Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? akım ve çığırlarına hâkim bir tür süper aydın. Sünnilerden en aşırı Şiilere, Mutezile’den Hellenistik filozoflara ("felâsife") kadar bütün düşün akımlarına mensup insanlarla, onların kendi kavram ve terimlerini kullanarak tartışabiliyor ve sözünü de hiç sakınmıyor. JeanPaul Sartre’ın "üstüne vazife olmayanlar da dahil her şeye burnunu sokan kişi" şeklinde tanımladığı "aydın" tipini hatırlatıyor. Yalnız –sürekli birbirleriyle kavga içinde olan fikir akımları ve mezheplerle değil, Zenci ve Karmat ayaklanmaları gibi sosyopolitik hareketlerin esin odaklarıyla da ilişkisi var ve hep ezilen kitlelerden yana tutum alıyor. Zaten başına gelenler de bu yüzden. Onu sınıflandıramıyor, belli bir yere koyamıyorlar. Her hizip ya kendisinden kaçmış bir dönek ya da karşıtlarına mensup bir hasım sanıyor, sayıyor. İmdi... böyle bir adam her devirde kurulu düzen için tehlike teşkil etmiş, şu veya bu şekilde susturulmuştur. Hallac da bütün bunların –belki herkesten çok bilincindedir ve kendi sonunu açıkça görmektedir. "Ey Müslümanlar, kanım size helaldir, beni öldürün, ki mücahid olasınız!" gibi sözleri bunun kanıtıdır. ? Hallac’a en çok yöneltilen suçlama, Tanrı’yla "bir" olduğunu iddia etmesi değil, bu "sırrı" açığa vurmasıdır. Zira Sufiliğin bu temel olgusunun (vahdeti vücud’un) geçerliğini kimse tartışmamaktadır. Şeriat mehkemesinin Sufileri yargılamaya yetkili olmadığına dair fetvalar vardır. Esrime yoluyla üst âleme ulaşılabildiğini herkes kabul etmektedir; ancak bunu "ayağa düşürmemek", avama açık etmemek esastır (İsa’ya atfedilen, "inciyi domuzların önüne atmamak" kuralı gibi). Oysa Hallac bunu yapmış, bu yüzden Sufi gönüldeşleriyle bozuşmuş, onlar da mahkemede aleyhinde tanıklık etmiş ve idamını onaylamışlardır. ? Hallac, genellikle sanıldığı gibi Ene’lHakk (Ben Hakk’ım) dediği ve böylelikle Tanrılık iddiasında bulunduğu için hüküm giymiş değildir. Bu iddia ikide bir başına kakılmış, ama Stalin’in siyasi davalarını hatırlatanpek tarafgir ve düşmanca bir mahkeme bile bunu geçerli bulamamış ve Hallac’ı "Hacc’ı ilgaya ve devleti yıkmaya teşebbüs" gibi siyasi bir suçtan mahkum etmiştir (Haccın İslam dünyası için ne ifade ettiği düşünülsün!). Bütün bunlar bence Hallac’ın asıl öneminin Sufiliğinde değil eylemci aydın kişiliğinde olduğunun kanıtlarıdır. Hallac İslam uygarlığının en parlak "klasik" çağında, finans kapitalizminin filizlenmeye başladığı dönemde, bu yeni sistemin ezmeye başladığı yoksul halk kitlelerinden yana tutum aldığı, eylem ve etkisini onlardan yana kullandığı için cezalandırılmış bir aydındır. tüeli gibi... Buna karşılık Arap âleminde Hallac imgesi daha olumsuz, sokaklarda, pazarlarda dolaşıp vaaz veren ve "kerametler" gösteren bir tür "meczup" derviş gibi bir şey(miş, yazara göre). Bu nokta ilginç ve nedensiz değil!.. Hallac inanç yayma etkinliklerini büyük ölçüde Türk ellerinde yürütmüş. Misyonerlik için "bilâdşirk" ya da "bilâdı Türk"e doğru yollara düşmüş. Hallac’cılığın merkezi Talekân adlı Türkistan kasabası. Kovuşturulduğunda oralara sığınıyor, oradaki emirler tarafından korunuyor, Bağdad’a teslim edilmiyor, oğlunu oraya yerleştiriyor. Uygur ellerinde Apsos (=Efesos) adlı bir kent, yanında bir "Yedi Uyurlar" mağarası ve önünde de bir cami bulunduğunu kaç kişi bilir? Kökü çok eskilere giden, fakat Kuran’da da yer aldığı için İslamın da temel söylencelerinden biri sayılan bu Yedi Uyurlar inancı garip biçimde Hallac’la da ilişkilendiriliyor: Hallac’ın idam edildiği H. 309 yılı, Uyuyanlar’ın mağaradaki uykularının süresine denk düşüyormuş! Efes Ortasya’ya belki de Hallac’cılar tarafından taşınmıştır!.. Birkaç yerde Hallac’ın hapisteyken ya da idam edilirken "Konstantiniye’nin fethi"nden söz ettiği söyleniyor. On birinci yüzyıl ortalarına doğru Tuğrul Bey’i Bağdad’a çağırıp İslam devletinin yönetimi ve Halifenin korunmasını ona yani eskiden Arapların köleleri olan Türklere teslim eden vezir İbni Müslime de, vezir olduğunda idam yerinde namaz kılarak o zamana kadar yasaklı kalmış olan Hallac’ı resmen tekrar İslama dahil eden bir Hallac’cıdır. MİTOLOJİSİ VE SİMGESELLİĞİ Başta Türk dünyası olmak üzere Hallac’ın yaşadığı ve etkilediği coğrafyanın halkları onu yeteri kadar tanıyor mu sizce? Hallac’ın "ölümünden sonraki hayatı" (dolayısıyla Hallac olgusunun bugünkü durumu), nerede ne kadar tanındığı, vb.. eserin ikinci cildinin konusu.. Bugün Hallâciye diye bir tarikat yok (başlangıçta varmış). Buna karşılık Hallac mitolojisi ve simgeselliği özellikle İran, Türk ve Kürt gizemciliğine sinmiş, orada özümsenmiş gibi görünüyor. Bektaşilikteki Dârı Mansur riCUMHURİYET KİTAP SAYI YECÜC MECÜC EFSANESİ İlk Müslüman Türk emirlik olan Karahanlıların (Ali Efrasiyâb) dine dönüşünden de Hallac "sorumlu" tutuluyor! Bu konuda kadim Yecüc Mecüc efsanesine gönderme yapan ilginç ve dehşetli! bir rivayet var. Bu adla anılan kavimlerin öteden beri güneyde, nehir vadilerindeki yerleşik uygarlık bölgelerine akınlar yapıp her şeyi yağmalayan ve yakıp yıkan kuzey Asya’nın göçebe bozkır kavimleri oldukları kabul edilir; bazıları adını da koyarak "TürkMoğol boyları" der. İnanışa göre bunların dine (İslam’a) girmeleri kıyamet alametidir. Söylenceye göre İskender, Şarktaki seferleri sırasında, istek üzerine bunların güneye inerken geçtikleri geçidi bir duvarla (Yecüc Mecüc duvarı) kapatmıştır. İmdi, herhalde Arap kaynaklı olması gereken bir rivayete göre, Hallac’ın idamı hakkında fikri sorulan birisi şöyle demiş: "Pekalâ olmuş, Yecüc Mecüc duvarından bir tuğla çekerek açtığı deliği ancak kellesiyle kapatabilirdi!.." Anlaşılan, devletlerinin eski köleleri Türklerin eline geçmesinden memnun olmayan milliyetçi Arap aydınları, onları (yani Yecüc Mecüc’ü) İslama sokan suçluyu aramış... ve bulmuşlar!.. Hallac olayının Türklerin Müslüman oluşlarıyla ilgisi deşilmeye değer görünüyor. Ama belki deşilmiştir de benim haberim yoktur. ? Not: Önümüzdeki hafta ‘Hallacı Mansur’un yazarı Louis Massignon üzerine bir yazı yayınlayacağız. Hallacı Mansur’un Çilesi/ M. Louis Massignon/ Çev: İsmet Birkan/ Ardıç Yayınları/ 774 s. 874 SAYFA 17