29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? önemli bir başarı... Kolaycı ya da rastlantısal bir başarı hiç değil... Çünkü yeteneğin, sanatın türlü koyaklarından biriktirdikleriyle oluşturulmuş sahici bir başarı... Üstelik bir de, edebiyatımızda kendi hikâyesini çeken kaç edebiyatçıyönetmenimiz var... diye düşünürsek... Füruzan’ın yapıtlarının sinemasal canlandırmaya elverişli oluşunda, yazarın canlandırma... yani metinsellikle görsellik arasında kendi sözel ve görsel köprüsünü kurması çok önemli. Özellikle Hollywood sinemasının roman yazarlarının harekete dönük kurgulu filmleriyle tam da ters orantılı bir durum. Buradaki “canlandırma” aslında yaratıcılık anlamındaki yaşamsalı oluşturma ve göstermedir... “Gül Mevsimidir” uzun öyküsünün sonunda, Erdal Öz’le birlikte bir söyleşi yer alır... Füruzan, orada “Gerçek kavramının sanattaki karşılığının ‘yaratma gücü’ olduğunu biliyorum” der. Bu yazarın doğrudan açık bilincidir... Sevgili Erdal Öz de benzer vurguyu güçlendirir ‘Gül Mevsimidir’i özetlemek çok zor. Ne güzel bu. Tam da istediğim gibi. Konusu bile özetlenip anlatılamaz. Anlatmaya kalksak da çok bilinenlerden birini yeniden konuşmak olurdu bu. İnce dikkatlerin, ustaca yakalanmış ayrıntıların hemen hiçbir boşluk bırakılmadan, tamamlanmış eksiksiz bir uzun öykü.” DUYARLI YAPITLAR... Erdal Öz’ün bu çıkarsaması, Füruzan’ın tüm yapıtlarının açımlanması olarak yaygınlaştırılabilir. İki anlamda da çok önem taşıyor. Birincisi öykünün anlatılamaz oluşu... ikincisi de ayrıntı dikkatinin kurgulanması... Bu iki öğe üzerine düşünürsek, tüm sevdiğimiz, sanatsal değerinden kuşku duymadığımız filmlerle de, benzerlikler buluruz. Sanırım bu yüzden, çok erken yitirdiğimiz yönetmenler, Ömer Kavur ve Okan Uysaler’in sinema dünyalarını anımsadığımızda, “Ah! Güzel İstanbul” ve “Gecenin Öteki Yüzü” öyküleri sinemalaştırılmaları hiç de rastlantı görünmüyor. Farklı sinemasal konumlardan gelen bu iki değerli yönetmenin filmlerindeki ortak payda, insan/toplum ilişkisine duyarlı yapıtlara yönelik olmalarıydı. Ve, benzer malzemelerden kendi benzemez dünyalarını kurmaya çalıştılar. Füruzan’ın, Gülsüm Karamustafa’yla çok güç koşullarda gerçekleştirdikleri “Benim Sinemalarım” edebiyat ve sinemamız adına önemli bir örnek oluşturmakta. Yazarın yaratıcılık yolculuğunda, yazınsallıkla görsellik üstüne iyi bir örnek. Bugün de, Füruzan’ın “Kitaplık” ta yayımlanan son öyküsü “Varoşlarda” yı okuyanlar da biliyor ki, kendi yazın yolunda, yeterince duyulmayan seslerden yana duruşunu sürdürmekte... Herkesin edebi(!) yoldan çıkmak için bir mazeretinin olduğu şu günlerde, kendisine biz okurlar, edebiyat arkadaşları adına teşekkür edebiliriz; yalnızca. ? * Füruzan/ Yasemin Yazıcı söyleşisi, İmge Öyküler, Sayı:2 CUMHURİYET KİTAP SAYI 874 ‘Parasız Yatılı’ ? Melike KOÇAK E debiyat, bellekleri silme, boşaltma ve boşlukları uyuşturucularla doldurma alışkanlığına hapsolmuş insanlar topluluğuna, geçmişte ve içinde yaşadığımız bugünde, kendilerinden ve benzerlerinden başka insanların, yaşamların, gerçeklerin var olduğunu gösterir. Bu, dışarıda bıraktıklarımız, görmediğimiz, belki de huzurumuz kaçmasın diye görmek istemeyip de bakışlarımızı körleştirdiğimiz, çevirmediğimiz dünyalardır. Füruzan, ‘Parasız Yatılı’ kitabındaki öykülerinde, kalemini ayna kılıp bu aynayı, insanın etrafına efsunlu ağlar ören İstanbul’a, İstanbul’da yok olan konaklara, mahallelere, ev içlerine; o evlerde silinen, üstü örtülerek saklanan yaşamlara, bu yaşamlardaki kadınlara; madde ile maneviyatın, ait olma ile olamamanın çatışmanına tutup, tüketen/yok eden, tüketilen/yok edilenleri anlatarak insanları rahat uykulardan uyandırır. Hikâye ettiği dünyaları, dili bakımından geniş bir coğrafyaya açılan Parasız Yatılı’da; Türkiye’nin sosyal, siyasal, ekonomik yapısındaki değişimin bireylere yansımaları bağlamında, kenttaşra çatışması, göç sorunu, sınıfsal farklılıklar; yabancılaşma, yalnızlık, yoksulluk, hastalık; yersizlik, yurtsuzluk, kimliksizlik; kimsesizlik, yetimlik; kadının ezilmesi, bedeninin nesneleştirilmesi izlekleri işlenir. Bunlar, ağırlıklı olarak, birbirinden farklı öykü kişisi kadınlar çevresinde kurgulanır. Bu kadınların bir kısmı, ‘evliliklerin içinde çürüyen, maddeye/eşyaya bağlı/bağımlı kadınlar’dır. Solmaya, çökmeye yüz tutmuş, ömrünü tamamlamış burjuva yaşamlarını görüntüde sürdürmeye çalışırlar. Küçülen yeni yaşama alışamamanın doğurduğu yabancılık duygusunu hissetseler de ne evliliklerin, ne evliliklerin içinde kendi kişisel varlıklarının ne de yaşamlarının çürüdüğünü, çöktüğünü fark etmezler. Bir oyunu sürdürürler sanki, bunun oyun olduğunu da bile bile. İronik bir ton vardır bu kadın kişilerin hikâyelerinde. ‘Taşralı’ öyküsündeki teyze gibi. ‘Kendi bedeninden sürgün edilmiş kadınlar’da ise dram, hüzün kol gezer. Beden/ten erkek tarafından cinsel obje olarak algılanır, kullanılır, sömürülürken; kadın, kendini suçlar, günah düşüncesinden kurtulamaz, kızlıkkadınlık kaygılarının kıskacında kadınlığını yaşayamaz ve zaman içinde kendi bedeninden uzaklaşır, bedenine yabancılaşır. ‘Haraç’ öyküsünün ana kadın kişisi ‘Servet’in çocukluğundan yaşlılığına kadarki hikâyesinde bu duyguları, durumları derinlemesine görür, okuruz. Yabancılık izleği hep vardır Füruzan’ın öykülerinde ki ‘göçmen kadınlar’ bunu gerçek anlamda yaşarlar. Kimlikleri, gelenekleri, kültürleriyle yabancıdır onlar yeni mekânlarında. Topraktan kopuşun acısı, yurt özlemleri, ait olamamaları, yurtsuzluk duyguları geldikleri mekânda ötekileştirilmeleriyle çoğalır yalnızlıkları ve yabancılıkları. ‘Edirne’nin Köprüleri’, bu bağlamda okunabilecek çok güçlü, duyarlıklı bir öyküdür. ‘İskele Parklarında’ ve kitaba adını veren ‘Parasız Yatılı’ öykülerindeki kadınlar, ‘tek başına mücadele eden, anne rolündeki kadınlar’dır. Kızlarıyla birlikte yaşam savaşı verirken, küçük dünyalarında çıkış arayışları içindedirler. Umutla umutsuzluk yer değiştirir bu öykülerde sık sık. Ama hep bir sızı vardır hem öykü kişilerinde hem de okurda. Bu çocuklar, erken büyümek zorunda kalmışlar, çocukluklarına, çocukluğa uzaktan bakmışlar, yabancılaşmışlardır. Adı geçen öyküler elbette birer örnek sadece anlattıklarımıza; çünkü kitaptaki öykülerin çoğu, tek bir durum, tek bir kadın karakter üzerine kurulmamıştır. Ana anlam katmanında merkezi bir kişi, olay/durum işlenirken; alt anlam katmanlarında, an’lar, insanlık halleri, mekânlarla metinlerin anlam düzlemleri genişler, gelişir, çoğalır. Yukarıda sözünü ettiğimiz farklı öykü kişisi kadınlar, kendi hikâyelerini ilmik ilmik örerek ana hikâyeyi kurarlar. ‘Nehir’de, ‘Su Ustası Miraç’ta, ‘Piyano Çalabilmek’te ve yukarıda adı geçen öykülerde bu iç içe geçmişliği görmek mümkün. Kişisel hikâyelerde, alıştıkları yaşamı, düzeni sürdürmek isteyip de koşulların değişmesi sebebiyle bunu başaramayanlar; ama aynı zamanda da bu durumu kabullenemeyip zaman zaman gülünç diyebileceğimiz durumlara düşenler; sağlam duruşları ile direnenler, farklılıklarını koruyanlar; her şeye ve herkese boyun eğenler iç içedir. Bu birliktelik, öykü atmosferinde karşıt tonları oluşturur. Bu da öykülerin, hayatın her yönüne, her duygusuna göndermede bulunmasını sağlar; mutlulukla acı, buruklukla sevinç; dirimle ölüm hâkimdir atmosfere. Ama öyküler, mutsuzluk, ölüm, sıkıntı, hüzün imgesini kuran gerçekliklerden beslenirler. Parasız Yatılı’da ya parçalanmış aileler vardır ya da bir aradadırlar da bu huzurlu, mutlu bir birliktelik değildir. Orta yaş ve üstü kişiler, zamanın işleyişi bakımından daha çok düne bakar, dünden taşıdıklarıyla yaşadıkları için; çocuklar da şimdi’nin elverişsizlikleri, umutsuzlukları yüzünden bak(a)mazlar geleceğe. Geçmiş ya da gelecek ne yerilir ne de yüceltilir. Ama değiş(tir)erek geçen zaman ve belirsiz gelecek karışık, huzursuz bir şimdi yaratmıştır sanki. Sonları ile okuru vurup, yıkıp geçmek, etkilemek gibi dertleri yoktur Füruzan’ın öykülerinin. Yaşamdan seçilen kesit ya da yaşamın bütünü kurgu içinde hikâye edilirken farklı farklı öykü kişileri girer anlatıya ve her birinin hikâyesini izlerken anlatıcı, ana hikâye de akar gider. Bu yüzden sona odaklı okumaları değil, sürece odaklı okumaları bekler öyküler. Çünkü kişiler, hayata dair söyleyeceklerini süreç içinde söylerler. Füruzan, eşyaları (büyük mobilyalar, örtüler, süsler, fotoğraflar...), renkleri, kokuları, duruşları, mekân içindeki konumlanışları açısından betimleyerek bir ortam yaratır. Bu ortama, kıyafetleri, makyajları, saç şekilleri, ciltleri; hareketleri, konuşmaları, konuşmalarındaki sözcükler, ses tonları ile de kişileri betimleyerek yerleştirir. Öyküyü, okur zihninde kareler halinde görünür kılar, görselleştirir. İmge dünyasının gösteriş tuzağına düşmez; imgelere, ağdalı, süslü benzetme ve betimlemelere boğmaz öyküleri. Sessizce çoğalttıkları dilleri; sözcüklerin gösterdiklerinden çok, göstermeyip de ardına sakladıkları da güç verir onun öykülerine. Ve bu güçlü yapısı ile 35 yıldır okunagelir Parasız Yatılı kitabı. ? SAYFA 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle