26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ belirleniyor. Dediğiniz gibi, Muhammed’in insani yönünü irdeleyerek, Türkiye’ye bir mesaj verme gayesinde mi oldunuz, diye aklıma geliyor? Fransa’da İslam Araştırmaları’ndaki kaynakları açtınız/aktardınız bir anlamda da. Bu türde konuları biraz da tabu halinden çıkararak, tartışma ortamına indirmek gibi bir düşünceniz oldu mu? Az önce de belirttiğim gibi, kişisel nedenlerimin dışında; sonuçta İslam kültürü istesek de istemesek de bizim içinde bulunduğumuz, içine doğduğumuz kültürün ayrılmaz bir parçası. Ne kadar süreceği şimdilerde meçhul gibi görünse de biz laik bir ülkede yaşıyoruz. Bu bizim için büyük bir kazanımdır. Atatürk mirasının en önemli kazanımlarından biri laik Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ama bugün siyasal düzeyde laiklik tartışılıyor; oysa anayasanın tartışılmaz ve değiştirilmesi önerilmez bir ilkesi laiklik. Bu bağlamda bir romancı elbette bu türde konuları düşünebilir. Arap Dünyası Enstitüsü’nde Muhammed’le ilgili pek çok biyografi okudum, hem Fransızca, hem de İngilizce olarak. Türkçe kitapları da okudum. Hepsi aynı anekdotları tekrarlıyorlar. Temel kaynak, az önce de söylediğim gibi, İbn Hişam ve Tabari büyük ölçüde. Fakat Muhammed’in biyografisini bugün bilimsel anlamda yazabilmek çok sınırlı. Çünkü bu en eski iki kaynak bile Muhammed’in ölümünden iki yüz yıl sonra yazıya geçmiş. Arada iki koca yüzyıl var! Özellikle vahiy indikten ve hicretten sonra; Muhammed tarihsel bir kişilik edindikten sonra bazı bilgiler geliyor. Bunlar da sözlü gelenek yoluyla, hadis yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılmış; dolayısıyla bir romancı için tarihsel gerçekler ve belgeler söz konusu olamaz burada. Ben Boğazkesen’i yazarken örneğin, hem Bizans kaynaklarını, hem de Osmanlı kaynaklarını taradım. Ama burada elimde olan bilgiler aslında sözlü gelenekten, efsaneyle karışıp bize iletilmiş bilgiler. Muhammed’in çocukluğu, gençliği, Hatice ile evliliği, ki romanda önemli bir bölüm ayırdım ona; işte bütün bunlar biraz da efsaneyle karışık anlatılagelmiş şeyler. tün bunlar kitapta var. Bir polemik, bir kışkırtma bana sorarsanız yok; fakat kutsalın alanına girince ister istemez duyarlı bir konu olduğu için bu tür tepkileri de öngörmek gerekir. Şimdi daha roman çıkmamışken pek çok elektronik posta gelmiş yayınevime. Bu tür tepkileri gösterenlere, gösterecek olanlara şunu söyleyebilirim: Önce okusunlar. Biliyorsunuz Muhammed, Cebrail’le Hira Dağı’nda ilk karşılaştığı zaman Cebrail’in sözü, ‘ikra’, ‘oku’ oluyor. Dolayısıyla ben bu çeşit olumsuz tepki göstereceklere, önce okuyup sonra eleştirsinler diye bir açıklama yapabilirim. Polemik yaşanırsa da şayet, Muhammed’in hayatıyla ilgili olacaksa bu, elimizde olan, bildiğimiz, yahut bildiğimizi varsaydığımız gerçekler üzerinden olmalı. Muhammed’le ilgili bölümler, romanın önemli ve büyük yer ayrılmış bölümleri; ben buralarda kendimden bir şey uydurmadım. İslam kaynaklarında yazılan, zaten Muhammed’in var olan biyografisinde anlatılan olayları kendi üslubuma göre, bir romancı, bir yazar olarak ele aldım. HİCAZ MACERASI Gittikçe muhafazakârlaşan bir Türkiye var önümüzde ve bu durum kutsalı iyice daraltıyor, konuları tabu haline ‘iyice’ büründürüyor. Böyle bir havayı gözlemliyor/bekliyor olmalıydınız! Peki böylesine sert tepkileri bekliyor muydunuz? Romanı yazarken hiç böyle bir şey düşünmedim. Benim için önemli bir roman Allah’ın Kızları. Çünkü bir ölçüde de otobiyografik bir roman. Sonra romanın bir boyutu da dedenin, yani çocuğa ilk İslam bilgilerini veren roman kahramanının Hicaz macerası. Önce Kanal Savaşı’na katılıyor dede, sonra Muhammed’in ümmetine karşı onun kentini savunma durumunda kalıyor. Yani Hayrettin Paşa’nın karargâhında ihtiyat zabiti göreviyle çöl savaşlarına katlıyor. Ve orada inancı biraz sarsılıyor. Bir kere orası Osmanlı topraklarıydı ama Arapların ülkesiydi aynı zamanda. Araplar, asi kabileler, Osmanlı’ya baş kaldıran kabileler bağımsızlıklarını istiyorlardı. İngilizlerle işbirliği yaptılar ama… Oralara ve o döneme ilişkin bir sürü kitap yayımlanıyor Türkiye’de, Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili ve müthiş milliyetçi bir söylem var bu metinlerde. Ben bu romanda o aşırı milliyetçi söylemi de biraz eleştirdim, kendi bakışımı getirmeye çalıştım. Romanın bu boyutu da gözlerden uzak tutulmamalı. Sadece Muhammed değil; bu romanın üç başkahramanı var; çocuk, dede ve Muhammed. Bir de yan kahramanlar var. Örneğin Cahiliye Dönemi’nin erotik şairi İm ruü’l Kays var ve onun Bizans’a geliş hikâyesi… Sonra Muhammed’in yakın çevresindekilerin hikâyeleri; Ebu Süfyan olsun, Ebu Lehep ve İslama karşı gelmiş Ebu Cehil olsun, bunların hikâyeleri… İslamın doğuş sürecinde tek tanrı inancı peşine düşmüş insanların hikâyeleri… Bana sorarsanız asıl bir de o coğrafyanın anlatımı var bu romanda! Çöl coğrafyasının ve çocuğun hayalinde kurduğu o geniş coğrafyanın da epik bir anlatımını bu romanda yazmayı denedim. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme hikâyesinde, günümüz ve geçmiş arasında bir bağlantı yapılır ve oraya göndermeler olur… Romanda denediğiniz bu durum da yeni teknikler arasında? Kuran’da İbrahim çok önemli bir figür. Tabii bu kurban olayı bütün dinlerin temelinde olan bir şey. Ben oraya atıf yaparken, güncelleştirdim ayrıca da. Bir de Menemen Olayı var örneğin. Çünkü çocuklar kendi aralarında konuşuyorlar, Manisa’da Menemen Olayı’nın üzerinden yirmi küsur yıl geçmiş, o bölgenin belleğinde çok taze bir olay, bir vahşet… İsmail babası tarafından kesileceğini bilmiyor tabii, ama Mehmet Derviş onun kahramanı. Çünkü o dindar olsa da Atatürk devrimlerine inanmış bir ailenin içinde olduğu için onun kahramanı Kubilay, bu tartışmayı koy mamın sebebi, işte söyleşimizin başında dile getirdiğim şiddet olgusunu gündeme getirmekti. Bu tabii, dinin temelinde de var; hâlâ gazetelerde de okuyorum; cinnet getirip çocuklarını kesiyor insanlar, ben bunu bir alegori olarak, İbrahim’in hikâyesiyle eklemlemeye çalıştım. SALMAN RÜŞDÜ ÖRNEĞİ Önümüzde bir Salman Rüşdü örneği söz konusu. Rüşdü’nün Şeytan Ayetleri henüz Türkçeye dahi çevrilemedi, İran’da kitap hakkında ölüm fetvası çıktığından. Böyle bir örnek de göz önündeyken, bu derece kutsal sayılan bir konuyu ve dahi ilk elden ismiyle dikkat çeken bir roman kurgulamada çekinceleriniz olmadı mı? Söyleşiyi yaparken kitabınız henüz çıkmamıştı örneğin, ama hafta sonu yapılan bir diğer söyleşinize dair yorumlar tüyler ürpertici!.. İran devleti Salman Rüşdü hakkında ferman çıkardığında onu destekleyen Müslüman kökenli ender aydınlar arasındaydım ben. Şeytan Ayetleri, hâlâ Türkçeye çevrilmedi, Makedonca çevirisi bile var! Bu romanı yazarken, onu Fransızcasından tekrar okudum. Salman Rüşdü, aşağılayıcı, alay edici, incitici bir üslup benimsemiş. Ama sonuç olarak bir ‘roman’la karşı karşıyayız. Ben öyle bir üslup benimsemedim Rüşdü gibi. Tam tersine, inançlı insanları incitmeden nasıl bu konuyu ele alabilirim kaygısıyla oluşturdum üslubumu. Sözün büyüsü, Kuran’ın beni çocukluğumda etkileyen sesleri, ondan sonra ayetlerin anlamını okuduğumda kimi zaman uğradığım hayal kırıklıkları, büCUMHURİYET KİTAP SAYI 944 yografik bir roman. Sonra romanın bir boyutu da dedenin, yani çocuğa ilk İslam bilgilerini veren roman kahramanının Hicaz macerası. İNANÇ SORGULAMASI Yazarın bir yaklaşımı daha var; çocukluğunda dinine bağlıyken, gençliğinde Marksizmin etkisiyle inançsızlaşıyor ve bu hikâyeyi anlatarak aslında ateist de olmadığı kanısına varıyor. Bu üçlemi siz nasıl irdelersiniz? Çocuk inançlı, dedesinin etkisinde; cuma namazlarına gidiyor, cehennemden korkuyor, kabir azabından korkuyor, Manisa dağında kıyamet dağını hayal ediyor. Kuran’da özellikle Mekke döneminde inen ayetlerde müthiş bir kozmolojik yıkım vardır ve çocuk da onların etkisinde kalıyor. Oysa yazar inancını yitirmiş, çocuğa oranla. Bir dönem ateist de olmuş, ondan sonra Allah’ın varlığını sorgulayan, ondan şüphe eden ama tamamen ateist olmayan bir konuma gelmiş; yani agnostik diyebileceğimiz bir konum. Dolayısıyla inancın şu ya da bu biçimde tartışıldığı bir roman Allah’ın Kızları. Şunu söyleyebilirim; en azından yazar böyle düşünüyor; Kuran’ın anlamını kavradıkça, ayetlerin anlamlarını gördükçe Muhammed’in elçisi olduğuna dair inancını yitiriyor. Çünkü bakıyor ki, Allah çok fazla Muhammed’in günlük hayatının içerisinde, hatta özel hayatının içerisinde! O zaman onun düşlediği Allah, o aşkın kavram, yüce varlıkla, kimi zaman Muhammed’e karşı çıkanlarla polemiğe giren Allah arasında bir farklılık görüyor. Dolayısıyla en azından İslamın tevhid, yani Tanrı’nın tek olduğu, ona eş koşulamayacağı inancıyla Muhammed’in onun elçisi olduğu inancı arasında bocalıyor. Oysa biliyorsunuz İslam bir bütündür; yani Tanrı tekdir der Tevhid inancı ve Muhammed onun elçisidir der. Müslümanlığın ilk prensibi budur. İşte yazar bu Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğu inancından biraz uzaklaştığının farkına varıyor. Son olarak, tüm bu konuştuklarımızdan yola çıkarak ya da otobiyografik unsurlar taşıdığına ilişkin söylemlerinizden hareketle, bu romanla uzunca bir dönem görüşmediğiniz taşraya bir merhaba diyorsunuz kabilinden bir cümle kullanabilir miyim? Evet romanın bir başka yönü de bu. Bu kitap aynı zamanda, taşrada geçen çocukluğun romanı olarak da okunabilir. Taşraya ve çocukluğa özlemi bu romanımla dile getirNedim Gürsel için önemli meye çalıştım dediğiniz bir roman Allah’ın Kızları. Çünkü bir ölçüde de otobigibi. ? Allah’ın Kızları/ Nedim Gürsel/ Doğan Kitap/ 288 s. SAYFA 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle