suçsuz ceza görmesin.” İyi asker elindeki öldürücü gücü barış için kullanmasını bilmelidir. Mustafa Muğlalı’nın adı nice kışlaya verilmiş olabilir. Tutuklu olarak yargılanan 5 kişinin aklandığını unutmayalım. Peki, o 32 kişi neden sorgusuz yargısız kurşuna dizildi? Ahmed Arif’in şiiri, yakın tarihimizdeki bu kara lekenin unutulmaması içindir. Hem onlar Kurtuluş Savaşı’nda da yanımızda değil miydi? “Vurun ulan, Vurun, Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, Karnımda sözüm var Haldan bilene Babam gözlerini verdi Urfa önünde Üç de kardaşını Üç nazlı servi, Ömrüne doymamış üç dağ parçası. Burçlardan, tepelerden, minarelerden Kirve, hısım, dağların çocukları Fransız kuşatmasına karşı koyanda.” Ahmed Arif’in şiirindeki derin gücü anlatan Cemal Süreya’nın yorumuyla yazıya son verelim: “Cesareti söylüyor Ahmed Arif. Yiğitliği. Bir pınar gibi, bir yeraltı suyu gibi, bir tipi gibi.” ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 952