04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Rıfat Ilgaz'ın yaşamı ve tüm şiirleri ‘Yine sükut bulmayan denizler gibi taştım...’ Rıfat Ilgaz, yalın, açık, akıcı bir dille yazdığı şiirleriyle, toplumcu gerçekçi çizgisiyle, yergileriyle, onurlu sesiyle halkımızın yüreğinde yaşıyor. ? Hasan AKARSU zan, yazar Rıfat Ilgaz, 7 Mayıs 1911’de Cide’de doğar. Eylül 1917’de ilkokula başlar. Ekim 1923’te Terme’de ilkokulun altıncı sınıfındayken sıtmaya yakalanır. 1924’te ortaokulu ablasının yanında okumak için Kastamonu’ya gider. 27 Temmuz 1927’de, ilk şiiri “Sevgilimin Mezarında” adıyla yayımlanır. 1930’da Kastamonu Muallim Mektebi’ni bitirir. 1934’te askerlik görevini yaptıktan sonra Akçakoca’da eski görev yaptığı okuluna atanır ve Ilgaz soyadını alır. Ekim 1938’de tüberküloza yakalandığı için İstanbul’da Yakacık Sanatoryumu’na yatar. 1940’ta Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okumaya başlar. 1943’te ilk kitabı ‘Yarenlik’i kendisi bastırır. Şubat 1944’te sıkıyönetim kararıyla “Sınıf” adlı şiir kitabı toplatılır. 14 Mayıs 1946’da TSP açılır ve Aziz Nesin’le birlikte işçilerin istekleri üzerine “Marko Paşa” adlı gazeteyi çıkarırlar. Eylül 1948’de “Yaşadıkça” adlı şiir kitabı Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılır. Ocak 1953’te “Devam” adlı şiir kitabını kendisi bastırır. 23 Şubat 1956’da İlhan Selçuk’un yönetiminde çıkan haftalık “Dolmuş” mizah gazetesinde yazmaya başlar. Mayıs 1957’de “Hababam Sınıfı” yazılarının bir bölümünü kitaplaştırır. 1959’da Gar Yayınları’nı arkadaşı Suavi ile birlikte kurup “Bizim Koğuş” adlı kitabını yayımlar. 27 Mayıs 1960 Devrimi ile sürgünden kurtulur. Eylül 1968’de AsyaAfrika Yazarlar Birliği’nin üyesi olarak Taşkent’teki toplantıya Oktay Akbal ile birlikte katılır. Ekim 1968’de Sofya’ya Şairler Bayramı için gider. 1969’da “Hababam Sınıfı” İstanbul Tiyatrosu’nda sahnelenir. 1974’te anılarını içeren romanı “Karartma Geceleri” yayımlanır. 31 Mayıs 1981’de gözaltında Kastamonu’ya getirilip sorguya çekilir. 1 Haziran 1981’de “hasta” tanısı konulur, 2 Ağustos 1981’de Daday Ballıdağ Sanatoryumu’ndan ayrılır. 6 Aralık 1982’de İstanbul Şan Müzikholü’nde, “55. Sanat ve 70. Yaş Günü” kutlanır. 1982’de “Yıldız Karayel” romanıyla “Orhan Kemal Roman Armağanı”nı ve “Madaralı Roman Ödülü”nü alır. Kitapları ardı ardına yayımlanır. 2 Mayıs 1991’de, Kastamonu Belediye Encümeni tarafından öğrenci olarak oturduğu sokağa “Rıfat Ilgaz Sokağı” adı verilir. 19 Kasım 1991’de son şiirini yazar. 6 Ekim 1993’te Kültür Bakanlığı tarafından Bakırköy Kütüphanesi’ne Rıfat Ilgaz adı verilir. Haziran 1993’te, Ankara’da düzenlenen bir törenle “Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü”nü alır. 2 Temmuz 1993’te akşamüstü Sıvas olaylarını öğrenir ve 7 Temmuz 1993’te Sıvas yangınının yakıcı sıcaklığına dayanamayıp aramızdan ayrılır. (Mehmet Saydur’un “Biz de Yaşadık” kitabından yararlanarak.) Rıfat Ilgaz, şiir anlayışını belirtirken, ozanın “topluma yeni biçimler” veren işçi sınıfının yanında yer almasının önemini vurguluyor ve “Gerçekliğin yeni biçimlerini” yaratmak ödevini anımsatıyor: “Şair, toplumu değiştirme, oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır... Şair, coşku ve hayranlık yaratan kişidir... Şiir bir uyarlık işidir...” (Militan Dergisi, Haziran 1976) “KİTAPLARDAN ÖNCESİ” Rıfat Ilgaz’ın “Kitaplardan Öncesi, 19271940” dönemi şiirlerinin kimilerinde hece ölçüsünü kullandığı ve duygusal bir anlatıma yaslandığı gözleniyor: “Yine sükut bulmayan denizler gibi taştım... (s. 13) Anladım dinmeyecek artık bu deli rüzgâr/ Sen bu akış önünde yanacak söneceksin/ Ümitsizlik, üzüntü ve sonra hatıralar,/ Yollarında eserken bir sabah döneceksin. (s. 14) ... Bir korkudur bakışlarımda eksilen zaman... (s. 15)... Silinir altın ışıklarla boşluk/ Dağılır üzüntü yorgun başımdan/ Açar fidanda ansızın tomurcuk/ Sen misin, mevsim mi gülen saksımdan?” (s. 17) Ozan, zaman, ışık, düş, mevsim, aşk vb. izleklerin yer aldığı şiirlerinde, sese de önem veriyor. İçinde, benliğinden başka akışlarla, çılgın ışıklarla, ufukların sesiyle yaşarken, güneşin battığı yerde zamanın kan ağladığını düşlüyor. Kimi şiirlerinde umutsuzluğunu yansıtıyor: “...Kalmadı hatırası sularda dalların/...Söndü mü, akisleri yüzlerde sevincin?/...Uçurdu leyleklerini asırlık çınar/ Üç mevsimin yıkandığı göller bulanık. (s. 29)... Kilitli bütün sevgilerim/...Herkes kendi asmasının altında/ Ve çok uzaktadır uzandığım dallar.” (s. 31) “Kasabamız” şiirinin başlangıç dizeleri bile, ozanın ne değin duyarlı olduğunu kanıtlıyor: “Martıların düşürdüğü tohumdan/ Filizlendiğine inandığım kasabamız/ Yosun kokardı evleri/ Çarşıları midye kokardı...” (s. 35) Ozanın “Yarenlik” (1943) şiirlerinin anlatıma, olaylara yaslandığını söyleyebiliriz. Uykusunu işçilere bırakan, erken kalkacakların uyandırılmamasını isteyen ozan, “yarenlik” ediyor, yoksulluğun sıkıntılarını, işçilerin acılarını yansıtıyor: “Kasnağından fırlayan kayışa/ kaptırdın mı kolunu Alişim!/ Daha dün öğle paydosundan önce/ Zileli’nin gitti ayakları./ Yazıldı onun da raporu:/ ‘İhmalden!’”...(s. 47) Küçük işler peşinde altmış üç yılını mum satıp kürek çekerek geçiren babasının bir dikili çöpü bile olmayışını söylüyor Rıfat Ilgaz. Yaşadığı ortamdaki insanların tüm acılarına tanıklık ediyor. Seferberlik ekmeğiyle büyüyen biri olarak dayanıksızlığını benimsiyor. Ozan, “Sınıf” (1944) kitabındaki şiirlerinde de olaylara yaslanıp öyküsel anlatıma ağırlık veriyor. Öğrencilerini ekmek peşinde çalışırken gören öğretmenin gözlemlerine tanık oluyoruz: “Yoklama defterinden öğrendim sizi/ Benim haylaz çocuklarım!/ Sınıfın en devamsızını/ bir sinema dönüşü tanıdım,/ Koltuğunda satılmamış gazeteler...” (s. 65) Onun anlattığı çocukların, ayağında sağlam pabucu, sırtında ceketi yoktur. Bundan dolayı sıkılmalarını istemiyor: “...Ne var bunda sıkılacak/ Utanmak bize düşer çocuğum!/ Eğer çalışmadığın içinse/ Bildiklerin sana yeter,/ Notun önceden verilmiş/ Bilmediğin şahıs zamirleri olsun!” (s. 67) Ozan içinden geldiği halkının sıkıntılarına ortak oluyor. Yoksulken özgür olunamayacağını vurguluyor. O çimde yansıtıyor. Çocukluğunu anlatıyor: “Ben de düşkündüm oyuna,/ Ben de kumları avuçlar/ Kazardım tırnaklarımla toprağı./ O zaman da çocuklar oynardı,/ Ama benzemiyor bütün oyunlarımız./ Gezdirdim ceplerimde şıkır şıkır/ deniz kokulu taşları,/ En güzellerini topladım/ Midye kabuklarının...” (s. 133) Ozan, oğluna “yeni vurgunlar bekleyen/ arsalardan başka oyun yeri” olmadığını söylüyor ve yaşama sevincini arttırmak için şiirler vereceğini belirtiyor. Onun şiirlerinde yaşama sevincini buluyoruz. “Devam”da (1953) daha etkileyici, daha çarpıcı bir söylemle karşılaşıyoruz: “Bu ayaklar benden hesap soracak,/ Bir düşüncenin peşinde dolaştırdım/ Sokak sokak... (s. 159) Önce şiirde sevdim kavgayı/ Özgürlüğü kelime kelime şiirde./ Mısra mısra sevdim yaşamayı,/ Öfkeyi de sevinci de... (s. 161) “Üsküdar’da Sabah Oldu”da (1954) öyküsel anlatımını sürdüren ozan, “Soluk Soluğa”da (1962) daha etkileyici dizelerle çıkıyor karşımıza: “Tükeniyoruz boyuna tükeniyoruz/ Bir lodos kalktı mı güneyden/...Sevdik mi seviyoruz ölesiye/ Öfkelendik mi öfkeleniyoruz... (s. 234) Leylakları getiriyorsun bana güneşli bir gün/ Onu saçlarından topladığın belli/ Bir leylak bahçesisin karşımda/...Sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki/...Yaprak yaprak gelişiyorsun/ Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine/ Ölümsüz bir mevsim oluyorsun” (s. 235) Ozanın mutluluğu sevdiğine bağlı. “Sevince alabildiğine” sevmekten yana: “Sevince alabildiğine sevmeli/ Yoksun sevgilerle değil böyle/ Bir elmayı dişler gibi diri diri/ Ama genç ama ak saçlısın/ Evrene bir şey katmalı sevdin mi” (s. 239). kale Savaşı’nın acılarını, gidip dönemeyenleri, Cide yöresindeki kızların yazgılarını, uygarlıkta bir arpa boyu yol alamayışımızı yansıtırken gençliğinin geçişine de yanıyor: “...Ne gazeteler para ediyor şimdi/ Ne de boş şişeler.../ Etse de kulak asma!/ Ayakta bile dikilemezsin/ Koltuk meyhanelerinde/ Kaç para eder!” (s. 296) Tüm acılara, tüm övgülere, ezenlere karşı direnmeyi bilen ozan, günü gelince “canını dişine takıp / soluk almak için bile” direnmeyi öğütlüyor. “Sevgiden yana olanların”, defnelerin ölmezliğini haykırıyor. “ÇOCUKLARIMIZIN BAHÇESİNDE” “Çocuklarımızın Bahçesinde”de ozanın 1981 yılında yazdığı şiirler yer alıyor. Çocukluğunda çevirdikleri çemberlerin, uçurdukları uçurtmaların yitişine üzülürken, şimdilerde çocuklara oyun alanları bırakılmadığını söylüyor. Bırakılan bunca yük, bunca borç değil mi: “...Kuş değil ya çocuklarım,/ Böcek bile olamazsınız!/ Bunca yük, bunca borç/ Omuzlarınıza vurulmuşken/ Hem de doğar doğmaz.../ Kanatlanamazsınız!” (s. 310) Rıfat Ilgaz, çocuklarına, torunlarına Karadeniz’den payına düşeni bırakıp gideceğini vurgularken ne değin engin gönüllü olduğunu da kanıtlıyor: “Geride kalanlara ne bırakacağım,/ Çocuklarıma,/ Onların da çocuklarına?/ Olsa olsa/ Karadeniz’den payıma düşeni/ Beş on evlek yer gökyüzünden...” (s. 312) “Ocak Katırı Alagöz” (1987) kitabı, ozanın son dönemde yazdığı şiirlerinden oluşuyor. Hipokrat Yemini’ni tutmayan doktorları, savaşa neden olan insanlığı eleştirirken barıştan yana olmanın güçlüğünü vurguluyor ve çocuklar için yazdığını söylüyor: “Sınıf’ın ozanıyım mimli/ Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü./ Kim ne derse desin,/ Çocuklar için yazdım hep” (s. 326). Rıfat Ilgaz, Türkçenin güzelliğini, dil sevgisinin ululuğunu anlattığı dizeleriyle şiirimize damgasını vuruyor: “...Bak devrim ne güzel!/ Barış, ne güzel!/ Dayanışma, özgürlük.../ Hele bağımsızlık!/ En güzeli sevgi!/ Sev Türkçeni çocuğum,/ Dilini sevenleri sev!” (s. 327). 19.11.1991’de yazdığı son şiiri, ozanın “berceste mısraı” olup insanlık için yaşadığının en güzel kanıtı: “Elim birine değsin/ Isıtayım üşüdüyse/ Boşa gitmesin son sıcaklığım!” (s. 335) Rıfat Ilgaz, yalın, açık, akıcı bir dille yazdığı şiirleriyle, toplumcu gerçekçi çizgisiyle, yergileriyle, onurlu sesiyle halkımızın yüreğinde yaşıyor. ? (*) Bütün Şiirleri/ Rıfat Ilgaz/ Çınar Yayınları/ Ağustos 2004/ 376 s. KİTAP SAYI 843 “KARAKILÇIK” “Karakılçık”ta (1969) şiirsel yoğunluğun arttığı gözleniyor. Eluard’ı anımsatan bir söyleyişle karşılaşıyoruz: “...Yollar kesilmiş alanlar sarılmış/ Tel örgüler çevirmiş yöreni/ Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende/ Benden geçti mi demek istiyorsun/ Aç iki kolunu iki yana/ Korkuluk ol” (s. 242) Yurt güzelliğinde dokunan halıların ayırdında olan ozan, gençliğe özgürlüğe doğru boy atmasını salık veriyor. “Uzak Değil”de (1971) haklıdan yana olup halkınca sevdiğini söylüyor: “...Sevdim haklıdan yana olmak için/ Çalışıp ezilenden senden yana/ Sevdim aldığım soluğu hak etmek için/ Ama sevdim halkımca” (s. 258). “Güvercinim Uyur mu?”da (1974) “sömürgen cami güvercinleri” yerine, “kurşun buğusu güvercinleri” sevdiğini, dirençliden, çalışkandan, dövüşkenden yana olduğunu vurguluyor. Kendisini de “Güneş ülkesinin çocuğu” olarak nitelendiren ozan, güneşi bulutların ötesinde bıraktıklarını söylüyor. Simitsiz büyüyen çocukları anımsatarak, ulusça, çekirge sürülerinin beslenmesini kınıyor. Rıfat Ilgaz, “bir ayçiçeği güneşte tek başına”, “karanlık sularda güneş”, şiirimizin, insanlığımızın yüz akı. “Kulağımız Kirişte” (1983) kitabındaki şiirler ozanın yaşlılık dönemini yansıtıyor: “Yaşlılar adına konuşmanın tam zamanı/ Kütükte yaşı yetmişlerin arasındayım.../ Yaşlandıkça azıyor romatizmalarımız/ Bir günümüz bir günümüze uymuyor,/ Artıyor ağrılarımız sızılarımız/ Kapıya kim vuracak belli olmaz,/ Kulağımız kirişte olmalı.” (s. 279280) Birinci Dünya Savaşı’nın, Çanak “YAŞADIKÇA” “Yaşadıkça”da (1948) önceki şiir çizgisini sürdüren ozan, anlatıya yaslı şiirlerinde, çevresindeki haksızlıklara, çelişkilere değiniyor. Gelir dağılımındaki dengesizlikleri, sanatoryumda yaşadıklarını alaylı bir bi SAYFA 16 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle