Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Osman Çutsay’la “Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş”... Osman Çutsay’ın Cumhuriyet Hafta’da yayımlanan yazılarından bir derleme olan “Şerefsiz Osmanlı”ya Dönüş, Yazılama Yayınları’nca basıldı. Yazarın bu kitabı, Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş dönemindekine benzer bir dönemden geçtiği tezini işliyor. Çutsay’la “Şerefsiz Osmanlı”ya Dönüş’ü ve kitaba temel oluşturan yaklaşımlarını konuştuk... Ë Gamze ERBİL erefsiz Osmanlı”ya Dönüş, Cumhuriyet Hafta’da yayımlanan yazılarınızdan derlenmiş. Yazıları neye göre seçtiniz? Dönemin özelliği nedir? Evet, kitabın temelini, 2000 yılından bu yana her hafta, Cumhuriyet Hafta’da yayımlanan yazılarım oluşturuyor. Sonraki kitaplarda daha geniş çalışmalar da girecek içine... Dönem, Türkiye’nin de bitirilme sürecine girdiği yeni bir dünya düzeninin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) pratiğe damgasını vurduğu bir dönemdir. Avrupa’nın mali başkentinden, önce ekonomideki gelişmeleri siyasetle ilişkilendiren analizler yazmaya çalışarak başladım. İlericiler, her anı derinlemesine analiz ederek ve bu analizleri de paylaşarak yaşamak zorunda olan insanlardır. Geçmişle değil, şimdiki zamanla yaşarlar. Bu kitap, içinden geçtiğimiz acılı sürece sadece tanıklık etmiyor; bir müdahaleyi irdeliyor ve çözüm önerileri de içeriyor. Bize neleri reva gördüklerini ve göreceklerini birinci elden irdelemek zorundayız; önerilerimizi de her gün yeniden ve yeniden ortaya koymalı, tartışmalıyız. Kitaba temel oluşturan tezlerden biSAYFA 14 “Ş ri, “1923 projesinin emperyalistlerce kabul görmediği” tezi... Türkiye Cumhuriyeti’nin hep kapitalist sistem içinde kaldığını, kalma tercihi yaptığını ve bunun karşılık bulduğunu biliyoruz. Bu değerlendirmenizi neye dayandırıyorsunuz? Türkçüler, Kürtçüler, Osmanlıcılar, her türden liberal... Bunlar bize hep bir “anomali” olarak baktılar. Türkiye, doğmaması gereken bir çocuktu. İlhan Selçuk’un gerçekten mükemmel vurgusuyla, “Bunlar bizi hiç istemedi, ama biz yine de yaptık, Türkiye’yi kurduk”... Türkiye’nin sadece ilericileri, devrimcileri, bu ülkenin bir anomali olmadığını, bir tarihsel haklılığın ürünü olduğunu ileri sürebildi. Yani, uzantılarıyla birlikte 19191922 arasında sürdürülmüş savaşların ertesinde, emperyalist merkezlerin bize bir ülke bahşettiğini düşünmek doğru olmaz. Bugün Türk ve Kürt gericiliği, özellikle Osmanlı hayranı uşaklar, Türkiye’nin bir hediye olduğu görüşündedir. Lozan ise Sevr’den pek farklı değildir. Bunların Türkiye düşmanı olması normal, bunlar her zaman Sovyetler Birliği düşmanıydı. Türkiye düşmanlığı SSCB düşmanlığıydı ve SSCB düşmanlığı her zaman Türkiye düşmanlığı olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babaları kapitalist bir yol seçmiştir son tahlilde, doğru, ama yeni yeni yazılmaya başlanan devrim tarihimiz, bu yolun hiç de öyle kolay olmadığını gösteriyor. SSCB, bu yanlış seçimin, kapitalist yolun, Türkiye’ye çok pahalıya mal olmasını, ülkemizin dağılmasını önleyen bir dış dinamikti. Yani, Türkiye’nin, kuruluşundan birkaç on yıl sonra emperyalist merkezlerin istekleri doğrultusunda yeniden kırpılmasını engelleyen, SSCB’dir. Ermeni sorununda hâlâ Türkiye’nin en büyük kozu Sovyet ve Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti arşivleri. O ülke, bütün sonuçlarıyla tasfiye edilince, Türkiye’ye de eski faturalar çıkarılmaya başlanmıştır. Şimdi iç dinamik çok daha önemli olmuştur. Ama Türkiye aydınlanması, bu ülkeyi savunacak ve geliştirecek bir emekçi sınıf cephesi ile derinlemesine düşünebilen, kavgacı bir aydın kategorisi de yaratmıştır. Medyada bu olgulardan hiç bahsedilmemesine aldırmayalım. Bu, eski dış dinamiğin sağladığı kolaylıkları içeriden dengeleyebilecek bir olanaktır. 1923’ü dünya emperyalist sistemi “çarnaçar” sineye çekmek zorunda kaldı. Ekim Devrimi’nin yerleşiklik kazandığı ortaya çıkınca, bizimle Lozan’a oturdular. Türkiye gericiliği, bu kuruluşu bir yenilgi olarak göstermekte kararlıdır. Madem öyle, biz de onun önemli bir başarı ve bir dostluğun ürünü olarak görmek zorundayız. Emperyalizmin Türkiye’den ne kadar nefret ettiğini görmek isteyenler, sadece ABD’nin izle ‘Dibe vurduk, evet...’ diği politikalara değil, AB’den son dönemde sürekli öne sürülen “çok büyüksünüz, sizi hazmedemeyiz” uyarılarına da kulak vermek zorunda. Batı’nın egemen sınıfları bizden hep nefret etti. Tek yolumuz var o halde: Kendimizi zor kullanarak kabul ettireceğiz. Osmanlıcılık açık bir ihanettir. AKP hükümetleri, bütün yardakçılarıyla birlikte bir ihanet senaryosuna karşılık geliyor. Cumhuriyetin varlığını 1917’ye bağlıyorum, evet, ama kuruluşumuzun onun doğrudan ürünü olduğunu söylemiyorum. Bir yan ürünüz. 1923 Türkiye Projesi, 1917’nin değiştirdiği yeni bir dünya düzenini ilk fark eden Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, yani Türkiye aydınının ürünüdür. Kuruluşumuzu kolaylaştıran bu dış dinamik, bütün sonuçlarıyla ortadan kalkmışsa, Türkiye’nin eski haliyle devamını hiçbir emperyalist başkente kabul ettiremezsiniz. Söylediğim bu. ‘MÜTAREKE İSTANBULU’ VahdettinDamat Ferit çizgisi ile Abdullah GülTayyip Erdoğan çizgisi arasındaki süreklilikten bahsediyorsunuz. Bunu da biraz açabilir miyiz? Türkiye bugün artık “Mütareke İstanbulu” konumundadır. Yöneticiler de birer Vahdettin veya Vahideddin ile Damat Ferit kimliğine sahiptir. Bunlara, bu Osmanlı’ya, “şerefsiz” veya “onursuz” sıfatını yakıştıran ben değilim, dönemin emperyalist ülkelerindeki egebilir. Bunlar, Nutuk’u kendilerine bir küfür sayarlar. Haklıdırlar da. Gericiye, “Neden gericisin?” diye soracak halimiz yok. Mücadele edeceğiz. Ama asıl önemlisi ve benim gelmek istediğim nokta şu: Türkiye devrimcilerinin her birinde, istesinler istemesinler, bu devrim defterinden önemli parçalar var. Türkiye devrimcileri, en eleştirel bakanları bile, damarlarında şu ya da bu ölçülerde Mustafa Kemal’in kanını taşıyorlar. Bunu reddedenleri, ne entelektüel açıdan ne de devrimcilik açısından ciddiye alabiliriz. Ama buradan, “asrı saadet”e dönüş programı da çıkmaz. Türkiye ileri sıçramazsa, biter. Zaten bitiş sürecinin içindeyiz. Kitap bu süreci açımlıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve tarihini Marksist analiz araçlarıyla değerlendirmek çoğu zaman indirgemecilik ya da bu sürece aşırı “özgün”lük atfetmek gibi sonuçlar verdi. Tüm özgün niteliklerine rağmen 1920’ler süreci bir burjuva devrimi değil mi? Burada hassas olunması gereken sınır nasıl belirleniyor? Marksizm olmasaydı, ciddiye alınabilir ölçülerde yazılmış bir cumhuriyet tarihimiz de olmazdı. 1917 Ekim Devrimi olmasaydı, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti de olmazdı. “Olurdu” diyenlere, kendi payıma ancak gülüyorum. Sevres’de öngörülen bir şey olurdu tabii. Ama ben, Lenin’in gönderdiği söylenen altın tenekelerinden falan söz etmiyo Vahdettin Damat Ferit menlerin bize bakışıdır. Ben yinelemiş oluyorum. “Boğaziçi’ndeki hasta adam”, er ya da geç bu sıfatlara da hak kazanacaktır. Söylediğim şey şu: Ne Abdullah Gül ne de Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Türkiye’sinin nimetleriyle yetiştikleri halde, bu ülkenin kurucularını “hayırla” yad etmezler. Hayırla yad ettiklerini söylüyorlarsa, hadi başka türlü ifade etmeyeyim, “doğru söylemiyorlar” demektir. Bunların hepsi Osmanlı hayranı ve modern Türkiye’nin düşmanı olarak yetiştirildi. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’ta, bu soysuz hanedana layık gördüğü ifadelerin yanından bile geçemezler. “On birinci reisicumhur”, birinci “reisicumhur”un ifadelerinin ancak ve ancak tam tersini kullana rum. Onlar değildir, Türkiye’deki aydınlanma girişimini başarıya ulaştıran. Onlardan çok daha önemli başka bir şey var: Ekim Devrimi, uluslararası yerleşikliği altüst ederek, emperyalist sistemi felç ederek Türkiye’nin kurucu babalarına kendilerinin bile inanmakta güçlük çektiği bir tarihsel fırsat tanıdı. Bu fırsatı ilk kullananlar, Sovyetler Birliği ile dostluğa hep önem verdiler. O ülke olmasaydı ve yaşatılamasaydı, emperyalizm Türklerin ve Kürtlerin tozunu çok rahat atardı. Türkiye’deki ulusal demokratik devrim, bir sosyalist devrimin desteğiyle yerleşti yani. Trajik olan, bu aydınlanma cumhuriyeti yönetiminin, kısa sürede, Ekim Devrimi düşmanlarının eline geçmesi ve 1945 sonra ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 952