04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? dır. Hayatın bizleri boğduğu zamanda, tüm itilmişliklere, bir durumdan ötekilere geçmelere rağmen içimizi ferahlatır; yalan zamanda nefes almamızı da sağlar. Bu aşk “tanrı’ya doğru koşan ağaçların” bilmediği türden bir aşktır. Çünkü hayat insanı boğar; girdaba kapılmış insan belki çare olarak aşkı bulur karşısında. İşte yaşama sarılmak için yeter sebep olan aşka yazılan dizeler: “belki yaşamak için seçilen aşktı seçilen / tanrı’ya doğru koşan ağaçlar ne bilsin!” Bu aşk kimi zaman sevgiden tükettiğimiz bir aşktır da. Aynı evi paylaşmaktan, sahiplenmekten kaynaklı; tükettiğimiz, yenilemediğimiz bu aşk, yokluktan var olmuştur; ama bir zaman sonra da yokluğa da yolcu olacaktır. Dünder “yüzümüz bir defter gibi birbirine açılırken / Aşk… Yokluktan büyüyen kırmızı bir kitaptır / parçalanır elimizde sevgiden” derken toplumsal bir sorunu işaret eder aslında. Ama gün gelir aşk da biter. Bunda yenilenmemenin payının büyük olduğu söylenebilir. Eski bir koltuk, bir divan olup çıkarılıp atılır aşk evden. Her son, yeni bir başlangıç olmak için vardır. Tabii bu eski koltuk ya da kanepeye bakım yapmak da elimizde olan bir şeydir. “bir divan eskimiş çıkarılacak evden” derkenki çığlık “yokluktan büyüyen kırmızı bir kitap” olma haline dönme isteği ile ilintili bir şeydir. Anne ise nerdeyse tüm şairlerin olmazsa olmazı… Onların o koruyucu, yol gösterici tutumları, hiçbirimizin belleğinden silinmez. Terlediğimizde sırtımıza sokulan bir havlu, ateşler içinde yandığımız bir gece, başucumuzda bekleyen bir gölge, balkondan sarkarken belimizi kavrayan bir el, sıkılmasın diye kurguladığımız bir oyun… Sonsuzluğa uzansalar bile içimizde işlek bir acı şeklinde yerlerini almış, varlıkları hep içimizi ısıtmıştır. Hatırlanansa kimi kez annenin fotoğraftaki elleridir. “güne başlamak için ne iyi niyettir oysa / annemin fotoğraftaki elleri / hatırlıyor bir kez daha: unutma şarkı söylemeyi! / boğulmaya gittiğim denizlerden biliyorum / hep o ilk yalnızlıkla kurtulduğum / ne çok ad var bende çocukların küs dediği…” Ki buradan da o ilk yalnızlığa bakılabilir. Zaten insan doğduğu andan itibaren de yalnızdır. Fakat zamanla bu yalnızlık gittikçe büyür. Toplumsal baskılar, eş ve yakın akrabaların baskısı insanı gittikçe yalnızlaştırır. Tek çocuk olmaksa, kimi araştırmacılar için sorun gibi gözükse de, kimi araştırmacılar için tersi bir durum söz kokusudur. Hayat hikâyesinden tek çocuk olduğunu öğrendiğimiz Betül Dünder de, kendini yalnız bir çocukluktan büyütenlerden. Ki bu durum onu acıtmış olmalı ki, yalnızlıkla iç içe geçmiş şu dizeleri hüzünle yazmış. İşte çocuk arkadaşlar dağıldıktan sonra anneyi beklerken ki hüzün: “toplasın yüzümdeki gölü nilüferler / ve söylesin / kendini yalnız bir çocukluktan büyütenler / terk edilmek, / bütün çocuk arkadaşlar dağılınca evlere / beklemektir bir anneyi” Ya da şu iç burkan dizeler: “öptüğü hayatlarda vardır suyun elbet / ve kardeşi olmayan çocuklara / fazladan dağıtılan ekmek / el gibi bölüşülür geceleri” ŞİİR VE HAYAT BAĞLARI Şiirlerinin hayatla bağları da kopuk değildir Dünder’in. Hüzünlü ama umutsuz değildir. Baktıkça aynaya, aynayı yorar; ama her yorgunluktan da yeni bir umuda yelken açar. “defnenin kendine bir orman aradığı doğrudur / ırmağın güzelleşmek için / köprüye ihtiyacı var / su durdu bunun için” dizeleri bu düşünce ile yazılmış dizelerdir. Zaten umutsuzluk bir anlamda hayattan umut kesmektir. O hayattan umut kesCUMHURİYET KİTAP SAYI mez; ama gerek bir kadın gerekse toplumun içinde bulunduğu durum, dünya ve Türkiye gerçekleri içini acıtır. “göğsümde yüzyılın ayak izi o soğuk damga! / daha mavi bir yüzle öpülmek için / uyandım ki / suyun tadı vardı / karanlıkta kara bir desen / takla atan güvercinler ve çember / sesler duydum sözden kovulmuş sesler / nasılsa henüz not vermiyor dedim güller” Defteri İnce Yazı adlı şiir ise Kızıltepeli Uğur’un anısına yazılmış. “serin bir meyve gibi düştü şimdi duvardan / tahtaya doğru uzayan haritalar / acının sandıklarını boşaltmadan dolduranlar / uğurlamaya bile gidilmezmiş / kıpkırmızı sesiyle devletin çağırdığı / bir çocuğun cesedi” derken, Betül Dünder aslında şair olarak muhalif kimliğini de sergilemektedir. Ondaki bu bütün hayatları bilme isteği şiir yazdırır. Çocukluğuna girip çıkar, annesiyle söyleşir, toprağa dokunur, çiçeklere su verir, hayatı ezberler ve nerdeyse tüm sokakları. Yazmak eylemi denilince ya da muhaliflik söz konusu olduğunda, burada Ahmet Erhan’ın Hayat, Adın Kalleş Olsun (Şiir Odası Mart 2000) yazısının son paragrafı hatırlanabilir. Erhan yazısının son bölümünde: “Yazmak hayata doğrudan müdahaledir. Bu eylemi yalnızca ‘dil’ boyutuna indirgemek, dilin yaşayan bir şey olduğunun bilincine varmaktır. Elbette ki yazmak son kertede bir dil olayıdır; ama İncesu vadisi kuytu, İncesu vadisi sessiz, İncesu vadisi karlar altında yapayalnız’ı gözden kaçırdınız mı bir abuklama eylemine dönüşür. Niye mi? Adını büyük harflerle başlattığım şu hayat kalleş olsun... Çünkü ölümün eli kalem tutmaz!” der. Müdahale etmek ancak eylemle mümkündür. Bu anlamda bakıldığında şiir de bir eylemdir. Var olan bir şeyi sadece gösterir. HAYATIN YORDUĞU YÜZ... Denilebilir ki Dünder, kitabın toplamına baktığımızda bir yandan hayatı estetize ederken, diğer yandan da aynanın içindeki kendiyle hesaplaşmış; kendine dokunurken başka hayatlara da dokunmuştur. Bir anlamda yazan, oynayan, ikilemlerini, düşlerini, kırgınlıklarını aynaya anlatan şair, artık aynadakiyle özdeşleşmiş, ayna da nerdeyse kendi olmuştur. Baktığında gördüğü yorgun bir yüz, ama hayatın yorduğu bir yüzdür. Buradan hareketle Hilmi Yavuz’un Ayna Şiirleri adlı kitabından şu dizeler akla gelebilir. “Benim yüzümdür işte, mağrur, kalın şizofren / unutmak ve aynayla, aşklarla azalmada”ki bu şiirlerin yazıldığı dönemler farklı olsa da Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, geçilen süreçler göz önüne alındığında, aynaya bakan kişiler değişse bile aynada görülen şeyin değişmediği bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yavuz’un, modern insanın trajedisini anlattığı gibi burada Dünder de, şimdi temelinde insanlığın trajedisini söylemiş, hem yazdıklarına hem de kendine ayna tutmuştur. Dilerseniz Dünder’in dizeleri ile sonlayalım bu yazıyı ve bundan sonra onun neler yapacağını merakla bekleyelim: “bir mabet sevişmek için kundaklanabilir oysa / gölgenin taşta sınandığı kara / günah! Sevilen bir yaranın kadın halidir orada / Unut diyor yapraklar unut! / acıyla dönülen kavşaklardan sonra / tutunurken sarıya ve sayrıya hayal / bir kapıyı tersten açmak gibidir hayat / doğmamış çocukların kalbine bakarak / kendi kuytusunda delirmek için / gün sayacak / gün sayacak / kadınlar”. ? Ayna Yorgunluğu/ Betül Dünder/ Mayıs Yayınları/ 60 s. 843 SAYFA 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle