04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

NOTA BOĞULMAK ot almak, not düşmek ‘yazma eylemi’nin neresinde? Bu Kalem Melun?’u notlarımı kullanarak yazdım, Bu Kalem Un(ufak)’ın bazı bölümlerinde, not defterlerimden seçmelere yer verdim: Çünkü, XX. yüzyılın ikinci yarısında doğdum, yaşadığım dönemde daha önceki dönemlerde Enis yaşamış yazarların ölümlerinden çok sonra yayımlanan notlarını okudum, “not”un varlık biçimine bakışımı yönlendirdi okumalarım. Sanırım böyle koyabilirim sorunu. Otuz beş yıldır defterler, kâğıtlar dolusu not almış olmalıyım. Bir bölümünü kullandım onların, bir bölümünü tasfiye ettim, önemli bir bölümü duruyor. Bir biçimde başvurabileceğimi, yararlanabileceğimi düşündüğüm, umduğum için tutuyor, bekletiyorum notlarımı. Ne kadarı bilemem, ölçüm yapmadım, kurulan ve yazılan kitapların, öncesinde ve sırasında (ara sıra da sonrasında) kâğıda düşülmüş seyrüsefer notlarıdır: Yazarken kullanmışımdır bazılarını, bazılarından hareket etmişimdir, biten kitapla birlikte anlamları değilse bile işlevleri kalmamıştır. Bazılarıysa artmıştır: Söz konusu kitapta yer bulamamışlardır kendilerine. Notların yabana atılamayacak bölümü, hâlâ, work in progress çalışmalar kapsamında. İpuçları, göndermeler (“bakınız”lar), açılımlar bir yanda; irili ufaklı yazılmış parçalar bir yanda. Tık, gitsem, sanırım birkaç bin sayfa not kalır. Bunlar, Coleridge’inkiler gibi yarısistematik bir serüven çizmezler; ola ki oturup, bir gün, onlara öylesi bir biçim biçeyim. Yaşarken benim işime yarayabilirler umuduyla dururlar da, ölürsem filologu sarabilirler bir de, sözgelimi benim kadar meraklı kimi okurları. Kazı esnasında bulunan en küçük parça bile, bütün’e yönelik okumaya beklenmedik bir ışık düşürebilir. Derrida’nın, Nietzsche’nin kâğıtları arasında gördüğü “şemsiyemi unuttum” cümlesi üzerine bir metin inşa etmiş olduğuna daha önce değinmiştim. Daktilo, bilgisayar kullanmadım hiç, yazarken. Ondan mı bunca not? Kalem, elyazısı, not düşme, not tutma, not alma alışkanlığı yaratıyordur belki de bilemiyorum. Bu alabildiğine özel, kişisel ‘depo’ yazarını korkutmaz mı? Tık, diye gidildiğinde, bütün o not yığını bir tür kirli çıkın gibi algılanmayacak mıdır? Böylesi bir kaygı, ağır bastığında, önlem almak güç değildir: Belli aralarla biriken notlar ayıklanıp yük atılabilir sözgelimi. Notlarımdan ürkmüyorum. Ara sıra büyük temizliklere giriştiğim oldu, ama endişeden çok oylum ayakbağı olmaya başladığı için. Bir yapıtın tertemiz bırakılmasından yana olan, onun için de arkasında başka iz bırakmamayı yeğleyenlere saygı duyuyorum; bunu her vakit dile getirdim. Tercihse, benimkisi başka: Bir yapıt, her yapıt, arkasındaki izlerle birlikte düşünülse de olur. Karalamalar, notlar, bocalamalar, yol değiştirmeler, şüpheler işin parçasıdır benim gözümde. ‘Sır’ları yok etmeyi kendi payıma bir tür gizemleştirme çabası olarak görüyorum. Yakınlarda, Mallarmé Defterleri’nde, şairin düzyazılarında, özellikle de Divagations’da gerçekleştirdiği benzersiz sözdizimi uygulamalarının arka planını gösteren ilk taslaklar günışığına çıkarıldı. Bir okur olarak beni 1974’ten beri oyalayan, sık sık oyalayan bir giz aydınlandı böylece: Meğer Mallarmé, metni önce dümdüz yazar, sonra yükleme yaparmış. Kimileri “büyü bozuldu” diye akıl yürütebilir, benim için o özel sözdiziminin yarattığı aura değişmedi: Yöntem neyse ne, asıl önemli olan sonuçtur. (Gelgelelim, yöntemi görmek de rahatlatıcı olabiliyor!). Not’tan taslağa, karalamaya geçtim bile isteye. Ürün’ün halleri bunlar. Zorunlu bir güzergâh söz konusu değil şüphesiz: Notsuz, taslaksız, bir çırpıda çıkan yapıtlar vardır. Çoğu zaman çalışılır ama. Sorunun karşılığı bu. Çehov’un sonradan gün ışığına çıkan Defterler’i elimden geçen son örnek. Nedir, sonuçta, orada gördüğümüz? Nasıl çalıştığı Çehov’un: Bir oyun karakterine ilişkin ilk ipuçları, bir diyalog arayışı, sahne kurma yolunda ön emeklemeleri. Not, yazma edimini önceliyor önce. Peşpeşe kıvılcımlar çakıyor, ufarak işaretler dökülmeye başlıyor defter sayfalarına, kâğıt parçalarına. Çatı taslakları çıkıyor. İlişkiler mimleniyor ufaktan ufağa. Sonra, aralarında küçük teğeller kuruluyor, yalınkat örgü teknikleri kullanılıyor. Açıldıkça, ayrıntılar baş gösteriyor: Yolda, aman, unutulmasınlar. Yazma süreciyle birlikte steno notların sayısı artıyor: Kerterizler bunlar, yazar çoğu kez onları takip edecek ilerlerken. Bu yazdıklarım, Yazboz’un ilgili bölümü “Not (to be)”ye iliştirilmeli. Not düşme alışkanlığı edinmiş yazaSAYFA 14 N BATUR Pervasız Pertavsız Not tutmak üzre notlar rın seçtiği, edindiği araçgereç yelpazesi göz önünde tutularak. Ve unutmaksızın: Durmadan not alan, bir türlü ötesine geçemeyenler vardır. Yazma edimini önceleyen bu edim türü, bazen yazmanın engeli haline dönüşebilir æ dönüştüğü olur. yor günümüzde; bir de şehrin içinde, sokaklarımızda seçme/ayırma işlemlerini yürütenler var. Yazı aygıtı bağlamında da sıkı bir eleme dizgesi devreye girer. Yazar keser, biçer, atar bir yandan; bir yandan da ayırır, biriktirir, saklar. The Notebooks’da ağırlığı bunlar tutuyor. “Şarkı Sözleri” dışında bitmiş parça yok toplamda. “Fikir”ler azınlıkta. Daha çok seyir defteri çentikleri ağır basıyor birçok bölümde. Kesilip saklanmış paragraflar ise bağlamlarından uzaklaştıkları için, birbaşına sırıtıyorlar. Fitzgerald’ın notlarını, ortaya çıkan sonucu denektaşı olarak merak ettiğim için edinmiştim; yazarın yapıtına, benim okur cephemden farklı bir ışık tutmasını aklımdan geçirmemiştim. Tabii Fitzgerald’ın başucu yazarlarım arasında yer almadığını eklemeliyim; sözgelimi Calvino’dan artanlara başka bir merakla eğildiğimi yadsıyacak değilim. Fitzgerald karşısında düz okurum, oysa Calvino’ya yaklaşırken taraflı okur yanım öne çıkıyor, yapabilecekken yapamadıklarına kayıtsız kalamıyorum. Dolayısıyla, Fitzgerald’ın notlarına ben böyle bakıyorum, baktım; bir başkası elbette bambaşka sonuçlar çıkaracaktır. MİNİ MİNİ Sözlüklerin arasında dolaştım durdum, boş yere: Aradığım açıklamalara ulaşamadım. “Mini” sözcüğünü Fransızcadan almışız; gelgelelim, “mini mini” deyişi besbelli bizim icadımız “minik” ve “minnacık” da. Nasıl olmuş bütün bunlar, bilemiyorum; sözlü dilde yaratılmış oyunlardan bir gün yazıya geçmiş, dilimize yapışıvermişler herhalde. Dil ustası yazarlarımızın çoktandır “mini mini”yi kullandıklarını görmedim. Serveti Fünun dönemiyle ilgili okumalarımda çok sık rastladım ona, neredeyse tik olmuş bir ara, hangi metne el atsam karşıma çıkınca, düşünmeye koyuldum. XIX. yüzyılın son çeyreğinde gözde olmuşa benziyor “mini mini”. Daha öncesinde, Namık Kemal’de ya da Ahmet Mithat Efendi’de görülmüş müydü, ilk nereden, nasıl yazıya düştü acaba? 1940’larda da rastlanıyor ona, oldukça sık hem de. Bugün bakıldığında, kadın yazarlara özgü bir kullanım biçimi olduğu sanısı uyanıyor insanda, değil: Hüseyin Cahit’te de, Ertaylan’da da cirit atıyor “mini mini”. (Sonradan bitişik yazılması önerilmiş, ama, yıllar yılı iki sözcük halinde kullanılmış). Mini, mini mini, minnacık, minik neden küçücük, küçürek, küçümen, ufacık, ufarak varken gereksinme duyulduğunu anlayabilseydim hiç değilse. Batılılaşma tarihimize ilişkin mini mini bir sorgulama alanı. Oysa öteki dili unutmadık aslında: Onu öğrenmedik bile. Ben ‘Dil Devrimi’ne bağlı olanlardan, onun doğruluğuna inananlardan biriyim. Bu konuda ‘dönek’ sayılmamın nedeni, Osmanlıca konusundaki görüşlerimdir. Osmanlıca, ortaöğrenim yıllarında, ikinci dil olarak öğretilmeliydi. Bugün, yalnızca edebiyat alanında değil, tarih ya da toplumsal bilimler çerçevesinde çalışacaklar için de olmazsa olmaz bir araç Osmanlıca; yükseköğrenim çağında öğretilmesini geç buluyorum. Ortaöğrenim yıllarımda iki yabancı dil öğrendim, o dillerin edebiyatlarını otuz beş yıldır rahatlıkla inceleyebiliyorum, oysa Osmanlı edebiyatı bağlamında aynı hâkimiyete hiçbir zaman ulaşamadım şüphesiz, bir ‘araştırmacı’, bir ‘tarihçi’ olmaya niyetlenseydim bu eksiği gidermem çok güç olmazdı, ama bir edebiyat adamının kendi kültürünün geçmişine çok daha rahat süzülebilmesi gerekir. Türkiye’nin gelenekçi yazarları bile, son yarım yüzyıl içinde Osmanlıcayı öğrenmemişlerdir; hiçbiri eski yazı bilmezler doğru dürüst, izsürücüsü olduklarını savundukları kültürü bire bir yakından, içeriden tanıma olanağından yoksundurlar, onun için de ne Bâkî Efendi ya da Şeyh Galip, ne de Cenâb ya da Hâmid konusunda yeni bir yorum, el değmemiş bir okuma önerisi getirebilmişlerdir koyu dram.? FITZGERALD’IN NOTLARI F. Scott Fitzgerald’ın The Notebooks’u, bütünlüğünde, 1972’de gün ışığına çıkarılmış; otuz yıl sonrası elime geçti kitap, baştan uca okumayı aklımdan geçirmedim, buna karşılık, orasından burasından bütün bölümlerini dikkatle gözden geçirdim. En kısası bir sözcükten, en uzunu üç buçuk sayfadan, ezici çoğunluğu birkaç satırdan oluşan 2078 çıkma yer alıyor kitapta. 1932’den ölümüne (1940’a), eski defter ve karalamalarından, taslaklarından ve parçalar halinde kalmış elyazmalarından kesip yapıştırmış bu notları Fitzgerald. Öteden beri, onları içinde kullanacağı bir kitap fikri oyalıyormuş zihnini, kâbusundan sıyrılamadığı ‘yazı tutukluğu’nun bir sonucu, bu projeyi de geliştirememiş. Küçük bir yüzdeyi kenara ayıracak olursam, notların tek tek bir anlamı, derinliği, sarsıcılığı yok işin açığı; bunlar, gerçekten de başka bir tasarının içinde anlam taşıyabilirdiler, olsa olsa: Bir yazarın yılların arasından geçerek F. Scott kurmaya çalıştığı, sonu bozgunla Fitzgerald gelecek bir romanın örneğinhammaddesi olarak. Anladığım kadarıyla, Fitzgerald’ın da niyeti buymuş: Kendi deyişiyle, kesip yeni bir deftere aktardığı “strippings” aracılığıyla yarı yarıya yaşamöyküsel bir boyut barındıran bir anlatı yazmak. Kesip yapıştırma, budama ve eklemleme, cımbızlama ve iğneleme æ bütün işlemlerle birlikte, ‘Bu Kalem’ dizisini önceleyerek çağrıştıran bir girişim gibi görülebilir böyle koyulduğunda. Oysa değil: Notların çoğu bir başına anlamdan, imlemden yoksun Fitzgerald’ın defterinde. O kaygıyla seçilselerdi, bilmem 2078 parçadan 207’si kalır mıydı? Beni neden sarıyor ‘Not Defterleri’, belki buna değinmeliyim. Önce, ‘residua’ her vakit ilgimi toplamıştır; itiraf. Arayış, bocalama, yoklama, kayboluş, saçmalama bir yazarın zaaflarını değil, Tanrı olmadığını gösterir yalnızca olmuş yapıtlarının olmuş halleriyle karşılaşırsak bir yazarın, “iş”in “öz”ü hakkında yanılırız; yazar hakkında değil: Bir yazarın yalnızca olmuş saydığı metinlerini koruyup, geri kalan her şeyi yok etmesi hem en doğal hakkıdır, hem de (ters yönde hareket etsem bile) en doğru kararıdır. “İş”in “özü” konusu yazı gerçekliği açısından bağlayıcı önemde: Ondandır, süreci, düşükleri ve atıklarıyla bir yapıtın arka hikâyesini incelemeyi derslerin en önemlisi sayageldim. Sonra, sonrasında: ‘Residua’lara, çöplüklere baktığım şaşkınlıkla bakageldim bugüne dek. Birinin atmayı seçtiğini öteki almayı seçebiliyorsa, çöp nesnel bir tanım ile ele alınamıyor demektir. Atıkların yeniden değerlendirilmesi, dönüştürümü, kullanımı sorunları yalnızca şehir dışındaki büyük çöplükler düzleminde sözkonusu olmu Haftanın kitabı: Hata Devam Ediyor/ Ömer Şişman/ Sardes Yayınları/ 74 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 843
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle