29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA Miguel Sokağı ler bir araya gelince de bir bütünün parçası olarak romanı oluşturuyor. Bu durum da romana okuma kolaylığı sağlıyor. YAŞAMIN GERÇEKLERİ HER YERDE AYNI... Naipaul Trinidad’da doğmuş; Trinidad Güney Amerika’nın Atlantik kıyısında Venezüella sahillerine yakın bir ada. Bu ayrıntıyı neden verdiğimi merak ediyorsanız, bizden bu kadar uzakta olan bir adada yaşayan insanların, bizim ülkemizde yaşananlardan far V. S. NAİPAUL klı hayatları olmadığını vurgulamak için. Trinidad’da bir gecekondu mahallesinin sokağında yaşananlar, çocuk anlatıcının gözlerinden komik bir bakış açısıyla anlatılıyor. Ve biz de görüyoruz ki dünyanın neresinde olursak olalım yaşamın gerçekleri aynı ve değişmiyor. Naipaul, Hint kökenli bir aileden geliyor. Çeşitli kültürlerle yoğrulan yazarımız, sokağındaki insanları, yani Hat’i, Popo’yu, Elias’ı, Morgan’ı ve diğerlerini kendi çocuk dünyasının penceresinden romanına konu etmiş. Romanında, gerçekle özdeşleşmiş karakterleri tüm canlılığıyla vermesi, yoksullu ğa trajik yönden bakmaması bence romanın en çekici tarafı. Ele aldığı karakterleri, onların hem sosyal hem de ruhsal açıdan içinde bulundukları durumu fazla ayrıntıya girmeden işleyerek bize göstermesi, romanın diğer bir beğendiğim tarafı. Kalipso şarkıları ve kriket maçları bu sokakta yaşayanların ortak noktaları. Roman on yedi bölümden oluşuyor. Romanın on altı bölümünün her biri, sokaktaki bir karakterin yaşamöyküsü. Son bölüm ise anlatıcımızın burs alıp okumaya gidişini konu etmiş. RENKLİ VE İLGİNÇ KİŞİLER Romandaki karakterler çok renkli ve ilginç. İlk bölümde terzi Bogart, marangoz Popo, mahallenin kabadayısı Koca Ayak, serüven meraklısı Hat ve Eddoes’le tanışıyoruz. Bogart terzi ama bir şey ürettiği görülmemiş. Romanın diğer bölümlerinde karısını çalıştırıp ‘kadın eline bakan’ Popo’nun başına gelenleri; mahallenin tembeli George’un karısını dövmesini; Elias’ın bıkıp usanmadan Cambridge sınavlarına girip kalmasını, mahallenin ona destek oluşunu ve kazanamayınca da mahallece yaşanan değersizlik duygusuna tanık oluyoruz: Boyee diyor ki ‘Ne beklerdiniz be? Sınav kâğıtlarını okuyan kim? İngilizler değil mi? Elias’ı geçirirler mi hiç?’ Miguel Sokağı bu kadarla da kalmıyor, yedi kocadan sekiz çocuk doğuran Laura’dan tutun, K.Wordsworth denen şaire, tamirci Bhakeu’ya kadar, daha kimlere ev sahipliği ediyor, kimlere. Her yoksul gecekondu mahallesinde olduğu gibi dayak yediği halde çeşitli bağımlılıklarından dolayı kocası Toni’yi terk edemeyen Bayan Hereira’nın öyküsünün yanı sıra, Piroteknisyen Morgan gibi trajikomik öyküler de okudum ve okurken de oldukça eğlendim. 2001 NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ Miguel Sokağı 2001 Nobel Edebiyat Ödülü almış bir roman. Bu ödüle değer görülmesinin yanı sıra bence en önemli özelliği insanın her yerde insan olduğunu ve davranış biçimlerini yer, ırk, din değil daha önemlisi yaşam şartlarının biçimlendirdiğine dikkat çekmesi. İstanbul’un arka mahallelerini düşündüğümüzde, bizim ülkemizde de aynı şartlarda olan insanların aynı koşullarda yaşayıp, aynı şeyleri düşündüğünü fark ediyoruz. Gecekondu mahallelerinde yaşayan insanlarla ilgili en çarpıcı şey, onların düşünce biçimi. Buradaki insanların hissettikleri, parayla özdeşleşmiş değersizlik duygusu ve bu duyguyla yoğrulmuş kendine acıma hisleri. Naipaul romanında bunları ironik ve trajikomik bir biçimde sunuyor. Hiçbirimizin birbirimizden farklı olmadığını hepimizin özde aynı olduğunu vurguluyor ve bunu da kendine öz mizah anlayışıyla yapıp bizlere tatlı tatlı düşünme ve okuma fırsatı veriyor. ? [email protected] (*) İTÜ İngilizce Okutmanı ? A. Şebnem BİRKAN (*) G ecekondu mahalleleri dünyanın pek çok yerinde aynı kaderi paylaşır, Miguel Sokağı’nda olduğu gibi… Bu mahallelerde yaşayanların birçoğu işsizdir, fakirlik çoğunun kaderi gibi görünür, çoğu kendini kurban gibi hisseder ve en önemlisi, hepsinin içinde bulunduğu psikolojik durum aynıdır. Bu tip mahallelerin sakinleri, hissettikleri değersizlik, yetersizlik, aşağılanma ve dışlanma gibi korkuları bastırmak için çok çabalarlar. Bu duyguların üstesinden gelmek için de erkekler çoğunlukla kavgaya ve kendini güç gösterisi yaparak üstün kılmaya çalışırken, kadınlar da çok çocuk doğurarak kadınlıklarını ispata gayret ederler. Miguel Sokağı da bu durumu bence çok iyi yansıtan bir roman. V.S.Naipaul romanında kendi deneyimlerine dayanarak, çocukluk yıllarında yaşadığı sokağı anlatıyor. Romanın her bölümü sokağın bir kişisine odaklanırken, olayları küçük bir çocuğun gözünden algılandığı haliyle yansıtıyor. Bence biçemi de romanı son derece eğlenceli, komik ve çabuk okunur kılmış. Her bölüm kendi içinde bir bütün ve öykü niteliğine sahip. Ama bölüm Miguel Sokağı/ V.S. Naipaul/ Çeviren: Filiz Ofluoğlu/ Merkez Kitaplar/ 182 s. sularına doğru bir yolculuğa hazırlandım. Bensiz ve öteki, iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm; Cenin şiirleri. İkinci bölümse, Aşk ve zaman şiirleri… İçimdeki ses, ceninin aşk zamanına doğacağını söylüyor, ama okuduktan sonra karar vermek üzere şimdilik unutuyorum bu düşünceyi. Düş kurma çağlarındayken niçin düş kurduğumuzu açıklayamayız. Açıklayabileceğimiz çağlara geldiğimizdeyse, düş kurma mevsimi geçmiş, o demi kaçırmışızdır. “düşlerimi yakalasam kaçıyor hayat” (s. 42) dizesi de bunu imliyor zaten. Düşle hayat birbirine geçiyor ve orada başlıyor yanılsama. Birbirine karışıyor her şey ve derinliklerden sesleniyor şair: “yazmadığım bir şiire inandım” (Veda, s. 43) Bu dizeler şiire doğacak bir ceninin, şairin ağzından söyledikleridir. En güzel şiir henüz yazılmamıştır çünkü. Ve şiir silinmemiş imgeleri uyandırıp yeniden yaşama katacak olandır. C. G. Jung “önümüzde keşfedilmesi ve açıklanması gereken bir yapı var. Bu yapının en üst katı 19. yy’da inşa edilmiş, giriş katı 16. yy’dan kalma ve konstrüksiyonuyla ilgili titiz bir inceleme, bu yapının 2. yy’dan kalma bir kulenin üstünde inşa edildiğini ortaya koyuyor. Mahzende Romalılardan kalma temellere rastlıyoruz. Mahzenin altındaysa, içi toprakla dolmuş bir mağara var. Bu toprağı kazıdığımızda, üst katmanda sileksten yapılma aletlere, daha derindeki katmanlarda da, buzul çağına ait bitki örtüsünün kalıntılarına rastlıyoruz. Ruh yapımızın yaklaşık olarak bu özellikleri gösterdiği düşünülebilir” diyor. Şair Berna Olgaç da insanın cenin halinden, ilk büzüştüğü yer olan ana KİTAP SAYI Bensiz ve öteki ? Hülya Deniz ÜNAL ergileri açtığımızda, sıkça kitap tanıtım yazılarıyla karşılaşıyoruz. Kendi adıma bu yazıları yönlendirici buluyor ve yararlanıyorum. Sözü edilen kitabı alıp okumak konusunda etkileyici olduğunu, bir fikir verdiğini kendimden biliyor, çevremde de gözlemliyorum. Ancak dikkat çekici bir durum var ki, o da şu; genellikle ismi bilinen, tanınan yazarların kitapları hakkında yazılıyor bu tür yazılar. Yeni yeni dergilerde görünmeye başlamış ya da görünen, bir çıkış yapmayı bekleyen, ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla ilgili yazılar yok denecek kadar az. D Oysa, ilk kitapların özenle okunup eğer bir gelecek vaat ediyorlarsa, yazarlarının önünün açılması, bu kitaplara daha fazla dikkat çekilmesi gerekmez mi? İLK KİTAP Berna Olgaç’ın ilk kitabı, Bensiz ve öteki’ni bu gözle, bunları düşünerek okudum. Şiirlerine değişik dergilerde rastlıyordum. Bana imzaladığı kitapta da, “Bir ilk kitap heyecanı benimkisi” diyerek bu zamanda pek de sık rastlanmayan bir alçakgönüllülükle, içtenliğini belirtmişti. Bir ilk kitabın karasularına girmeme, derinliklerine doğru yola çıkmama yeter de artardı bu içtenlik. Ve gelenek elbisemi giyip, şiirin derin ? SAYFA 24 CUMHURİYET 874
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle