Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ Paşa, padişahının uzlaşmaz tutumu karşısında Onun hükümeti olarak birliği oluşturmak taktiği gütmektedir gütmesine ama Mustafa Kemal’in yanıtı da nettir: “Türkiye’nin mukadderatına sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi hakimdir.” Fakat Mustafa Kemal’in yanıtı Hamid Bey’in bir hatası sonucu Ahmed Tevfik’e ulaşmaz. Paşa’nın haleti ruhiyesini kitabında şöyle anlatıyor Orhan Koloğlu: “Bütün ömrünü Osmanlı Devleti’nin varlığı için harcamış yetmiş dokuz yaşındaki sadrazam için, onun yok oluşunu kabul etmek kolay değildi. Meşrutiyet’i ve Milli Mücadele’yi asla dışlamamış, bütün ailesiyle de bu oluşumlara katkıda bulunmuş bir kişi olmakla birlikte, 622’nci yılını tamamlamak üzere olan devletinin yok oluşunu ilan etmek, kolay kabul edebileceği bir şey değildi. Bütün çabasını da geleneksel bir yöntemle de olsa, saltanat ve hilafet makamına gelmiş kişiyi desteklemeye vermişti. Ancak kabul etmek gerekir ki, onun iyi niyetini asıl etkisiz kılan Vahideddin’in kendisi olmuştu…” VAHİDEDDİN: TEVFİK PAŞA BANA İHANET ETTİ Sonunda 1 Kasım 1992’de, TBMM, kendisini tanımayan sultanını lağvederken, aynı gün Vahideddin, Dolmabahçe Sarayı’nda, on dokuz yaşındaki bir cariyeyle evlenerek hareme kapanacak, Ahmed Tevfik ve hükümeti de 4 Kasım’da istifa edecektir. Bu Ahmed Tevfik Paşa ve Vahideddin’in son karşılaşmasıdır. Vahideddin anılarında Ahmed Tevfik başta olmak üzere paşalarına demediğini bırakmayacaktır: “Üç yıl boyunca sadrazamlık yapan ama gerçekte Mustafa Kemal Paşa’nın sadık bir hizmetkârı olan Tevfik Paşa, tabii sonunda bana ihanet etti. Vazifesinin başında kalması gerekirken beni yalnız bıraktı, çünkü istifa ettiği günlerde tahtın bir mümessili Avrupa’ya davet edilmişti.” Cumhuriyet ilan edilince, genç Cumhuriyet’in ilk icraatlarından biri, iki yıla yakın zamandır alamadığı sadrazamlık aylıklarının hemen ödenmesi olur. Ayrıca emekli maaşı da bağlanır. Kanun sonrası aldığı soyadıyla Ahmed Tevfik Okday, 6 Ekim 1936’da 93 yaşında ölümüne kadar geniş ailesiyle mutlu bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak yaşar. Kuşkusuz en saygın ‘son Osmanlı’dır. Genç Türkiye Cumhuriyeti, naaşına da saygıda kusur etmez. Cenazesine bir askeri müfreze gönderilir ve son yolculuğuna resmi törenle uğurlanır. SON OSMANLI’NIN SON KARARI: MİSAKI MİLLİ Yakın Tarih Dizisi’nin diğer kitabı Cengiz Sunay imzalı; “Son Karar Misakı MilliSon Osmanlı Meclisi’nin yakın tarihe yön veren kararı”. Kitabın ekseninde, “Kurtuluş Savaşı öncesinde ve sonrasında Ankaraİstanbul ilişkileri nasıldı? Bunlardan Kurtuluş Savaşı lehine noktalananları nelerdi? Son Osmanlı Meclisi Mebusanı son kararları olan Misakı Milli Beyannamesi’ni hangi şartlarda, nasıl ilan etmişti?” sorularının yanıtları yer alıyor. Misakı Milli kuşkusuz var olmanın asgari şartlarını deklare eden bir belgedir. Ve evet kitabın editörü Lütfü Tınç’ın da anımsattığı gibi Misakı Milli’yi son Osmanlı Mebusan Meclisi ilan etmiştir, ama bu ilkelerin oluşumunu, bu kararı alan milletvekillerini, Erzurum ve Sıvas kongreleri kararları etkilemiştir. Zaten bu milletvekillerinin önemli bir bölümü daha sonraları, Ankara’daki BüCUMHURİYET KİTAP SAYI 944 Ahmed Tevfik. Vahideddin Rauf Orbay, Mustafa Kemal, Bekir Sami. yük Millet Meclisi’ne katılacaklardır. ULUSAL RUHUN İLK ÖRGÜTLÜ GİRİŞİMİ Kitapta, Erzurum Kongresi ve bu kongrede alınan kararların, Milli Mücadele’nin, demokratik usullere dayalı, bölgesel olmasına rağmen beyannamesi nedeniyle, ‘ulusal ruha sahip ilk örgütlü girişimi’ olduğu vurgusunun yanı sıra Misakı Milli’nin tohumlarının, bu kongrenin ilkeleri içinden yeşerdiğini de okuyoruz. Ve bir sonraki aşamayı. Bu aşama da, bu kararların ilke olarak “ulusal ölçekte” olmasına rağmen, temsil kabiliyetindeki sakatlığın giderilerek, ülke çapında ilanının yapılacağı, tüm vatan sathını kapsayacak daha büyük bir kongrenin ayak seslerinde, Sıvas Kongresi’nde (4 Eylül 1919) somutlanacaktır. Erzurum Kongresi öncesinde RusyaAmerika restleşmesini, “Leninist Altı Temel İlke” ile “Wilson Prensipleri”ni de ayrıntılıyor yazar Cengiz Sunay. “Leninist Altı Temel İlke”, BrestLitovsk Barış Konferası’nda (22 Aralık 1917), Sovyetler Birliği delegasyonunun başkanı Adolf Yofe tarafından açıklanmıştı. Ve özellikle Dünya Savaşı’nın yenik devletleri açısından hayati özellikler taşıyordu. Fakat, karşı atak babından 8 Ocak 1918’de yayımlanan ve ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın adıyla anılan 14 maddelik “Wilson Prensipleri” kadar etkili olamadı. Söz konusu prensiplerin Osmanlı’yı ilgilendiren 12. maddesinde şöyle deniyor: “Şimdiki Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan bölgelerine tartışmasız bir egemenlik sağlanmalı; ancak şu an Türk idaresinde bulunan diğer milliyetlere kesin bir yaşam güvencesi ile özerk gelişmeleri için her türlü tecavüzden uzak mutlak imkân tanınmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı, milletlerarası teminat altında, bütün devletlerin gemi ticareti için serbest bir denizyolu olarak devamlı surette açık tutulmalıdır.” Bu maddenin, İtilaf Devletleri’nce çarpıtarak yorumlandığının ifade edildiği kitapta, yazar Cengiz Sunay, Türklerin çoğunluk olmalarına rağmen, uydurma demografik verilerle, ülkeden koparılmak istenen bölgelerdeki Rum ve Ermenileri “ekseriyet” yani çoğunluk; İslam ahaliyi ise “ekalliyet” yani azınlık olarak gösterdiklerini de anımsatıyor. Ve Erzurum Kongresi’nin bu tutuma karşı açık isyan olduğunu vurguluyor. Kongre’ye tepkileri de ayrıntılayan yazar Cengiz Sunay, en büyük tepkinin Kongre’yi devlet otoritesine karşı apaçık bir isyan hareketi olarak gören İstanbul Hükümeti’ne ait olduğunu belirtiyor. Kongre başlamadan üç gün önce, 20 Temmuz 1919 tarihli genelgelerinde esip gürlemeleri, ardından Mustafa Kemal ile Rauf (Orbay) Bey’in tutuklanmaları emrini çıkarmaları da bundandır. İtilaf Devletleri’nin keyfi iyice kaçmıştır. SIVAS KONGRESİ AMACINA ULAŞIYOR Sıvas Kongresi (411 Eylül 1919), Erzurum Kongresi’ni tüm ülkeye yaymak amacını gerçekleştirir. Dokuz maddelik beyannamenin en önemli özelliği, ilerde Misakı Milli’nin de sınır sorunları konusunda ortaya atacağı gibi, genel çerçeveyi incelemesidir. Buna göre, Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) önce İtilaf Devletleri’nin işgalinde olmayan mahallelerdeki Müslüman ekseriyet, toprağıyla birlikte ayrılmaz bir bütündür. Bu ilkeye uyulmazsa, her askeri ve siyasi tedbirin alınacağı, çatışmaya girileceği ortaya koyuluyor; böylece Kongre’nin, siyasi otorite mercii olduğu dünyaya da ilan ediliyordur. Ayrıca azınlıklar hakkında, Misakı Milli’ye de yansıyacak Kongre beyannamesinin 3. maddesiyle, azınlıkların hukukunun korunacağı ancak imtiyaz anlamını taşıyacak düzenlemelerin kesinlikle yapılmayacağı beyan ediliyordu. İLK TÜRKKÜRT VURGUSU Sıvas Kongresi’nin ardından Ankara ve İstanbul Hükümetleri arasında Amasya görüşmeleri (2022 Ekim 1919) gerçekleştirilir. Görüşmelere Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal ile Rauf ve Bekir Sami beyler katılır, İstanbul Hükümeti adına da Bahriye Nazırı Salih Paşa. Amasya görüşmeleri’nde üzerinde en çok durulanın sınır düzenlemeleri olduğunun altını çiziyor yazar Cengiz Sunay. Sıvas Kongresi kararları gereği, taviz verilemez sınırlar olarak Türkler ile Kürtlerin yaşadıkları araziler belirlenirken, Türk ve Kürtlerin Osmanlı camiasının ayrılmaz fertleri olduklarının vurgulandığını yazıyor. Ve sınırlar içindeki ahaliden söz edilirken “Türkler ve Kürtler” sözcüklerinin ilk kez telaffuz edildiğini belirtiyor. Görüşmeler, Sıvas Kongresi Beyannamesi’nde yer alan hususların İstanbul Hükümeti’nce de kabulü anlamına gelecek bir seyirde sürdüğü gibi, imzalanan beş protokolün (üçü açık ve imzalı, ikisi gizli ve imzasız) en önemli sonucu da, Heyeti Temsiliye’nin artık İstanbul Hükümeti’nce tanınıyor olmasıdır. İstanbul Hükümeti, Heyeti Temsiliye’nın rızası ve onayı olmadan, bir barış görüşmesine girişemeyecektir. Bu noktadan sonra, İngiliz ve Fransızların Güneydoğu’da Kürdistan oluşturma konusundaki kafa karışıklıklarını da detaylandıran yazar Cengiz Sunay, “Son Karar Misakı MilliSon Osmanlı Meclisi’nin yakın tarihe yön veren kararı” adlı kitabına son noktayı, Meclisi Mebusan seçimleri ve Misakı Milli’nin vücuda gelişini yani son süreci açımlayarak koyuyor. SON ZİYARETÇİLER, SON ZİYAFETLER Yakın Tarih Dizisi’nin diğer kitabı Fatmagül Demirel imzalı “Son Ziyaretler Son ZiyafetlerDolmabahçe ve Yıldız Saraylarında” adını taşıyor. Kitapta dünyadaki büyük imparatorlukların ulus devlete geçiş süreçlerindeki özel diplomatik ataklar konu ediliyor. Protokol ile verilen mesajların altını çiziyor. Bu bağlamda hükümdarların karşılıklı ziyaretleri ve şahsi dostluklarla pekiştirilen ve yönlenen OsmanlıBatı ilişkileri büyüteç altına alınıyor. Evet Osmanlı sarayı, Avrupa hükümdarlarının ve Balkan devletleri krallarının ziyaretlerine tanık oluyordu. “1856 sonrasında, Payitaht İstanbulu’nun, iki sultan sarayı vardı. Dolmabahçe ve Yıldız. II. Abdülamid’in 33 yıl süren saltanat dönemindeki tercihi, Yıldız Sarayı’ydı. Dolmabahçe Sarayı ise Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya çevirdiği dönemin merkezi sayılıyordu” diyor yazar Fatmagül Demirel. Alman İmpatoru II. Wilhelm, İran Şahı Muzafferüddin, Bulgar Kralı Ferdinand, Sırp Kralı Petar Karayorgiyeviç, Avusturya İmparatoru Karl, Osmanlı başkentinin son ziyaretçileridir ve bu iki sarayda onlar adına önemli ziyafetler verildiğini okuyoruz. Osmanlı sarayı bu hükümdarları ağırlarken karşılamanın görkeminden tutun, yan yana duruşlarına, sarf ettikleri sözcüklerin seçimine kadar her biri nevi şahsa münhasır mesajlar içeren pek çok protokol üretiyor ve uyguluyordu. PROTOKOLÜN GÜCÜ Bu çok önemliydi, pek çok şeyi konuşmadan anlatmanın en önemli yoluydu. Günümüzde de bu böyle değil mi? Suudi Arabistan Kralı ülkemize geldiğinde kendisini otelinde ziyaret eden (nasıl bir protokol ise artık) Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, Kral’ın sağında ve solunda yer alırken gösteren fotoğrafı anımsayın. Kitapta ayrıntılarıyla verildiği gibi Alman İmparatoru II.Wilhelm ve eşin inanılmaz bir şaşaa ile karşılanırken, Abdülhamid tarafından aynı iltifat, “Halife benim”i duyumsatmak adına İran Şahı’na gösterilmeyecektir. Mesela II. Meşrutiyet sonrasında, yeni rejimin ilk ziyaretçileri Bulgar ve Sırp krallarıdır. Bir zamanların Osmanlı tebaası olan bu krallara da hayli mesafeli davranılmıştır. O dönem kiminle gerginlik yaşanıyorsa muamele de ona göredir. Kitabın son bölümünde ise saray ziyafetlerinin kuralları sıralanırken, son dönem Osmanlı sarayı ziyafet mönüleri de yer alıyor. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Son SadrazamMilli Mücadele Taraftarı Ahmed Tevfik Paşa/ Orhan Koloğlu/ Doğan Kitap/ 164 s. Son Karar Misakı MilliSon Osmanlı Meclisi’nin yakın tarihe yön veren kararı/ Cengiz Sunay/ Doğan Kitap/ 124 s. Son Ziyaretler Son ZiyafetlerDolmabahçe ve Yıldız Saraylarında/Fatmagül Demirel/ Doğan Kitap/ 174 s. SAYFA 21