04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“NİSAN AYI ZALİMDİR” diyerek baharı selamlar T.S Eliot… Yağmurlarıyla, umutları ve getirdikleriyle zalimdir Nisan ayı… Dünya bir başka güzel görünür sanki baharda… Bakanın gözünde ise güzellik, neden ertelenir her şey bu aya, bu bahara?.. Ne değişir ki nisan gelince dünyada?.. Her şey değişir (mi?) Bir kütüphanecilik haftası ardından... 42. Kütüphanecilik haftasını kutladık, kutluyoruz, kutlayacağız. Türkiye’de 1433 halk kütüphanesi var. 256’sı personel yetersizliğinden kapalı, 12’si onarımda. (Almanya’da 11332, Fransa’da 4008, İngiltere’de 4937, İspanya’da 5209 halk kütüphanesi bulunuyor) Türkiye nüfusunun % 1’i kütüphanelere üye. AB ülkelerinin halk kütüphanelerine üyelik oranı % 25. Kütüphanelerdeki kitap sayısı dikkate alındığında, AB ülkelerinde kişi başına 3 kitap düşerken, Türkiye’de 5 kişiye 1 kitap düşüyor. Kütüphaneye üyelik oranı AB ülkelerinde % 25 iken, Türkiye’de %1. 62 gezici kütüphanenin, benzin ve personel yetersizliğinden, ancak 2’si gezebiliyor. SİHİRLİ DEĞNEK Çocuklar İçin Kitaplar Hazırlayan: Nilay Yılmaz neği / www.kutuphaneci.org.tr) İYİ Kİ DOĞDUNUZ! İYİ Kİ VARSINIZ! Orhan Veli (13 Nisan 1914) Aytül Akal (17 Nisan) Mark Twain ( 21 Nisan 1910) Dünya Günü (22 Nisan) Rıfat Ilgaz (24 Nisan 1911) Orhan Veli… *” La Fontaine Masalları”, YKY Doğan Kardeş Kitaplığı, Orhan Veli, 96 sayfa * “Nasrettin Hoca Hikâyeleri”, YKY Doğan Kardeş Kitaplığı, Orhan Veli, 134 sayfa Mark Twain… * Tom Sawyer, Hucklebery Finn, Kahraman Cingözler, Prens Ve Dilenci “Dünya Bir Köy Olsaydı”, David J. Smith, Tudem Yayınları, 2005 ? Nilay Yılmaz Kurtuluş Deresi Cad. No: 47 Bilgi Üniversitesi, Dolapdere/İstanbul [email protected] Tel: 0212 236 78 42 0212 311 51 82 Personel yetersizliği ve bina sorunları nedenleriyle kapısına kilit vurulan kütüphanelere 10 yıldır nerdeyse hiç personel alınmamış. (1990 yılında 891 kütüphanede 4096 personel varken, bugün 1433 kütüphanede 2700 kişi çalışıyor. Çalışanların çoğu da kütüphaneci değil. Birçok kütüphanenin müdürü yok, kimi zaman da tek personel bekçi. Kütüphanecilik mezunları iş bulamıyor. Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’nde yaklaşık 1000 kişilik uzman kadrosu ise boş duruyor, Maliye Bakanlığı’ndan onay çıkmadığı için bu kadroların ancak binde 3’üne atama yapılabilmiş) Son 10 yıl içerisinde bakanlığa bağlı kütüphanelere alınan kitap sayısında da büyük bir düşüş görülüyor. 1995’te kütüphanelere toplam 285 bin kitap alınırken, 2003’te bu rakam 6700’e düşmüş. 1433 kütüphanenin sadece 41’inde okura bilgisayarla hizmet verilebiliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan kütüphaneler Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan kanun tasarısıyla belediyelere devrediliyor. Ancak yazma eserlerin bulunduğu 19 kütüphane Kültür Bakanlığı’nda kalacak. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Doç. Dr. Ahmet Arı, 167 kütüphanenin, bulundukları yerleşim birimindeki belediyelere yeniden faaliyete geçirilebilmesi için yapılan protokollerle devredildiğini söylüyor... Endişelerimiz gün geçtikçe büyüyor... Kütüphanecilik haftası hepimize kutlu olsun... (Kaynak: Türk Kütüphaneciler Der KONUK SİHİRLİ DEĞNEKLER ÖZLEM SÖZBİLİR “Sevdalı Bulut” Nâzım Hikmet Yapı Kredi Yayınları, 2005 Resimleyen: Cem Kızıltuğ “Edebiyat bütün çeşitleriyle masalla başlar, masalla biter” diyen Nâzım Hikmet’in, “Sevdalı Bulut” adlı yapıtı; hem kendi ürünü olan masalları hem de Pertev Naili. Boratav’ın halkın ağzından derleyip Nâzım Hikmet’in yeniden işlediği masalları içeriyor. Kitabın Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılan, Kasım 2005 (1. Baskı) baskısını görmüş olanlar, “Sevdalı Bulut” üzerine fazla söze gerek olmadığını bilirler. Biz yine de görmemiş olanlar için, bir açıklama da bulunalım. Okuma yerine, görmekten söz açmamın nedeni; kitap ilk anda, görselliği ile okuru kendine çekmeyi başarıyor. Çocuklar açısından bakıldığında, görselliğin en önemli ve öncelikli etkileme aracı olduğu yadsınamaz. Ancak, usta bir yazarın elinden çıkmış; bu eğlenceli, etkileyici, sıcacık kitabı, yalnız çocuklara seslenen bir yapıt olarak değerlendirmek, yetişkinleri masalların büyülü dünyasından mahrum bırakmak, haksızlık olur. Masallar, Nâzım Hikmet’in akıcı söylemi, zengin anlatımıyla okuru büyülü bir dünyada kaybolmaya davet ediyor. Kitapta herkese uygun bir masal mutlaka var. Kim bilir, belki de sizin masalınız “Ayağına Diken Batan Karga”, “Keloğlan’la Tilki”, “Kör Padişah” ya da “Kocakarıyla Tilki” olabilir. Size uyar mı bilemem, ama bu “Kocakarıyla Tilki” masalı, deyim yerindeyse kimilerinin kulağına küpe olması gereken türden... “Nazlı kuyruğunu kocakarıdan geri alan tilki ırmağın yanından geçerken ırmak seslenmiş: Tilki kardeş, demiş, hey tilki kardeş, kuyruğunu bir daha kaptırırsan ne ben sana su, ne tarla suya mısır tanesi, ne kuyumcubaşı mısır tanesine inci verir, ne güzel kızlar inciyi alıp çayırda gülüp oynar, ne çayır taze ot, ne koyun taze ota süt, ne de kocakarı senin kuyruğunu sana verir, kuyruksuz gezersin ömrünün sonuna kadar. Tilkinin kuyruksuzu da tilki sayılmaz. İyisi mi, ya hırsızlıktan vazgeç, ya kuyruktan…” (s.105). Tilki ders aldı mı bilinmez, bizim tilkiler de bu masalları okumaz. Neyse gelelim “Kediyle Kaplan” masalına. Bu masal, alışageldiğimiz masal tekerlemelerinden biraz farklı bir tekerlemeyle açılıyor. “Günlerden bir gün, bir salı günü, diyelim, niye salı günü diyeceksiniz, çarşamba da olur, bir çarşamba günü diyelim, niye çarşamba günü diyeceksiniz, peki en doğrusu söze başladığımız gibi, günlerden bir gün diyelim, kaplan öz be öz dayısı kediye rastladı.” (s. 106) Biliyor muydunuz bilemem; kedi, kaplanın öz dayısıymış. Ama yeğeni gibi iri cüsseli değil de neden ufak tefektir ya da kükremek yerine neden miyavlar, hiç düşündünüz mü? Gelin, bu soruların cevaplarını masalda arayalım. “Bir varmış, bir yokmuş, oğlum, yıllardan bir yıl, ülkelerden bir ülkede kafasının bilgisi, yüreğinin iyiliğinden çok, yüreğinin iyiliği kafasının bilgisinden geniş bir aksakallı adam varmış” (s. 14) Bu sözlerle başlıyor “Oğluma Masal–II”. Nâzım Hikmet, “Oğluma MasalI” ve “Oğluma Masal–II” de tam da günümüz toplumsal koşullarında; duymaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz, sözlerle sesleniyor, çocuklarımıza. Yitirmeye başladığımız değerlere, sahip çıkmaya çağırıyor onları. “Sen de inanmadığına inanmadığını söylemekten çekinmez, inandığın için taşlanmayı göze alırsan, o yıllardan bir yıl, ülkelerden bir ülkede yaşayan iyiliği bilgisinden, bilgisi iyiliğinden çok adam gibi sonsuz gençliğe kavuşursun, oğlum.” (s.15) Ya “Oğlumun Ninnisi” ne ne demeli? O kadar anlamlı ki keşke tüm çocuklar böylesine güzel ninnilerle uyuyabüyüyebilse… “ Uyu yavrum, uyu ninni… …Yüzün sonsuzluk gibi güzel. Düşme kuşkuya, korkma bulamadım diye, oku bulursun. Oku çarpışarak, oku, okuduğunu kavgadan ayırmadan… Uyu yavrum, uyu, ninni… Dinle, sesler duyuyorsun. Bak, gördüğün boyalar ne güzel. Ellerin mermeri okşuyor, ona en kımıldamadan, en yaşayan biçimi vermek için… Uyu yavrum, uyu, ninni… Bir gemici gibi yılmaz, bir yapıcı gibi yaratan, bir filozof gibi bilgili ve bir artist gibi yürekli ol… Uyu yavrum, uyu, ninni…” (s.17) Masallar, kurdukları düşsel dünya yardımıyla hayal gücünü ve yaratıcılığı beslemenin yanı sıra, yaşamın kurallarını canları acımadan öğretiyor, çocuklarımıza. Bazı farklılıklar gösterse de gerçek dünyada karşılık bulan masal kahramanları, (iyikötü, güzelçirkin, saf kurnaz cömertcimri… vb.) geleceğe hazırlıyor, onları. Aydınlık akılların ürünü bu masallar; Cem Kızıltuğ’un inanılmaz güzellikteki çizimleriyle yeniden yaşam bulmuş. Tekrar tekrar dönüp baktığım, bu güzel çizimler için ellerine, yüreğine sağlık Cem Kı zıltuğ’un. Ve Sevgili Nâzım Hikmet’e sonsuz minnetimiz, bize bıraktığı tüm ölümsüz eserler için… AYTÜL AKAL Portakal Kız Jostein Gaarder Pan Yayıncılık, 2004 (10+) Sevgili Oğlum, Annen sana uzun bir mektup yazdı. Zamanını fazla almamak için, ben mektubumu kısa tutacağım; ama bil ki ikimiz de seni çok özledik. Ben özellikle, aynı kitapları okuyup sonra üzerinde tartıştığımız saatlerimizi özlüyorum. Bir de... Hatırlar mısın, en çok Gaarder’in kitaplarını severdik; kışkırtıcı sorularıyla bizi oradan oraya sürüklerdi. Geçen gün kitapçıda Gaarder’in yeni bir kitabını buldum ve hemen aldım. Elbette bir solukta okudum. Bilmem... birlikte yüksek sesle okuyuşlarımız, ya da birbirimizden kitabı kaçırıp daha önce bitirme çabamız mı okumayı daha ilginç kılıyordu... Senin eksikliğini hissettim... Bir konu takıldı aklıma... Hatırlar mısın, Gaarder bir kitabında –ki o en sevdiklerimizden biridir soruların öneminden ve gidilecek yolu gösterdiğinden söz etmiş, yanıtlarınsa önemsizliğini ve değişgenliğini vurgulamıştı. Ne kadar doğru... Biz bu yüzden seninle çok soru sorduk yaşama, birçok soru, güneşe aya bulutlara... Yanıtları olmasa ya da karşılığında yüzlerce yanıt bulsak, sorunun kendisi kadar önemli olabilir miydi? İşte tam da bu anlamda beni şaşırtan bir şey oldu. Bu kitabın arka kapağına, kitabı neredeyse özetleyen ve felsefesini ortaya koyan soru yazılıvermiş. Yanıtların sorular kadar önemli olmadığını bilenler, bilmem ki kitabı okurlar mı... Çünkü işte soru orada, belki de yaşamın en önemli sorularından biri, bana bakıp duruyor... Kitap ise, o soruya bir yanıt yalnızca... Portakal Kız, hüzünlü sayılabilecek bir aşk öyküsü... Bir soru da benden: Sonunun hüzünlü biteceğini bile bile, yine de aşık olmayı ister miydin oğlum? Yoksa hic acı duymamak için, aşksız yaşamayı mı seçerdin? Aşk, önünde sonunda hüzündür çünkü... Sevgiyle kucaklarım, oğlum. Portakal Kız’ı, kitaplığıına koydum; döndüğünde okursun diye... Bu arada Aşk’la ilgili soruma üreteceğin yüzlerce yanıtı bekliyorum. Hangisi doğru... kim bilebilir? (Bak işte yeni bir soru daha ) Seni Özleyen Baban ? g SAYFA 38 CUMHURİYET KİTAP SAYI 843
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle