04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Betül Dünder’in Arkadaş Z. Özger Şiir Ödüllü şiirleri: ‘Ayna Yorgunluğu’ ‘Yıkık kalpler sokağında karton bir valiz’ yıl benim de jürisinde olduğum Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü’nü de alan şair 2002 yılında Yaşar Nabi Nayır Gençlik ödüllerinde şiir dalında “dikkate değer” görülmüş. 75 doğumlu şair Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünü bitirmiş. İlk şiiri Varlık’ta yayımlanan Betül Dünder, şimdilerde yaptıkları ile de dikkatleri çekiyor. Şair Emel İrtem’le birlikte Yasakmeyve’de hazırladıkları ve üç bölüm halinde yayımlanan Dilin Kurdelasını Çözenler / Şair Kadınlar Dosyası, kadının tarihsel süreç içerisinde geldiği yeri göstermesi bakımından önemli. Daha çok da bu dosya, dosyada yer alan kadınlardan yola çıkılarak kadın sorununu irdeliyor ve gösteriyor. “Kendini tüketme okullarının” bir üyesi olan kadına ise sorunu üzerine düşünmek kalıyor. “TOPUK YARASIDIR KADINLAR” Çünkü yoksanmıştırlar, arka odada bir cam kedisi, sökülmüş bir kazak, ödünç alınmış bir gökyüzüdürler. Betül Dünder, işte bu kadını anlatır Ayna Yorgunluğu adlı kitabında. Hayatın yorduğu, kendinin de baktıkça aynayı yorduğu kadını. Bu nedenle; “topuk yarasıdır biraz da unutulan”, “gözleri toprak artığı kadınlar”, kuyudan çekilen saçlarıdır şimdi / gecenin tebaasına sunulan”, “sesleri su eskiten rüzgâr biçen / ağlar çekilirken / ağlayarak çekiliyorlar kendilerinden” gibi dizeler yer alır şiirlerinde. Ki burada hep sunulma, beğendirme, beğenilme gibi görevlerle yetiştirilmiş olan kadının, sunulma durumu da şair tarafından işaret edilmiş; kendilerinden, acılarından bile ağlayarak uzaklaştıkları vurgulanmak istenmiştir. Zaman geçer kostümler değişir; ama yaşanılanlar bir türlü değişmez. Yoklanmışlık devam eder. Dışardan bir ses hep ona, yani kadına, onu yapma, bunu söyleme burada, dur der. Ki onu, yani kadını, tükensin diye bekleyen hep bulunur. Bu belki yanı başımızda ya da az ötemizde beliren ve soluğunu hep üzerimizde hissettirendir. “ ılık bir acıydı. Bunu zamandan çıkardım / buydu gölün kara niyeti / beklediler dilimdeki hüner tükensindi / yaktılar kandili bilmezmiş gibi yaranın huyunu / büyüyordum o sırlı ağaçta yaranın kendi olarak” Burada yaranın kendi olan kadındır. Hayatın içlerinde açtığı oyukla, hünerle bezedikleri evlerinde kırık bir sandalye, paslı bir boy aynası olmaya namzet onlardır. Her türlü işi bir anda becerme yetisine sahip olanlar da. Aynı anda yapılan yemek, ütü, çamaşır, alınacaklar listesi, çalışma hayatı… Her türlü işe nasıl yetişiriz; buna kendimiz de şaşarız. Adlarımızsa ne çoktur… Kimi kez Humeysa, kimi kez Fatma, kim kez de Virginia. Ülkeler, coğrafyalar farklı olsa da sorun bitmez. Sevmeye, sevilmeye uzanmış bedende, beklentiler karşılanmaz bu karmaşa ortamında. Bir kaostur, alır başını gider. Kadınsa şefkat, sıcaklık, okşamak, koklamak demektir. Bu şefkati ise belki de en çok gösteren kadındır, annelerimizdir. Sanırım şimdi anacağım dizelerde, “kadından doğma bir atı bekler” ifadesinin kullanılması da bundandır. “sevilmeye yatan bir ormanın aralığından / göğe eriyen ırmak / taşmak için / kadından doğma bir atı bekler / kime söylediysem bunu / bir karabasan gibi gördü düşündü / unutmuş olamaz” doğuda ise, töre cinayetlerine kurban giden kızlar, kadınlar hep var. İlkçağdan beri tanrıya adak olarak sunulan, saraylarda süs malzemesi yapılanlar da onlar. Örneğin Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi Tavananna adını alan kraliçedir. Tavananna, dini törenlerde ve bayramlarda başkanlık eder; kral savaşa gittiğinde ülkeyi yönetirdi. Ama dikkat edilirse kraliçe, kral savaşa gittiği zaman ülkeyi yönetirdi. Gerçi burada, ilkçağın o geride kalmış durumu göz önüne alındığında bile, demokratikleşme yolunda büyük bir adım olduğu düşünülse de, bu durum yine de bizlerin kadının ikinci sınıf vatandaş olduğu gerçeğini görmezden gelmemize engel teşkil etmez. İşte Ayna Yorgunluğu budur ya da aynayı yoran, nerdeyse görüntüleri de silikleştiren. Namus ise iki bacak arasındadır nedense. Hayatın insanı nereye götüreceğini bilemeyen birtakım insanlar, şimdilerde kendi yaşanmışlıklarına bakmadan hep konuşuyorlar. Ürettikleri ise koskocaman bir hiç… Bunu şimdilerde daha çok yakınımızda, aynı düşünceyi paylaştığımızı düşündüğümüz insanlar yapıyor. Bir erkeğin vücut hatlarını, aşklarını, cinselliğini anlatması pek de sıkıntı yaratmıyor. Hatta onur duyulacak bir şeymiş gibi görülebiliyor. Aynı durum kadın için söz konusu olduğunda, o kadına başka bir gözle bakılabiliyor. Oysa şu kıstırılmış olduğumuz dünyada farklı renk ve kokuda ne çok insan var. Her insanın da farklı kişisel özellikleri, yaşamışlıkları... YAŞAMA SARILMAK Bu dünyada elbette aşklar da olacaktır, nişanlılar, eşler ve... İşte hazinlik burada başlıyor. İşte gerçek, işte yakınımızdakiler, işte hazinlik: “yanmak için unutulmuş bir barakadır hakikat / ve hazin bir hazine olarak sunulur / yeryüzüne bütün kızlar” Hazinliğin boy verdiği bu ortamda, aşk da her haliyle varKİTAP SAYI Betül Dünder, kitabının toplamına baktığımızda bir yandan hayatı estetize ederken, diğer yandan da aynanın içindeki kendiyle hesaplaşmış; kendine dokunurken başka hayatlara da dokunmuştur. Bir anlamda yazan, oynayan, ikilemlerini, düşlerini, kırgınlıklarını aynaya anlatan şair, artık aynadakiyle özdeşleşmiş, ayna da nerdeyse kendi olmuştur. Kitap 2005 Arkadaş Z. Özger Jüri Özel Ödülü’nü almıştı. ? Betül TARIMAN eylâ Erbil’in Cüce’si tarihten kopuşun öyküsü olduğu kadar, bir durumdan ötekine geçmelerin de öyküsüdür. Bir anlamda Zenime anlatılırken, Zenime’ye yüklenilen anlamlar içinde anlatıcı kendini görmekte, insanlığın serüvenine de değiniler yapılmaktadır. Aynaysa onu ve ötekileri yansıtır. “Alacakaranlıkta uyandın, koridora çıktın, seni daha da yaşlı gösteren göğsü farbalalı papatyalı sarı geceliğin üzerindeydi, aynaya baktın! Baktığında aynaya yoktu orada yüzün! Yüzün yoktu orada! Yutmuştu ayna seni! O sana bakıyordu bomboş, sen de ona; aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana. Saçmanın bulanSAYFA 18 L manın doruğundaydın!” Cüceden alıntıladığım bu bölümde, aynanın aynalığının ötesinde aynaya da birtakım işlevler yüklenmiş; neredeyse ayna da, kendini kendine bakanda görmeye başlamıştır. Ancak burada sonlu insan da ayna işlevini görmekte, ayna da insan da adeta birbirlerini yansıtmaktadırlar. Ayna Yorgunluğu adlı kitapta ise şairin kendisine, iç ben’ine bakması gibi bir durum söz konusu olmakla birlikte, şair güncele de ayna tutmuş; toplum içinde yaşan birey olarak çağın sorunlarından da kendini uzak tutmamıştır. Doğal olarak şairin aynaya baktığında gördüğü şeyler hayata ilişkin, çağımızı ilgilendiren, insanı yoran şeyler olmuştur. Buradan hareketle Betül Dünder’in Ayna Yorgunluğu adlı kitabının ilk şiiri olan Su Atlası’nın giriş bölümüne Dedem Korkut’un “Su, Tanrı’nın yüzünü görmüştür” sözünü alması tesadüf sayılmaz. Tanrı’nın dünyada kendini, gördüğü gibi Dünder de Ayna Yorgunluğu adlı kitabında dün ve bugün temelinde kendini, çocukluğunu, aşkı ve yıpranmış kadınları görmüş, bir çatışma alanı olan hayatımıza bir anlamda ayna tutmuştur. Hayata ilişkin şeyler; özlemler, tutkular, çocukluk… Ama bir sona doğru yaklaşma mütemadiyen. Doğrusu bu ya; herkesin bir hikâyesi vardır. Her hikâye beraberinde bir yorgunluğu getirir. Ayna bakılmaktan yorulur. Ayna gelgitlerden yorulur. Ayna derdinden… Ayna… Hep gelgitler yaşanır; kostümler değiştirilir, bir kenara atılır ya da yeniden giyilir. Bu da yorgunluk değilse nedir, hızla yaklaşırken insan kendi sonuna doğru? “KENDİNİ TÜKETME OKULLARI” Ayna Yorgunluğu Betül Dünder’in ilk şiir kitabı. Mayıs Yayınları tarafından yayımlanan kitap 2005 Arkadaş Z. Özger Jüri Özel Ödülü’nü almış. Aynı ? CUMHURİYET 843
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle