Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Türkçe Günlükleri itaplarıma şöyle bir bakanlar, benimkilerin hemen yanında duran Ayşe Kulin’in kitaplarına yöneliyorlar. “Bunu okudun mu?”, “Ben şunu okudum, çok güzel!”. Yok, kıskanmıyorum. Ayşe Kulin’in, yazdıklarını herkese okutmaktaki sırrını merak ediyorum yalnız. Bursa Kitap Fuarındaki konuşmadan sonra yayınevinin standının bulunduğu salondayım. Kalabalık çok; ama imza için okur bekleyen yazarlar da yayıncılar da pek mutlu görünmüyor. Gruplar halinde getirilen ilköğretim öğrencilerinin sesleri sürekli bir uğultu halinde yankılanmakta. Ön sıradaki kitapların tümünün kapakları kalkmış, kıvrılmış; çünkü o kitaplara mutlaka dokunmaları gerekirmiş gibi, teker teker ellemeden, karıştırmadan geçmiyorlar. Çocuklar kitaplara çok hoyratça davranıyorlar. Onları yönlendiren türbanlı kadınların, birlikte gelmiş anneleri olabileceğini sanıyorum önce. Değilmiş. Öğretmenleriymiş. İlköğretim çağındaki çocukları eğitenlerin kafalarının dışını örten; ama içini ele veren bu örtülerin, üniversiteye türbanla girilip girilmeyeceği tartışmalarından çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çok satılan kitapların ille de nitelikli kitaplar olması gerekmez. Bunu hep biliyor, çok sık da yineliyoruz. Peki, çok satılan ve daha önemlisi çok okunan kitaplar için tersinin geçerli olduğu o kadar kolay söylenebilir mi? Çok satılmak ile çok okunmayı birbirinden ayrı tutuyorum; çünkü biliyoruz ki çok satılan birçok kitap pek okunmuyor. Okunamıyor. Üstelik rahat ve kolay okunamaması, pek çok zihinde edebi olmanın ölçütü bile sayılıyor. Peki, insanların ellerinden bırakamayacakları sürükleyicilikte bir kitap yazmak, kolay iş midir? Bunu daha çok Ayşe Kulin’in kitaplarını düşünerek söylüyorum. Geçen dönem her öğrencimi, “çağdaş Türk edebiyatı” kapsamında yer alan bir kitabı okumak ve okudukları kitabı sınıfta arkadaşlarına tanıtmakla yükümlü tutmuştum. Okudukları kitaplar arasında Ayşe Kulin’inkiler başı çekiyordu. Beğeni ölçütleri genellikle çok belli; çok sınırlıydı. “Akıcı bir dille yazılmış, sürükleyici bir FEYZA HEPÇİLİNGİRLER K 7 Mart Cuma 9 Mart Pazar kitap; kolay okunuyor.” “Akıcı, sürükleyici, kolay”; bu üç sözcük, bir kitabı övmenin anahtar sözcükleriydi onlar için; daha doğrusu başka ölçütleri yoktu. Bu dönem de öyle yapacağım. Biliyorum ki yine en çok okunanlar Ayşe Kulin’in kitapları olacak. Kimi “entel”lerimizin “Ben Ayşe Kulin okumam.” diye burun kıvırdıklarını bilmez değilim. Oysa Ayşe Kulin’de beni çeken bir sır var: Kitaplarını kolay okutmayı nasıl başarıyor? Kimi kitapların kendilerini rahat ve kolay okutma sırları bulunduğunun farkındayım. Aşk, ayrılık, ölüm acısı gibi hazır duyarlılıklara seslenmek; insanların daima ilgili oldukları iç gıcıklayıcı erotik konulara el atmak; merak öğesini sürekli diri tutmak vs. Ayşe Kulin, biliyorum, biyografik romanlar yazıyor; ama salt bu özellik, anlattıklarının inandırıcı olmasını sağlayabilirse de romanlarının çok okunmasını açıklamaya yetmez. Son romanı “Veda Esir Şehirde Bir Konak”ı (Everest Yayınları, 2007) bu sorumun yanıtını aramak üzere okudum sayılır. Kimi yanıtları da buldum galiba: Karşılıklı konuşmalar çok. Bu, sayfayı çok dolu göstermediği için okuma cesaretini artırıyor olabilir. Okuru şaşırtan gereksiz oyunlara kalkışılmıyor. Heyecan dozu iyi ayarlanıyor. Çoğunlukla zaman sırası izleniyor; “geçmiş”e mi döndü, “şimdi”yi mi anlatıyor tereddüdü yaşatılmıyor. “Yok yok, hayır, o bir aşüfte değildi”, “Evet evet, Kemal olmuştu.” (s. 239) gibi yinelemelerle etkileme gücü çoğaltılıyor. Konuşma dili kullanıldığı, “Biterrr, böyle işte, biter ve gitti giderrr koskoca Osmanlı İmparatorluğu.”, “Hüsnüüü Efendiii”, “Az kaldı, azzz!” (s. 206 207) gibi kullanımlarla; özel adların, yazım kurallarının dışına çıkılarak “Saraylıhanım, Behicanım” biçiminde konuşulduğu gibi yazılmasıyla okura hissettiriliyor. Ancak, kolay okutma çabası diye nitelenebilecek bu çabaların yanında başka şeyler de yapıyor Ayşe Kulin. Anlatacağı dönemi araştırıyor. Öğrendiklerini okurun gözüne sokmadan anlatımına yedirmeyi başarıyor. Veda’da anlatılan döneme özgü konuşma dili, abartıya kaçmadan veriliyor: “Ciğerleri zayıftır. Böbrekleri hakeza.”, “… Mehpare, bana kâfi yardımcı oldunuz. Teşekkür ederim.” (s. 198). Osmanlı’da konak yaşamının nasıl olduğunu hayal etmek isteyen gençlere yeterli ipuçlarını veriyor. “Veda” da bir Kurtuluş Savaşı romanı aslında. Öteki Kurtuluş Savaşı romanlarından tek farkı, savaşı cepheden değil, İstanbul’dan anlatması. İşgal altındaki İstanbul’dan… Tarih kitaplarında “İstanbul işgal edilmişti.” diye okumak başka, “Az ilerde, karşı kaldırımda değişik ülkelerden gelmiş bir tabur jandarma, tek sıra halinde yürüyordu. Elinde bastonuyla kazık gibi uzun bir İngiliz, belini kalın bir kemerle sıkmış, parlak siyah bıyıklı bir Fransız, tüylü şapkası ve parlak kırmızı etekleriyle tuhaf bir kuşu andıran İtalyan, sade giyimli ve alçakgönüllü Türk polisinin yanında mağrur adımlarla ilerliyorlardı.” (s. 250) diye yazan Ayşe Kulin’in anlatımıyla zihinde canlandırmak başka. Çok satan kitapların ille de kötü kitaplar olması gerekmiyor. A. Erten Tenderis’in mektubunu, uzun olduğu ve birçok şeyi birden sorduğu için epeydir bekletiyorum. Tümüne yine yer veremeyeceğim. İlk olarak, “Zamanla ilgili ölçülerde ‘buçuk’ ya da ‘çeyrek’ rakamla yazılabilir mi? AKP afişinde ‘4,5 yıl’ yazmıştı, ben de böyle olmaması gerektiğini yazmıştım. Ama Türkçe Günlükleri’nde buna yer vermemişsiniz. Yazmamanız bu yazımın doğru olduğu anlamına mı geliyor?” diye sormuş ve yazım kılavuzlarında bu konuda kesin bir bilgiye rastlamadığını, Adam Yayınları’nın Ana Yazım Kılavuzunda sayıların yazımına ilişkin 37. maddede konuya ilişkin bir açıklama bulduğunu eklemiş. O açıklama şöyle: “ Deneme ve anlatı türü yazılarda, özel mektuplarda, kesinliği bulunmayan küçük sayılar yazı ile gösterilir: ‘Ailesinden on beş yaşında ayrıldı.’, ‘İki yıldır silah altında’, ‘Kırk yıl özlem çekip.’” “Sözü edilen ‘4,5 yıl’, AKP iktidarı için de tam 4,5 yıl olmadığına göre yazıyla yazılması gerektiğini düşünüyorum.” dedikten sonra, “Virgülden sonra yazılan hane ondalık olarak da adlandırılır. Dolayısıyla yazılanın, onluk bir dilimin bir bölümü olması gerekir. Yılın onda biri yaklaşık 1,2 aya, günün onda biri 2 saat 36 dakikaya, saatin onda biri de 6 dakikaya denk geliyor. Zamanla ilgili anlatımlarda 4,5 yıl, 1,5 gün, 3,25 saat yerine dört buçuk yıl, bir buçuk gün, 3 saat 15 dakika kullanılması gerektiğini düşünüyorum.” demiş. Tenderis’in ondalık hesabına pek aklım ermedi; ama yazım kuralında “kesinliği bulunmayan küçük sayılar” derken “4,5 yıl”ın tam dört buçuk yıl olup olmadığı değil, verilen örneklerdeki gibi, “Beş dakika bekler giderim.” türündeki kullanımlar kastediliyor bence. Özel olarak dikkat çekilmek istendiğinde yazıyla yazılabileceği gibi, “4,5” diye, böyle rakamla da yazılabilir. ? www.feyzahepcilingirler.com feyzahep@gmail.com Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili Bölümü Çukursaray Binası Kat: 2, Barbaros Bulvarı34349 Yıldız / İst. 11 Mart Salı B U L M A C A Önce aşağıda tanımları verilen sözcükleri bulmaya çalışın ve her bir harfi bir yatay çizgi üzerine gelecek biçimde yazın. Sonra çizgilerin altlarındaki sayılara göre bu harfleri bulmacadaki aynı sayılı karelere aktarın. (Kara kareler iki sözcük arasını gösterir. Bir satırın sonunda kara kare yoksa bu, sözcüğün alttaki satırın başına sarktığını gösterir.) Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru bir şairin adını oluşturacak; bulmaca karelerindeyse, aynı şairin “Divaneliğe Dönen Pergel” adlı şiir kitabından bir alıntı ve 1999 yılında kazandığı şiir ödülünün adı ortaya çıkacaktır. Dikkat: “B/11”, “Ç/48”, “I/78”, “M/71”, “Ö/33” ve “Y/37” harfleri ipucu olarak yerlerine konmuştur. 1 D 2 I 3 A 4 G 5 H 6 H 7 A 8 H 9 F 10 H 11 12 E 13 E 14 G 15 F 16 C 17 E 18 F 19 G 20 I Hazırlayan: İLKER MUMCUOĞLU 30 14 50 25 61 28 H. “Anılar ve Düşünceler” adlı bir kitap da yayımlayan, SHP ve CHP’nin eski Genel Başkanı. B 21 I 22 I 23 E 24 I 25 G 26 B 27 G 28 G 29 I 30 G 31 B 32 D 33 34 D 35 I 36 I 37 38 F 39 B 40 E 41 A Ö 42 G 43 B 44 G 45 G 46 H 47 I 51 H 52 I 53 F 54 H 55 D 56 Y 48 49 C 50 G 46 8 6 5 59 Ç B 57 B 58 H 59 H 60 C 61 G 62 F 63 F 64 H 65 A 66 D 67 I 68 G 69 D 70 I 71 64 10 51 58 54 I. Kayısıya benzer bir meyvenin iki değişik adı. M B 72 G 73 B 74 F 75 G 76 I 77 E 78 79 C 80 G 81 E 82 G 83 I 20 29 24 35 21 47 Tanımlar ve sözcükleriniz: A. Madam Bovary’nin önadı. 60 16 49 79 D. İtalya’da, Po’nun kolu olan bir ırmak. F. Tokat’ın bir ilçesi. 70 36 2 22 76 15 38 18 74 53 9 63 62 G. “İmbatla Dol Kalbim” ve “Ona Sevdiğini Söyle” adlı öykü kitaplarını da yaratan yazar. 52 67 943. sayının çözümü: A. KEN 7 65 41 3 B. Van’ın bir ilçesi. 34 69 55 66 32 1 E. İri yapılı. 26 83 73 31 56 57 39 43 C. “En Büyük Ortak Bölen” (kısaltma). 75 27 68 19 45 TER, B. AĞIZ İÇİNDE DİL GİBİ, C. DAĞ BAŞI, D. İVGİ, E. RAKILARI, F. ANNA KARENİNA, G. YARIN YARIN, H. DSP, I. EĞE, J. MARPUÇ, K. İS, L. RIH. Şiir: “Gerçeğin şarabını / Karnındaki tapınağa / Sevgilim deyip uzandığın / Bahar. Dikenler Sarayı” 40 81 12 13 17 77 23 4 72 44 42 80 82 SAYFA 35 CUMHURİYET KİTAP SAYI 944