Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? da bireyler, durumu ibretle izleyen kişiler var) çok kolay yönetilir bir hale geldi. Yalanlarla dolu bir zaman diliminde yaşıyoruz! Ben bu kadar yoğunlukla yalanın yaşandığı bir yüzyıl bilmiyorum. Üçüncü binyılın en tipik olayı açıkça bir yalan yüzyılı olmasıdır. Sert ve acımasız, yalancı bir yüzyıl. Ve insanlar yarı korku içinde, yarı sersemlemiş bir biçimde oyalanarak yaşıyorlar. Kimse diğeriyle ilgili değil. Bireyin kendini koruma(!) duygusu çok ağır basıyor burada. Bir edebiyatçının bütün bu olaylara baktığında, aklıyla, duyularıyla ve duygularıyla neyi gördüğünü, neyin içinde olduğunu anlaması kesinlikle gerekli. Ayrıca epeydir şu tantanalar gündemde manşetlerde: Örneklersek, bireyin kutsanması! Birey kutsanıyor, tamam birey olmak çok önemli, geliştiren, uygarlaştıran bir serüven. Fakat bu bireyler nasıl bireyler ki, bu adlara yönelik özendirici, parlak (Hayat Bilgisi, Yol Rehberi) olarak reçete kitaplar yayımlanıyor. Bir sürü reçete kitap var ortada; örnekler çok, Ferrarisini Satan Bilge var, arkasından, Başarıyı Nasıl Yakalarsınız… Bu kadar reçeteyle nasıl bireyler oluşuyor acaba? Çünkü her birey kendine ait bir kimlik ve karakter taşıyorsa, bunun tartışılması gerekir. Böyle değil, ama. Ortada büyük bir çelişki var; hem birey savunuluyor hem de bireyler toplu saçmalıkların içinde çok rahat hareket edebiliyorlar, itirazları, karşı çıkışları yok! Bu öyle bir hal aldı ki son zamanlarda, sanatlara da reçeteler sunuluyor artık! Belli reçetelerde belli şeyler yaparsanız ve bunu dikkati çeker bir hal içinde yaparsanız, gündemin konusu olabilirsiniz, insanlar medya aracılığıyla size merak duymaya başlar önerileri var. Merak işte bu şekilde, gündelik bir merak olarak yaşanıyor. Derin meraklara hiç yer yok ne yazık ki… Derin merak bambaşka bir şey; kendi kendinize dünya hakkında ipuçları aramanın bıkmadan peşine düşmektir. Peki, yazmak için kurallar sunsalar, ki bunun örneklerine de rastlıyoruz son zamanlarda… Herhalde düzgün yazı yazmak için kurallar olsa gerek! karakter kural dışıdır, edebiyatçı onu kurguluyor. Sözün özü, bu bana olmazmış gibi görünüyor açıkçası! Üçüncü binyılda insanoğlunun savrulmasını konuşuyorduk, iç karartıcı bir tablo hâkim görünüyor… Peki çözümü nerede görüyorsunuz? Uzun süre içinde sanıyorum çok kötü şeyler olacak. Çünkü şu anda Irak’ta ve Lübnan’da yaşananları düşünelim… Birleşmiş Milletler denen kuruluşun zayıflığı ortada, USA'nın sultasında olduğu apaçık. Öylesine ağır bir ikiyüzlülük içindeyiz ki, ben insanoğlunun daha hangi utançlardan geçip nasıl kendini aklayıp paklayacağını bilemiyorum. Tabii bunlara karşı duranlar elbette var, fakat etkileri ne yazık ki bize umut vermekten öteye gitmiyor. Herhalde ekonomik gücün, amansız bir yaptırım sahibi olduğu bir zamanı böylesine güçlü bir şekilde yaşamadık! Para her zaman güçlü olmuştur, erke olan hayranlık da giderek artıyor. Şu anda dünyayı yönetenlerse en başarılı yalancılar; söylenen her yalan beş dakika sonra başka bir yalanla düzeltiliyor ve bu yalanlar kalabalıkların bir kulağından girip öbüründen çıkıyor. İşte böyle bir ortamda yaşıyoruz, bu beni ürkütüyor! İnsanlık adına ürkütüyor ve bu ürküntü sanatla ilgili de kuşkular da yaratıyor içimde. KURALLARI KİM KOYACAK? Şöyle düzelteyim, edebiyatçı olmak için kurallar sunsalar? Bakın Türkçede bir anlamda eksiklik var; edebiyatçı ve yazar sözcükleri ayrı ayrı anlamlardadır. Yazarlık değişik bir tanım; birçok kişi çok iyi yazılar yazabilir fakat edebiyat değişik, ayrı bir yerde duruyor. Eğer kastedilen, bir yazarlık yolu göstermekse, bunun kuralları başta imlanızın iyi olması, hep anlatılagelirgirişgelişmesonuç aşamasının belirgin verilmesi gibi… Bu örneklerin kapsadığı içerik buysa, bir diyeceğim yok. Ama edebiyatçı olmayı öğretmek, bana sanki olamazmış gibi geliyor. Bakınız, piyasada, senaryo yazma teknikleri, reklam yazma teknikleri öğreten birçok kitap bulabilirsiniz. Dikkat ederseniz, işin içine burada teknik giriyor. Bunlar belli şeylerin arkasında duran metinler. O zaman ne kastediliyorsa, bir film içinse, bir malın tanıtılması içinse kurallar olabilir. Ama bir edebiyatçı oturup bir konuyu yazacaksa, ona kurallarını kim koyacak? Diyelim ki, bir tüccarın çöküşü konusunda yazacak, ona hangi kural uyar? Önce yarattığı CUMHURİYET KİTAP SAYI KORUNMASI GEREKEN 70’li yılların okurları ve sonrakiler de yazdıklarınızı ilgiyle okudular, okuyorlar. Ortada çok fazla görünmeseniz de onlar Füruzan’ı sevdiler ve benimsediler. 1970’li yılların kültür, sanat ve edebiyat ortamıyla bugünün ortamı arasında ne gibi değişim ve gelişimler oldu? Soruma karşılık olarak neler söylersiniz? Ben her şeyi politik olarak görüyorum. Dünyadaki gelişmeler, değişimler, gerilemeler, yalanlar… Türkiye’deki demokratikleşme süreci her şeye rağmen korunması gereken bir süreç. Ama bir yandan da onun altını genel deyimiyle söyleyeyim, oymaya çalışanlar var, kadınlar üzerine son yıllarda yaptırım getiren tartışmalar düşünülürse… Bunlar, yetmişlerden bu yana yaşanan zamanda dikkati çeken şeyler. Küreselleşme tartışılıyor. Küreselleşme konusundaki tartışmalarda yapılan en büyük ihmal, kimin kimi neye göre küreselleştirdiği. Beni birileri küreselleştiriyorsa, ben neye göre küreselleştiğimi izlerim, sorgularım. Eğer küreselleşmek, güneyden kuzeye gelen yoksulları denize atmaksa, bu küreselleşmeyi bıkmadan tartışmalıyız! Neyi paylaşıyoruz, tartışmalıyız! Sadece büyük şirketlerin –ki artık devletlerüstü bir güçleri var– planları ve programları içinde insanın tam bir nesneye dönüştüğü bu zaman çok sarsıcı ve rahatsız edici. Hep söylenegeliyor, sınırlar kalkacak! Hayır efendim, sınırlar filan kalkmıyor, tam tersi, bir ülkeyi yoksul görüyorlarsa, onların yolculuk olanaklarını kısıtlamak için güya yasal her türlü önlemi alıyorlar. Hatta duvarlar çekiyorlar, Berlin Duvarı 89’da yıkıldı ama şimdi yeni duvarlar örülüyor. ABD’de Bush’un Meksika sınırına çekmeyi planladığı bir duvar gündemde. Bunun mali portresi olağanüstü derecede yüksek. İsrail’le Filistin arasındaki o acayip duvar… Yani bunlar, gerçekten 70’ten bu yana yaşanan şeylerin ne büyük değişkenlik gösterdiğini gözler önüne ? 874 SAYFA 5