29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? rum… Ormanda kaybolunca önünüze çıkabilecek herhangi birini iyi bir rehber olarak görürsünüz… Elinizi uzatıp sizi karanlık ormandan çıkaracağını umduğunuz kişinin de aslında kaybolmuş olduğunu anladığınız anda orman daha da kararır!” diyen Özlem Yılmaz, modern dünyada ne kadar da yalnız olduğumuza yaptığı bu vurguyu Düşlerimdeki Teyzem öyküsü ile pekiştiriyor. Yalnızlığımızı unutmak için yalnız bıraktığımız, görmek istemediğimiz, görsek dahi yüzümüzü diğer yana çevirdiğimiz hapishane, tecrit sorunu ve ölüm oruçlarını unutanlara inat yaşanan dram şöyle anlatılıyor Düşlerimdeki Teyzem’de: “O zaman anlamıştım gelenin teyzem olduğunu. Küçülen yüzünde kocaman kalmış ışıksız gözleriyle gülümsemeye çalışıyordu bana… hayal gibi sonrası. Teyzemin omuzlarda taşınan ince uzun tabutu, iyice ufalmış anneannemin kendini tabuta atışı… kızını bir kez bile olsun görmeye gitmeyen dedemin sessizce ağlayışı, tabutu taşıyan gençlerin kaldırdıkları yumrukları, öfkeli haykırışları…” “ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ ZEHRİMLE YAŞIYORUM...” Yazar Özlem Yılmaz kitabının dokusunu ilmek ilmek örerken Erguvan Evleri adlı öyküde de yaşadığı gözaltı sonrasında yoldaşlarından gerekli ilgiyi görmeyen ve yalnızlığa mahkum edilen devrimci kızın tek kişilik hüznünün trajediye dönüşü, nice aydının düştüğü yalnızlık denizinden kendimize de pay çıkarmamız noktasında düşünmeye itiyor. Yazarın kalemi aşktan çocuk yüreğine, çocuk yüreğinden inançlara koşarken hasır altına itilen ensest gerçeğiyle yapayalnız kalıveriyoruz bir anda. Yılan Düşler adlı öyküde Nilgün’ün, “Bu zehir benimle anne, çocukluğumdan beri zehrimle yaşıyorum… Ve yılan başlı bebekler doğuruyorum her şafak vakti babamdan. Babamdan anne!” çığlığı hangi vicdanı sızlatmaz merak ediyorum doğrusu. Kayıp Yalnızlık Ormanı adlı kitabı elinize aldığınızda hayata yürekli bakan, aşkla bakan genç bir yazarın, ruhunuzun raflarında unutulan gerçekleri sakınmasızca ortaya döküşüne engel olamayacaksınız. Kendinizle, gerçeklerle ve unutulmuş değerlerle yüzleşmek isteyenler için bu kitap. Korkuyorsanız gerçekle yüzleşmeye, öyleyse bırakın cesareti olanlar okusun bu kitabı. * Gitti… Gittiiii… Dağ gibi oğlum gitti!.. Kadir’im gittiii! Elimden gitti!” Kayıp Yalnızlık Ormanı/ Özlem N. Yılmaz/ Everest Yayınları/ 142 s. Anais Nin’in kadınları ? Selen VARGÜN İ nsanın bedenle olan ilişkisi birçok tartışmaya gebe bir dünyanın kapılarını aralar. Sade’dan Georges Gataille’ye, Laura Esquivel’den Isabel Allende’ye, Margurite Duras’tan Anais Nin’e aşkla harmanlanmış cinsellik veya sadece cinsellik, gerek postmodern anlamları içinde gerekse büyülü gerçeklik yöntemiyle anlatılmıştır. Erotizm, tenle olan ilişkimizi tekrar gözden geçirmemize, arzu kavramına bir göz atmamıza neden olur, bize hayaller kurdurur. ERKEK VE KADIN Anais Nin, insanın bedenle olan ilişkisini eserlerinde ön planda tutan bir yazar olmasının yanı sıra, erkek ve kadının birbirleriyle olan ilişkilerini anlattığı yazılarında hisleri, tecrübeleri, kadına ya da erkeğe ait olduğunu sandığımız özellikleri derinliğine çözümler. ‘İçsel kentler’ başlığı altında 19401960 yılları arasında Amerika’da yayımlanan 5 romanının 4.’sü olan ‘Aşk Evindeki Casus’ ilk üç kitaptaki değinileri genişletir, çözümlemeleri derinleştirir ve karakterlerin yaşadığı cinselliği anlatmada daha erotik bir dil kullanır. Yazarın bedene yönelik gözlemleri oldukça çarpıcıdır. Kitabın ana karakteri olan Sabina, ‘uçması yasaklanmış’ bir pilot olan âşığı John’u dinler: “…siyah bir kadını doğum yaparken izlemiştim; tarlalarda çalışıyor, yeni bir iniş pisti için toprak taşıyordu. Elindeki CUMHURİYET KİTAP toprağı bıraktı, uçağın kanadının altına girip doğurdu, aynen böyle; sonra bebeği paçavralara sardı ve yeniden işine döndü. Çok garip bir görüntüydü; o kocaman, modern uçağın yanı başında yarı çıplak, siyah bir kadının doğum yapması, hemen ardından da toprakla dolu çuvalı sırtlanıvermesi…” Çıplak kadın bedeninden doğan bebek, yanı başındaki modern aygıtla sonsuz bir çelişki halindedir. Acı çeken; buna rağmen güçlü kalmayı başaran kadın imgesi Anais Nin’in kadın karakterlerini yaşatırken hep kullandığı bir imgedir. Örneğin kitaptaki ana karakter Sabina, kocasını defalarca aldatır ve bir erkekten diğerine koşarken acı çeker ama bir yandan da güçlüdür. Bu güç, her yeni ilişkide kendini yeniden yaratabilme ve kırgınlıkları bir tarafa bırakıp yeni ilişkiye boş kafayla başlayabilme becerisidir. Bu güç biraz da erkekçe bir mizacın uzantısı gibidir. Anais Nin’e göre bir kadın var mıdır gerçekten? Yazarın kadınları, erkeğe bağlı olarak tanımlanan ‘–e göre’ bir kategori midir yoksa kendi ayrıntılarında boğulmuş da olsalar, yitmişlikleriyle, köşede kalmışlıklarıyla varlığı görünür, hissedilir bir grup mu oluştururlar? Etten kemiktenler midirler? Belirsiz şekiller midir yoksa erkeğin ellerinde biçimlenmiş heykellerin suretleri mi? Yazarın kadını anlatırken yardımını aldığı bir baş karakter vardır ve bu karakter kadındır. Kadının arzularının üzerinde cisimleştiği bir er870 ? SAYFA 29 SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle