Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ sında da açıkça ABD’ye satılmasıdır. Neyse... Tarihimiz Marksizm olmasaydı yazılamazdı dedim, ama elbette 85 yıllık tarihimiz üzerine yazılmış bir şeyler olurdu, sadece biz onlara, bilimlerin anası sayılan tarih bilimi içinde yakışır bir yer bulamazdık. Ortalıkta vakanüvis mi yok? Ama bu, çok önemli değil; önemli olan, 1923 Projesi’nin özgünlüğü... Özgündür, çünkü hiçbir aydınlanma devrimi diğerine tıpa tıp benzemez. Hepsi özgündür. Bir şey, çok doğrudur: Kimilerinin saklamak istediği kavramlarla değil, doğru kavramlarla konuşursak, Türkiye’nin gerisinde, 200 yıla yaklaşan bir demokrasi mücadelesi değil, bir aydınlanma mücadelesi var. Bunlar bir ve aynı şey değildir. Geçen yüzyılın başında, aydınlanma çabamızın somutlaşması için, komşu bir ülkede, dünyanın altıda birini oluşturan bir bölgede, Rusya’da, tarihin en büyük devriminin gerçekleşmesini bekledik. Türkiye’nin kurucu babaları, bu tarihsel olanağı kullanarak, Anadolu’nun makus talihini kırmışlardır. O fırsat kullanılmasaydı, bugün Irak, İran, Mısır, Cezayir gibi yerlerde sürünüyor olurduk. Demek ki aydın potansiyelimiz, aydın inadımız, başka coğrafyalardan yararlanacak ve hatta başka âlemleri etkileyecek kadar güçlüymüş. Aydın malzememizde büyük eksiklik olduğuna hiç inanmadım. Gerilemelerimiz, başarısızlıklarımız, yenilgilerimiz oldu tabii, ama aydın, sonuçta nitel bir kavramlaştırmadır. Sayısına ve halkla kurduğu ilişkiye bakarak falan tanımlayamayız. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, özgündür elbette, ama kopukluk anlamında bir aşırılığın ürünü değildir. Bir devamlılık da içerir, bu anlamda, sosyalist bir deneyimin özelliklerini gösteremez. Eski rejimle bir biçimde uzlaşır; bu, sosyalist deneyimlerde mümkün değildir. Ana hatlarıyla bir aydınlanma çıkışıdır 1923; daha bilimsel bir tabirle bir burjuva demokratik devrimidir. Bu tür devrimler de hiç tamamlanmazlar. kanlar ve Doğu Avrupa’da çok kanlı geçen, Irak’ta açıkça gördüğümüz bir süreç de işliyor. SSCB sonrasında Türkiye’ye destek anlamında hiçbir dış tutamak noktası yoktur. Bütün emperyalist başkentlerin çekmecelerinde, yeni dünya düzeninde küçültülecek Türkiye’nin yeni haritaları yer alıyor. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş ilkelerinden uzaklaştırılacak, sol düşmanı iki faşizan milliyetçi ve dinci, elbette de “ekonomik liberal” ülke halinde bölünecektir. Zaten şu BakuCeyhan boru hattının başka bir anlamı da yok. Bir iç sınırdır. Bu trajediyi egemen Türk siyaseti bizzat hazırladı. Ama... ANTİEMPERYALİST BÜYÜME... Bir kaçınılmaz kaderden söz eder gibisiniz. Bu durumda hiç şansımız bulunmuyor sanki... Hayır, hayır, kendimi doğru ifade etmek isterim: Sonuçta, ben de bu planların hepsini yırtabilecek bir gizilgücümüz olduğuna inanıyorum. Türkiye aydınının ve emekçi halkının, sıfırlanamayacağını biliyoruz. Söylemek istediğim, ondan bir adım daha ileride: Emperyalist planları yırtmış bir siyasetin, bir siyaset sınıfının, kuramsal inadın, bir pratiğin ve bir dilin, kısaca Türkçenin, sadece Anadolu’ya sığmayacağını eklemeliyim. Eğer bu badireyi atlatırsak, sadece emperyalistkapitalist dünya sistemine çok şaşıracağı bir darbe indirmiş olmakla kalmayız. Bu durumda gücümüz bugünden görülebilecek olanın ötesine geçer, çok büyür. Milliyetçi, dinci, liberal, kısaca emperyalist bir büyümeden değil, elbette sol yönelişli, antiemperyalist bir büyümeden söz ediyorum. Baştaki sorunuza gelirsek: Türkiye, ya 85 yıl önce başladığı işi sosyalist bir yönelişle yeni bir aşamaya çeker ya da hep birlikte yerle yeksan oluruz. Burada bir sınır görmek mümkün değildir. Şu kadarı burjuva, şu kadarı sosyalist diye bir sınır, kuramsal olarak bile mümkün değil. Ne olacağımızı, yani istikbalimizi okumak isteyenler, Yugoslavya veya Irak’a baksın. Oralarda geleceğimizle ilgili çok fazla ipucu bulunuyor. Oraya itiliyoruz. AKP’nin varlığı, bizi sözünü ettiğim o iki ülkeye daha da yaklaştırmaktan başka bir anlam taşımıyor. Dibe vurduk, evet. Dağılmamız büyük ihtimaldir. Bu ihtimalin gerçekleşmesini engelleyecek olan ise özellikle son 40 yıldaki büyük sol çıkışımızın yarattığı aydın kadrolardır. Zaten herkesin saldırdığı da onlar. Solu Kemalizmle, Kemalizmi solla buluşturma çabanızın nedeni nedir? Türkiye solunun farklı dönemlerinde Kemalizmle ilişkiler farklı biçimlerde öne çıktı, ağır biçimde köprüler atıldı, kimi zaman sağlıksız yakınlaşmalar oldu... Tüm bu dönemlerin kısa bir değerlendirmesi ve bugün bu ilişkinin neden böyle tarif edildiği üzerine görüşleriniz... Bu sorunuza tek cümleyle yanıt vermek isterim. Türkiye devrimcilerinin, Türkiye ilericiliğinin Mustafa Kemal veya Kemalizm gibi bir hasmı yok. Chavez ile Fidel’in, Simon Bolivar veya Jose Marti gibi hasımları var mı ki, bizim devrim tarihimizdeki kahramanlardan hasım üretme lüksümüz olsun. Türkiye gericilerinin baş düşmanı Osmanlı’yı yıkıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Paşa’dır. Sadece bu bile yeter, cephelerimizi açıkça belirlemek için. ? “Şerefsiz Osmanlı’ya”dönüş/ Osman Çutsay/ Yazılama Yayınları/ 256 s. SAYFA 15 “TEHLİKELİ” ŞİFRELER 1923 Projesi, bütün kurucuları yeminli sosyalizm düşmanı bile olsa, ki değildirler, sosyalizmle bağlantılı ve onun bir yan ürünüdür. Genlerine işlemiş bu “tehlikeli” şifreler, kurucuların niyetlerinden bağımsızdır; somut tarihsel koşulların ve etkileşimlerin ürünüdür. O nedenle benim için dincilerin ve onların müttefiki milliyetçilerin sollu sağlı her türden liberalle birlikte hastalıklı bir “Kemalizm” düşmanlığında ortaklaşması, şaşırtıcı değildir. Washington, Paris, Londra veya Berlin gibi başkentler, “Kemalizm” başlığı altında özetlenebilecek bir Türkiye aydınlanmasını sevmemekte, ona alerjik tepkiler göstermekte kendilerince haklıdır: O emperyalist merkezlerin bize uygun gördükleri anlaşmaları yırtarak bu ülkeyi kurduk. Fakat bu yırtma eyleminde en büyük gücü, dünyadaki ilk sosyalist ülkenin uluslararası arenaya getirdiği yeni siyasi harita ile elde edebildik. SSCB, yaşadıkça, Türkiye’nin tarihsel haklılığını sorgulayıcı, onu sarsıcı hiçbir zemine izin vermedi. Bugünkü trajedimiz burada: Eğer kuruluşumuzu ve hatta yaşamımızı borçlu olduğumuz bir dış dinamik artık bulunmuyorsa, dünyanın efendileri bize bundan böyle neden tahammül etsinler ki? Türkiye, bu desteğini 19891991 dönemecinden itibaren tümüyle yitirdi. O nedenle karşımızda, dinciler, milliyetçiler ve onların altyapısını oluşturan liberal Batı var. Orta Avrupa’da görece sakin yaşanan, ama BalCUMHURİYET KİTAP SAYI 952