Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Roman Zamanı Tarhanayı sever misiniz?.. “T arhanayı sever misiniz?” Böylesi başlık ne ölçüde yakışır bir yazıya, bilmiyorum. Yıllar önce Adam Sanat’ta yayımlanan bir başka yazımda da şöyle demiştim: “Tarhana Bulgur Okumak”. Tarhanaya takılmışlığımdan kaynaklanmıyor bu. Ama tarhanayı sevdiğimi söyleyebilirim gönül rahatlığıyla… Ne ki sanayiye dönük olanlarını değil, ev yapımı, yerel atölye üretimlerini yeğliyorum kendi payıma… Varan’la ya da Kâmil Koç’la yaptığım yolculukların molalarında rastlamıştım geçmişte bunlara. Ötekilerde bulamadığım tadı bu yolla tanıştığım bir tarhanada yakaladım: “Beyköy Tarhanası” (0380.5526263). Hemen her yolculuğumda birer küçük paket Beyköy Tarhanası taşımaya koyuldum eşe dosta. Hatta bir ara telefon açıp, üreticilerini de kutladım. Ama ne olduysa birden çekiliverdi Beyköy ürünleri, arıyorum, soruyorum, yok… Belgesel sinemamızın seçkin adlarından, arkadaşım Sezgin Türk, Düzceli. Ona sordum, yakın akraba imişler meğer yapımcı HayatiFatih Yarar ile, ekonomik güçlük içindelermiş, üretimlerini sürdüremez hale gelmiş iki kardeş, çaba harcıyorlarmış bu darboğazı aşmak için. Evet, tarhanayı çok seviyorum, ne ki sürekli tarhanayla beslenen biri olmadım hiçbir zaman. “Tarhana Bulgur Okumak” başlıklı yazımda bu sorunsal üzerinde durarak tek yanlı beslenmenin yol açacağı zararlara değinmiştim. Körün değneğini bellediği gibi, okuma edimini hep aynı yazarlar öbeğine bağlı kalarak veya popüler kültür avcılarının yönlendirmesine göre sürdürmek eksik beslenmek anlamına gelmez mi? Geçen hafta Kaan Arslanoğlu’nun romanlarına giriş yaptım ya, şimdilerde yaşamını Düzce’de sürdürüyor Arslanoğlu, Beyköy tarhanalarının diyarında. Ama tarhana sevenler, bıkmadan tarhana bulgur okuyanlar ne ölçüde tanıyor bu değerli romancımızı? Dokuz romanından kaçını okumuşlardır? Kitapları İthaki tarafından yayımlanan Arslanoğlu’nun Devrimciler’i (1988), Kimlik’i (1989) üzerinde durmuştum. Bu kez Çağrısız Hayalim (1992), Kişilikler (1995), Öteki Kayıp (1998), İntihar/ Zamanımızın Bir Kahramanı (1999) adlı romanlarında gezinelim istiyorum… ARSLANOĞLU’NUN 1990 EVRESİ ROMANLARI... Andığım dört roman 1990 evresi romanları olarak da değerlendirilebilir. 1980 evresine alabileceğimiz ilk ikisine göre, romancılığı bağlamında nasıl bir gelişim gösteriyor acaba yazar? 1990 romanlarında genelde çok daha gelişmiş güzelduyusal bir bütünlükle karşımıza çıktığı söylenebilir yazarın. Bunun, yalın anlatımdan karmaşık anlatıma geçilerek sağlandığı öne sürülebilir. Arslanoğlu, gerek Devrimciler’de, gerekse Kimlik’te, ne denli yoğunlaştırıp çoksesli hale getirmeye çalışsa da romanlar düz anlatımdan kendini sıyıramıyordu bir türlü. Bu nedenle de roman evrenleri, yaşa dığımız dış dünyanın karmaşasını bize yaşatmaktan, yansıtmaktan görece uzak kalıyordu. Oysa 1990 evresinin ilk romanı Çağrısız Hayalim’de, bütün bunların aşıldığı görülebiliyor. Kaan Arslanoğlu, polisiye gerilim içirdiği bu romanında, önceki izleklerinin bir süreğini sunuyor aslında bize. Öyleyse fark ne? Özöyküsel anlatımdaki geçişlerle, bilinç akışı vb. yazınsal tekniklerle sağlanıyor değil bu çokseslilik. Kaldı ki polisiye gerilim, Arslanoğlu’nun baştan bu yana romanlarına soğurduğu bir biçem zaten, bunu böyle dile getirmek eksiklik taşır bu nedenle. Daha gelişmiş bir imgeleme, sözcük zenginliği, seçimi, ses yelpazesinde denge, tartımda akışkanlık, bunların hepsine evet. Ama 1990 romanlarında asıl getirilen, okurun eylemli hale dönüştürülmesi bana göre… Okur öncekilerde, tanrı romancının verdikleriyle yetinmek zorunda kalıyordu. 1990 evresi romanlarıyla birlikte yazarın görece geri çekildiği, okuru romanla, kahramanlarıyla baş başa bıraktığı somut biçimde görülebiliyor. Yüksek düzeyde yapılandırılan soyutlayım, nitelikli dönüştürüm örnekleri de bu evreyi, öncekinden ayırıyor. Sözgelimi Çağrısız Hayalim’de Komiser Tahsin’e bakarak bile Kaan Arslanoğlu’nun usta romancı olduğu kanısına varılabilir. Neden? Özellikle Kimlik’te karşımıza çıkan kimi tipleştirmelerden kaçınarak polisi de karaktere dönüştürmeyi başardığı için… Kahramanını, olumlu olduğu denli olumsuz, olumsuz olduğu denli olumlu yanlarıyla da ele alarak yapılandırdığı için… Ama yine de Komiser Tahsin bölümünün, herhangi işlev ya da zorunluluk bağı da taşımazken, aykırılığa yol açacak biçimde neden bunca yer tuttuğunu merak ediyorsunuz elbette romanda… Komiserle tamamlanan verileri, bir başkasının (örn. Ayhan) kapatabilirliği ortadayken… KAHRAMANLARDAN ROMANLARA... Kaan Arslanoğlu, romanlarını kahramanları aracılığıyla inceden inceye örüntüleyen bir yazar. Ancak Kişilikler, bunun bire bir sergilendiği bir yapıt neredeyse. Romandaki evren, Sibel, Sercan, Sinan, Hülya, Nilüfer, Umut vb. kahramanlarla oluşturuluyor. Yazar bu yeğleyişiyle romanı yavaş işleyen süreçte tamamlıyor. Kahramanların birbirleriyle ilişkilenişi, giderek aynı bir evren içinde yer alışları bu çerçevede ancak gide gide belirginlik kazanıyor. Böylece yeni bir karakter bahçesinden içeri adım atıyoruz Kişilikler’de. Nitekim kahramanlardaki içsel dünya çağıltısı, ruhsal oluntu fokurtusu alabildiğine yükseltiyor romanı. Kaan Arslanoğlu, Öteki Kayıp’la erken sayılabilecek bir dönemde, bu yaşadıklarımıza dışarıdan, bir de İngiliz toplumunun yaşamından bakmayı deniyor romanında. Musa, yıllar önce İngiltere’ye sığınmış, İngiliz yurttaşı olmuş bir psikologdur. Sığınmacı ilişkilerinin sürdürüldüğü kurumda çevirmen olarak çalışmakta, aldığı psikoterapi kurslarının desteğinde görüşmeler yapmaktadır. Geçirdiği operasyon sonucu beyninin bir bölümü alınan Gülsüm Musa’nın çalıştığı kurumla ilişkilenir. O da sığınmacıdır, bir kaza geçirmiştir, bunun siyasal yönünün olduğu sanısı vardır. Ne ki bellek yitimine uğramıştır genç kadın, geçmişi güçlükle anımsar, daha doğrusu zaman zaman anımsar gibi olur. Musa düşünür, sığınmacılarla görüşürken: “Sorunlar her millette, her ülkede tıpatıp aynı… Çünkü insan aynı…” (41) İngilizlerle yaşarken Türkiye’ye, Türkiyeli sığınmacılara bakmak, elbette çok ilginç. Çarpıcı, yoğun gerilimli gelişimin hızına uyan,kısa tümceli biçemiyle Öteki Kayıp, Arslanoğlu’nun romanları arasında bu açıdan görece farklı bir konuma sahip. Üstelik Arslanoğlu, Musa’nın İngilizlerle çok önceden başlayan yakın ilişkilerini kullanarak toplumsal değerler, kültürler karşılaştırması da getiriyor önümüze. Ama eklemek gerek; Musa, hepimiz gibi kendi önyargılarıyla davranan, çevresindekileri, olup bitenleri buna göre değerlendiren biri. Gülsüm’ün başına gelenler, serüven yüklü gerilimle birleşirken ustalıkla kurulan roman evreninden içeri adım atıyoruz ağır ağır. Öteki Kayıp, Arslanoğlu’nun önceki romanları gibi olgusal, yaşantısal olduğu izlenimi bırakıyorsa da Gülsüm’le sağlanan eğretileme, dilsel yapıdaki farklılık, bunların roman evrenine biçemsel yerleştirimi, kahramanlar arasında görülen rastlantısallık bağı, yapıtı apayrı bir konuma taşıyor. Önemli bir roman bu yanıyla Öteki Kayıp. SİYASAL ROMANIMIZIN BİR VAZGEÇİLMEZİ... Sonuçta siyasal romanımızda Kaan Arslanoğlu’nun önemli bir yere sahip olduğunu söylemek olası. Ancak asıl üzerinde durulması gereken, Arslanoğlu’nun siyasal romanımızdaki yerinin neresi olduğu, roman anlayışını nasıl temellendirip yapılandırdığı. Kaan Arslanoğlu, her romanında kimlik, kişilik konusunu hem sorunsal bağlamında tartışıyor bizimle, hem de giderek bunları değişmez izleklerine dönüştürüyor. Onun roman kişileri, birbirleriyle sürekli, yoğun ilişkileri olan insanlar. Öte yandan bu ilişkileri önemseyen, hatta zaman zaman kendi varlıklarını ancak buna bağlı olarak duyumsayabilen, kişiliklerini bununla dengeleyen kahramanlar. Devrimci eylemlerle içli dışlı yaşamış, bu temelde bir hesaplaşmaya, sorgulamaya girişmiş insanlar aynı zamanda. Olup bitenler kadar değişen insan profilinin aktarılmasında, söz konusu değişimlerin yaşandığı sürecin yansıtılmasında siyasal roman önemli bir işlev üstlenebilir. Bu çerçevede Kaan Arslanoğlu’nun romanlarındaki karakter bahçelerinden içeri girmeden toplumumuza bakabilmenin eksiklik taşıyacağı da öne sürülebilir hatta. Gerçekten de o, yirmi yıldan bu yana sürekli, dizgeli biçimde siyasal roman verimleyen bir yazar. 1980’in öngünlerinden başlayarak son otuz yılla ilgili düşünce bireşimine, mayalanmasına gitmek isteyenlerin, dönemle ilgili düşünce üretecek, ötesinde araştırma yapacak olanların kesinlikle okuması gereken bir roman dağarı özelliği taşıyor onun verimler toplamı. Ruhbilimsel yapılanıştaki ilginçliğine, birbirinden farklı kişilerin önde görünürlüğüne karşın birer toplumbilim kitabı gibi de okunabilir yapıtlar. Çünkü Arslanoğlu’nun romanları, bu çerçevede belirgin role sahip. 1970’lerden günümüze son otuz yılın toplumsal ekonomik, siyasal, inançsal, töresel, ahlaksal, hatta cinsel vb. yapılanış dökümü. Şu da var: Kaan Arslanoğlu, böylesi açılım getirmekle birlikte, kurduğu roman evreni ya da yapılandırdığı kahramanları aracılığıyla bu yönde dayatma getirmiyor kesinlikle. Bir temele koyma da değil bu. Yazar, romanları aracılığıyla getirdiği yazınsal coğrafyada, bunu bir kez kurup çalıştırmaya koyulmuş tanrı havasında aradan çıkıyor, okuru romanla baş başa bırakıyor, o kadar. Sonuçta değerlendirmeyi yapan, eleştiriyi getiren okurun kendisi. Eylemlilik işte burada ortaya çıkıyor. Yeter ki okur, alımlayıcı bir tutum sergileyebilsin romanlar karşısında… İntihar/ Zamanımızın Bir Kahramanı’nda kırkına merdiven dayamış Erdem, Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ındaki Aysel gibi tıpkı, kapatır kendini. Aysel otel odasındadır, Erdem’se dağda çadırında. On altısındayken daha, öteki iki arkadaşı Esin’le, Ahmet’le birlikte karar vermişlerdir; “otuz beş yaşına geldiklerinde toplanacaklar ve yeter artık diyebildiklerini anlarlarsa ya da yaşamda başarısız olduklarını görmüşlerse, on dokuz yıl önceki kararlarını kesinleştirecekler”, “üçü birlikte intihar edeceklerdi”r. (34) Erdem, otuz yedi yaşına gelmiştir, işini, evini bırakıp dağa çıkar çadırıyla birlikte. İnsanın “kurduğu öykünün çökmesi”dir (51) aslında bu. Kaan Arslanoğlu, Fecir Alptekin’le yaptığı bir söyleşide “Romanlarım gittikçe günümüze yaklaşıyor” demişti. (Cumhuriyet, 21.10.1999) Bana sorarsanız gittikçe yetkinleşiyor da. Ama biz, ona hak ettiği ilgiyi gösterebiliyor muyuz? Bundan kuşkuluyum… Sırada 2000 evresi romanları var Arslanoğlu’nun. Ancak tefrika havasına kaymaması için 2000 evresi romanları Kuş Bakışı (2001), Yoldaki İşaretler (2004), Sessizlik Kuleleri (2007) üzerine düşüncelerimi, Kaan Arslanoğlu romanlarına yönelik genel değerlendirmemi birkaç hafta öteleyerek yayımlayacağım. Sahi, sizin tarhanayla aranız nasıl? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 944 SAYFA 28