23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kısa Kısa... Kısa Kısa... Kısa Kısa... Ë Ahmet ARPAD ısa süre önce, tetikçi Mehmet Ali Ağca’nın Papa II. Jean Paul’e suikastını ele alan “Papa’ya Komplo” adlı kitabı Türkiye’de piyasaya çıkan Alman kadın araştırmacı gazeteci Valeska von Roques ile bir söyleşide bir araya geldik. Görüşmemiz daha çok bu suikastın, daha doğrusu komplonun perde arkasında olup bitenler üzerine gelişti. Ünlü Alman haftalık dergisi “Der Spiegel”in çeyrek yüzyıla yakın İtalya muhabirliğini yapmış olan, Hamburg ve Roma’da yaşayan von Roques, Vatikan’da 4 Mayıs1998 gecesi işlenmiş ve bugüne kadar da nedeni ortaya çıkarılamayan üçlü bir cinayet üzerine kaleme aldığı “Vatikan’da Cinayet” adlı çok satan kitabın da yazarı. Valeska von Roques, “Papa’ya Komplo” kitabında okura sunduğu bilgilerle cinayet girişiminin Soğuk Savaş yıllarının kirli bir operasyonu olduğunu, geri planda ABD ile Vatikan içindeki bazı güçlerin olduğunu kanıtlamak istiyor. Bu ortak girişimin nedeni, Vatikan’da birbirine rakip ve Ruhban sınıfı üyelerinden oluşmuş Faenza klanı ile Opus Dei arasında amansız mücadele idi. Polonyalı bir Papa’yı Vatikan’ın başında görmek istemeyen Faenza klanı daha çok Masonları andırıyordu. Papa’ya destek veren karşı grup Opus Dei ise oldukça köktenci bir Hıristiyanlığı yeğliyordu. Aynı dönemde Amerika’daki bazı aşırı tutucu ve Sovyet Rusya karşıtı güçlerin çıkarlarıyla Vatikanlı Ruhban sınıfı üyelerinin çıkarları birbiriyle çok uyuşuyordu. Burada yazar şuna dikkati çekiyor: K Papa’ya Komplo “Biliyoruz ki 1980’li yıllara girildiğinde dünyada uluslararası bir yumuşama süreci başlamıştı. Ancak Amerika’daki bazı güçler Batı ile Doğu arasındaki bu yumuşamanın çıkarlarına hiç uymadığını sezerler. Vatikan içindeki II. Jean Paul karşıtları da ‘komünist’ Papa’dan kurtulmak istemektedir.” Gerçekten de ABD’li güçler Doğu Avrupalı Papa’nın Polonya ile Sovyet Rusya’nın arasını düzelteceğinden, dolayısıyla tüm Avrupa’ya “huzur” geleceğinden çekiniyordu. Yazara göre Vatikan’ın hırs dolu piskoposları ile kapitalizmin kirli çıkarları birleşince o dönemde Batı’nın çevirmiş olduğu dolaplardan en çirkini gerçekleşir. Papa II. Jean Paul’ü öldürme girişimi Batılı güçlerin Soğuk Savaş’ta uyguladığı “covert operation”ların en korkusuzca olanıydı. TÜRK GLADYOSUNUN ROLÜ Abdi İpekçi cinayetinin ardından yakalanan, atıldığı Kartal Askeri Cezaevi’nden yandaşlarınca kolayca çıkarılan, cebine pasaport konularak yurtdışına kaçırılan, 1,5 yıl Avrupa’da dolaşan, orada eğitimden geçirilen, devşirilen Mehmet Ali Ağca, Papa’yı öldürecek en ‘uygun’ tetikçi idi. Türkiye’de olduğu sürece Ağca aşırı sağcı biriydi, bir Bozkurt olarak komünizmden nefret ederdi. Ustaları ve yandaşları Abdullah Çatlı ile Oral Çelik ise o günlerde sadece birer Bozkurt değildi. “Onlar birçok Batı ülkesinde görülen gizli organizasyonun da üyesiydi” diyor von Roques. “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişik ülkelerde kurulmuş, olası bir Rus saldırısında “Stay–Behind” güçleri olarak suikastler ve sabotajlar düzenleyip, düşmanla mücadele etmek için kurulmuşlardı. Çatlı ve Çelik de Türk gladyosu’na dahildi.” Yazar kitabında bu güçlerin bütün ülkelerde NATO silahlarını kullanma hakkına sahip olduğuna da dikkati çekiyor. Önceleri Amerikan ordusu elemanları tarafından eğitiliyorlar, sonra da Amerikan eğitim kitaplarından yararlanıyorlar. “Türkiye’deki ‘şubeleri’ İstanbul’daki Amerikan Askeri Ataşeliği ile aynı binadaydı,” diye konuşuyor yazar. “Batı Almanya’nın 1977’de kurduğu antiterör timi GSG9 da bilgilerini sağcı teröristlerle paylaşırdı. Abdullah Çatlı’nın Batı Almanya’da sekiz haftalık bir eğitimden geçmiş olduğu da bugün bilinen bir gerçek.” = “KÖTÜLÜĞÜN İMPARATORLUĞU” Kitabın yazarı Valeska von Roques’a göre o yılların Soğuk Savaş ortamında Papa suikastı çok kirli bir oyundu. Suikast suçu Sovyetler Birliği’ne yıkılarak bu ülkenin uygar dünya dışında kalması amaçlanıyordu. “KGB ve Bulgaristan tezi işte bu nedenle ortaya atılmıştır,” ¥ Narin Zehir Ë Mehmet Sadık KIRIMLI ergun Özelli’nin ilk şiir kitabı “Buralardan Gitmeliyim” (1985) Gündem Yayınları’ndan çıkmış. Sonra sırasıyla diğerleri onu izlemiş: “Yirmidört Satırlık Yalnızlık” (Ayırım Yayınları, 1990), “Aşkıya” (Piyale Kitaplığı, 1997), “Kilitli Defter” (Şiirden Yayınları, 2005). Aşkıya, 1998 yılı Türk Tabipler Birliği Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü, şair Ünal Ersözlü ile paylaşmış. En son yapıtı: İlya Yayınları şiir dizisinden yayımlanan “Narin Zehir”, 2007’de çıktı. Şiir yaşamı dopdolu geçen bir şair Fergun Özelli. Şiirle öylesine bütünsellik kurmuş, öylesine ettırnak olmuş ki, onları birbirlerinden ayırmanız olanaksız. O, şiir sözcüklerinin içinde boğuşurken, geçmişin durağanlığı içinde değil, şiirde yeni arayışları yeğleyen bir şair olduğunu koyuyor ortaya. Bu kitabında Özelli, imgeye dayalı şiirlerini zorlaştırmadan yazdığı için, dizelerindeki ses uyumu (uyak) bütünselliğini sağlayıveriyor hemen. Kısacası her dize, diğer dizelerle rahatlıkla kaynaşıp buluveriyor kendi sesini. Şiir okuru için de bir kolaylık oluyor bu. Aşağıdaki dizelere bakınca daha iyi anlıyoruz bunu: F okunsa, taş devri dolmenlerinde gizlidir cam kavanozlarda yetişen narin zehir su üstüne şiir yazan utangaç suretimdir. (Narin Zehir, s. 7) SAYFA 22 Kitap 5 bölüm, 96 sayfa ve 56 şiirden oluşuyor. Fergun Özelli şiirinin, içinizdeki duygulara usul usul seslenen öznel bir yapısı da var sanki. Bağırıp çağırmadan, hiçbir şeyi kırıp dökmeden ama, söyleyeceklerini rahatlıkla ve yumuşacık diliyle söyleyebilen inatçı ve sabırlı birinin seslenişini gözlemliyorsunuz bu dizelerde. Örneğin: “ah! boğazda gezen serin su/ yeter artık, çekil git!/ dalgalara gaz döküyor/ hoyrat hücümbot yavrusu/…” Onun dizeleri arasında gezinirken, hafifçe çalan bir orkestranın müziği de sarıveriyor benliğinizi ve şiirin, o büyülü dünyasında sessiz ama duyarlı adımlarla gezintiye çıktığınızı anlayıveriyorsunuz hemen. Hayat, tüm acımasızlığıyla sürüp giderken, Özelli’nin şiirlerinden yansıyan lirizmin o tatlı ve içsel seslenişini, gittiğiniz her yerde, kulağınıza yer eden haliyle duyarsınız adeta… Günümüz şair bolluğu içinde, pek az şair de görülen bu özellik, şairin kişisel yapısını da koyuyor ortaya. “Ben, insanları incitmeden söylerim söyleyeceğim sözü” der gibi, şiirlerinde betimlemiş bu tavrını. Bu ses lenişiyle Behçet Necatigil şiirine de bir gönderme yapmış oluyor böylece. Şair ve yazar Ülkü Tamer bir yazısında onun için şöyle diyecektir: “Fergun çok sevdiğim şairlerden biri. Bana kalırsa, Necatigil şiirinin günümüzdeki uzantısı. O da fısıltılarla konuşan yazar ve şairdi.” Şairin bu yumuşaklığının yanı sıra, ortaya zaman zaman sert tepkiler de koyabiliyor olması, “Yavaş atın tekmesi sert olur” atasözünü de anımsatmıyor değil doğrusu; şu dizelerdeki gibi, “baktım uyumaktan cam kubbeye sığınmış sabahlara/ rüzgârlar küs, yağmurlar yaban, güneş sahte” diyebiliyor sesini yükselterek. Bu ani çıkışlar Baudelaire’in şu ilginç tanımlamasını anımsatıyor bana: “Şiir bazen küçük ve yaramaz bir çocuk ¥ Fergun Özelli CUMHURİYET KİTAP SAYI 944
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle