Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? da enerji tasarrufu yaparlar. Mümkün olduğunca az enerji harcarlar. Buna biyolojide “enerjinin sakınması prensibi” denir. Çocukta özgüvenin formulü çok açık ve basit: “annesi kendisine güvenirse o da kendisine güvenecek”. Onun için beyni sürekli “anne tabakları ben taşıyabilir miyim?” sorusunu tekrarlayacak. Çocuğun gelişimini önemsemiş olan anne, bu isteğe “evet yavrum, taşıyabilirsin”le yanıt veriyor. Fakat diğer bilinç(sizlik), tabağın kırılmasını önemser. Tabak kırıldığında çocuğun gözlerine bakarak “tabak kırıldığında ben de böyle hissettim” demeyi bilmek lazım. Bu özdeşim çok önemlidir. İki taraf da birdir o anda. Çocuğa, o olayın “oluş sebebini” özümsetmek, ve ikinci kez aynı şeyi, birincisinden ders alarak tekrarlamamasını sağlamak çok önemlidir. Çocuğun coşkusunu düşünebiliyor musun o andaki? Çocuğun, hata yapmanın o kadar kötü bir şey olmadığını o birkaç saniye içinde anlaması belki de onun hayatına bir yaşam boyu hizmet edecek bir farkındalık olacak. Öğrenmek işte budur. Şimdi bu çocuğun hayatta başarısız olma ihtimali var mı? “Başarısızlık diye bir şey yoktur, öğrenme fırsatı vardır”. Anne baba çocuğa öğrenme fırsatı vermiyor, kendine güvenini sağlamıyor, bunun yerine müthiş paralarla sonuca gitmeye çalışıyor. Üzerine basarak söylüyorum, imkansız! “Kendine güven ve öğrenme fırsatı”. Bu yüzde seksen beş önemi olan bir parametredir! Diğerleri kaç yüzde üçle yüzde yedi arası. Matematiksizliğe bakar mısın? Yüzde üçle yüzde yedi arasındaki bir faktöre milyarlar akıtacaksınız, ama yüzde seksen beşlik temel bir faktör için iki tabağa kıyamıyor. Ne kadar saçmalık değil mi? Neden? Kötü niyetten olacak değil ya. Bilmiyor da onun için! Bizim buradaki rolümüz öğretmek, biz bu konuda cumhuriyet olarak pek bir şey yapmadık. Müthiş bir boşluk var. Orta çağdan kalma yöntemlerle halledebileceğimizi sanıyoruz. Şiddetin yaşandığı bir toplumda, şiddet kendini göstermeye başlar ki, televizyon dizilerinden okullara , sokaklara sıçrayan olaylardan bunu çok net görebiliyoruz. “Yaşam bir matematik ve strateji işidir” Düşük bir sosyoekonomik sınıfa mensup aileler için –standart kabul ettiğimiz şartlar mutlaka ki farklılık gösterecekse, çocuğun kendi sorumluluk bilinci açısından şahsına düşen görevler nelerdir?Örneğin çocuk kendi hedeflerine giden yolun kilometre taşlarının herbirinin farkında olup, şartları buna göre rasyonalize edebilmeli ve yine bir stratejiyle hareket etmeli bence. Strateji denilen şey zaten günlük yaşamımızın büyük bir parçası oluyor farkında olmaksızın. Bu dörtbeş aşamalı bir soru. Birincisi kişinin sosyoekonomik durumu kötü olduğu zaman mümkün olduğunca çocuğun gerçekleri görerek, kendisi için güçlü stratejiler geliştirmesine önem vermesi gerek. Eğer kişi, çocuğun çevresinde mevcut durumdan sürekli olarak şikâyet eder ve negatif bir hava yaratırsa, çocuğa empoze ettiği kanaat yalnızca hayatın ve şartların çok güçlü kendisinin de çok güçsüz olduğu ve hiçbir şey yapamayacağı olur. Ama gerçek bu değildir! Ben kesinlikle “sosyal adalete” inanan bir insanım. Ama sosyalizm, ama sosyal demokrasi insan eninde sonunda bu eşitliğe ve adalete doğru gelişecek. Eli mahkum. Fakat bunun yolu ne? Kafasına vurarak getirirsen, oligarşik, despot politik aktöreler ortaya çıkar. Ben her şeyden önce anababanın çocuğa, elindeki mevcut koşullar içinde yapabileceğinin en iyisini nasıl yapabileceğine dair örnek olması gerektiğine ve bu “en iyi nasıl yakalarım?” sorusunu empoze etmesinin zorunlu olduğuna inanırım. Bana diyorlar ki; “Yahu Doğan Bey, yetmiş milyon insan var. Kitap yaz, konuş, konuş, nereye kadar? Kimi değiştireceğini zannediyorsun ki?” Benim verdiğim örnek şu: Herkesin toplumsal gücüne göre bir kaşık yoğurdu var. Şimdi siz bana diyorsunuz ki yetmiş tane koca kazanın hangi biriyle uğraşacaksın. Evet, böyle bakılırsa haklılar. Ama “stratejik düşünce” dediğin o matematiksel CUMHURİYET KİTAP SAYI yolu seçtiğin zaman, ben o koca bir kazandan küçük bir tencere alıp, o sütü bir kaşık yoğurtla mayalarım. Ertesi sabah benim küçük bir tencere yoğurdum olur. Stratejik olarak düşündüğün zaman, bu “yapabileceğinin en iyisini yapmak” ve yapabileceklerini matematik akla uygun bir şekilde belirleyerek, o çerçevede mücadele etmekle eştir. Eğer avcının elindeki silah on beş metreyi vurabiliyorsa ve o avcı yüz elli metreye ateş ediyorsa çok büyük bir salaklık yapıyor demektir. Hedefi uyandırırsın. Strateji falan kalmaz. “Ben bu imkânları çocuğumla tartışıp, en rasyonel stratejiyi bulmalıyım!” Anahtar cümle bu olmalı. Strateji ve rasyonalize etme konusunda çok haklısın. Yani yaşam zaten bir matematik ve strateji işi. Oysa bakıyorsun ki, kadercilik, “Allah verirse verir, vermezse vermez” anlayışı ne kadar yaygın ve de ne kadar yanlış. “Kör Uçuş” kitabının kahramanı neler yapmıyor ki? Körler için alfabeyi öğreniyor, yazı makinesi getirip yazı yazıyor. Liseyi bitirip, hukuk fakültesini bitiriyor. Ve şimdi onun iki oğlu var, ikisi de dünya çapında psikiyatrist! O çocukları artık tutmak mümkün değil. Sanırım bitirdin ama, az önce “libido ve duygudurumla” ilgili bana sorduğun soruyu çok önemli buldum ve senden çok özür dileyerek bir iki şey daha ekleyeceğim. Bu ergenlik dönemindeki gelişmekten ve canlanmakta olan duygusal tavırlara ve bu konuya çok ama çok önem veriyorum. Bu çocukların hayatlarının en güzel gelişme fırsatlarıdır. Ailelerin bu negatif ve bilgisiz yaklaşımlarıki bence bu yanlış bir sosyal zeminden geldiklerinden dolayıdır, gelecekteki yetişecek olan şairlerimizi, müzisyenlerimizi, sanatçılarımızı ve onların yaratı becerilerini kafese koyar. O bakımdan doğal olarak kuş, kuşluğunu yaşayacaktır. Erkek öğrencilerin arasına girdiğim zaman görüyorum ki, enerji sıfır ortamda. O ortama bir kızın girdiğini görünce enerji yüze vuruyor. Kızlarda da aynı şekilde… Yani “yaşam dansı” başlıyor. Erkeğin “Ben kimim?” sorusunun yanıtını bulabilmesi ve masküler enerjiyi keşfi için mutlaka bir feminen enerjiyle dansetmesi lazım. Dişinin, dişi kimliğiyle tanışması için, erkek enerjisini tanıyıp, onunla yaşam dansında bulunması lazım. Bunu o kadar çok ifadesi var ki… Resimle, sözle, yazıyla ve de tensellikle. Tensel ifadenin çok bilinçli kullanılması gerek. Bu kişilik gelişiminde en önemli etkendir, kesinlikle. Bu yaşamın büyülerinden bir tanesidir. Cinsellik bitmez. Cinsellik yaşanmalı ve eğitim gücü olarak kullanılmalı. Psikolojik açıdan kızlar kendi aralarında “ezik” birisiyle birlikte olmak istemezler. Peki “ezik” ne demek? Kararlarını verirken sürekli başkalarının gözüne bakan, takdir ve kabul bekleyen bir karakter tipi. Anlıyoruz ki, kendi fikirlerini keşfetmiş olmak insanı “savaşçı” olmaya götürüyor. Aynı şekilde kendine güveni olmayan erkek, yine kendine güveni olmayan bir kadınla ilişki kuruyor. Aksi de oluyor. O kız erkek ilişkisine bir kez girdiğin zaman kişinin gelişim göstermeye, kendi fikirlerini bulmaya eli mahkum. Üstelik duygusal olarak kızlar daha çabuk olgunlaşıyor. Duygusal zekânın hangi ortamda ortaya çıktığı önemli. Ben buna “gönül zekâsı” diyorum. Orkestra şefi gibi, insan ilişkilerindeki parametrelerin farkında olmak önemli olan. Duygusal zekâsı olan kişi, kendinin, geleceğinin, yapmak istediği işin, duygularının bilincindedir. Duygusal zekânın en önemli unsurlarından birisi, aynada kendine baktığın zaman kendinden utanmamaktır. Geleceği yaratmaya kendini adamış olmaktır. Müthiş bir yaşam dansı ortaya çıkar. Duygusal zekâsı yüksek olan kesinlikle “yalaka” birisi değildir.Yalaka olan herkese oynamak için karakterini sıfırlamıştır. Duygusal zekâsı olan kendi karakterini sıfırlamaz. Kendine saygısını asla yitirmez. Cevap verdiği kadar cevap vermeme hakkı olduğunu da görür. Ama ne olursa olsun karakterlidir, asidir, ve yalaka değil, diktir. ? Başarıya Götüren Aile, Sınav Döneminde Ana Babalık/ Doğan Cüceloğlu/Remzi Kitabevi/138 s. 843 SAYFA 11