29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? kılıçlarımız önünde bozguna uğrayacağını aklı bir türlü almaz. Çünkü onlar kaderlerini Tanrı gücünde gördükleri düşmanla birleştirmişlerdi: “Türk zaferi!.. Bu onun alışılmış düşünce tarzlarını bozan, bu onun senelerden beri taşıdığı siyasi ve sosyal inanışlarını sarsan, hülasa, bu onu rahatsız eden, bu, onun keyfini kaçıran bir hadiseydi. ” (S. 287) “Sami Bey; Tanzimat devrinin meydana attığı o biçim alafranga Türklerdendir ki Türk’ten başka her milletin gücüne inanırlar ve Türklere ait meselelerin mutlaka başkaları tarafından halledilebileceği fikrindedirler.” (s. 288) “ORTADOĞU MESELESİNDE FİLİ KARINCA YAPTIK, BİZ HEPİMİZ BU SAHNEDE, DONU DÜŞMÜŞ ADAMLAR GİBİYİZ” Buna karşın, düşmanın akıllısı denebilecek, İngiliz ordusundan bir subay, dünyada en büyük gücün haklı olmak olduğunu, bu gücün karşısında dünyanın bütün silahlarının zavallı kalacağını görmüştür. Yarı belgesel özelliği de taşıyan romanda bu İngiliz subayı arkadaşlarına ders verircesine şöyle konuşur: “Şimdi bizim nüfuz ve hâkimiyetimiz dışında bir Türk milletinin var olduğunu anlamak için Türk palasının gırtlağımız üstüne dayanmasını bekliyoruz (…)Dört senedir, birbirinden yanlış, birbirinden gülünç raporlar sayesinde ORTADOĞU MESELESİNDE kendimizi hatadan hataya düşürdük. Bir filin yattığı yerde bir karıncadan bahsettik. Bugün bu fil hortumunu bize doğru uzatmıştır, yarın heybetli ayaklarının altında bizi ezecektir. Fakat biz gene dediğimizi demekten vazgeçmeyeceğiz. Dört seneden beri en mükemmel harp malzemesiyle donattığımız Yunan ordusu nerede? Bunu kim altı günün içinde üzerine kan pıhtıları yapışmış hırdavat yığını haline soktu? (…) Asırlardan beri bütün dünyayı bir elma gibi avucunun içinde tutan İngiliz milletinin arzu ve iradesi dışında bir şey oldu demek? İlk defa olarak İngiliz emretti, emrini dinleyen olmadı. Emrini dinleyen olmadı da söz mü? Hiç haberi olmadığı bir anda belinin orta yerine bir tekme yedi ve bir kargı gibi sallandı, sallandı, yere yuvarlandı. İngiliz gülünç oldu ve bir İngilizin gülüncü kadar gülünç bir şey yoktur. Gerek askerlik, gerek siyaset sahnesindeki bu komik bozguna, bu rezilce iflasa, dünyanın her tarafından kahkahalarla gülüyorlar…Ve düşünelim ki bu hadise bir Şark sahnesinde geçiyor. Artık burada bir paralık itibarımız kalmamıştır. O sizin İngilizlik dediğiniz büyü bozulmuştur… (…)BİZ HEPİMİZ BU SAHNEDE DONU DÜŞMÜŞ ADAMLAR GİBİYİZ, eğer İstanbul sokaklarında mahalle çocukları arkamızdan taş atmıyorsa, bunu kendi itibarımıza değil, onların terbiyesine vermeliyiz.” (s. 274, 275) Gerçeği görmeye başlayan İngilizler açısından durum böyleyken, kendi işbirlikçilerimiz arasında zafere üzülenler de az değildir: “Gerçekten İstanbul sokaklarında CUMHURİYET KİTAP SAYI birtakım canlı ölülere rast geliniyor. Bunların gözleri birer siyah çukuru andırıyor. Çeneleri paslı birer anahtarla zorla kilitlenmiş gibidir (…)Bazı kimseler ortadan büsbütün kayboldular. Evlerinin kapısına vurulduğu vakit bir eski mezar gibi boş sesi veriyor. Geceleri pencerelerinde hiçbir ışık görünmüyor. Kâh karılarına kâh çocuklarına rast gelinip nerede olduğu sorulduğu vakit’ bilmiyoruz bilmiyoruz’ cevabı alınıyor. Her biri birden bire yer yarılıp içine mi girdi? (...) Nişantaşı’nın ve Şişli’nin çoğu şuh ve genç kadınları, hanım ninelerinin bol ve kara çarşafları içinde, yüzleri kalın peçelerle örtülü, sarılmış, bohçalanmış birer gümrükten kaçırılan eşya haline giriverdiler. En hafif hareket, en ehemmiyetsiz gürültü onlara kalp çarpıntısı veriyor. Umacıdan korkan ürkek çocuklar gibi kulaklarını tıkayıp gözlerini yumup hepsi bir köşeye sinmiş kalmıştırlar. Sanki kafataslarının içinde bir tehlikenin gelişini haber veren bir çan ara vermeden çalıp durmaktadır.” (s. 271) Yakup Kadri’nin işgal altındaki İstanbul’un bu durumunu benzettiği Sodom ve Gomore, Tevrat’tan öğrendiğimize göre, bugün Beyrut’ta yaşananları özetler gibi… Lut ve İbrahim devrinde Filistin diyarının türlü ahlak bozukluklarıyla Tanrının gazabına uğramış iki büyük şehirdir Sodom ve Gomore… Dil kusursuz… Kutsal metinleri andırırcasına ve onlarla yarışırcasına kusursuz…Yakup Kadri Türkçenin Balzac’ı bence. Goriot Baba’daki dil işçiliğini bana çok çağrıştırıyor örneğin. DOĞRU KİŞİYE DOĞRU KİTABI ÖNERMEK Hangi yaş düzeyinde, hangi okuyucu tipine giriyor? Bunu bilmeden bir kişiye kitap önermek, çok anlamlı ve yararlı olmuyor. Bir kişiye kitap önermek, basınımızın yaşayan en büyük ustası İlhan Selçuk’un deyişiyle hastaya ilaç önermek gibidir… Hastayı tanımadan ona ilaç nasıl önerilemezse… Okuyucuya ya da okuyucu adayına da onu tanımadan kitap önerilemez… Her okuyucuya göre bir kitap, her kitaba göre bir okuyucu vardır. “Ekran Kültüründen Kitap Kültürüne, Kitapla Barışma Söyleşileri” adıyla çağrılı olarak gittiğim okullarda, (TEB Dershanesi’nin de katkılarıyla) en çok buna dikkat ediyorum…Bir çocuğa ya da gence okumayı sevdirmede bundan daha etkili bir yöntem yok. Bu nedenle Yakup Kadri’nin sözünü ettiğim bu romanlarını herkes okumalı; ama yeni başlayan ve lise yaşlarındaki okuyucu adaylarından ise yalnızca tarihi seven, realist ve entelektüel okuyucu tipine giren okuyucu adaylarına öneriyorum… ? feratozen@hotmail. com (1) Sodom ve Gomore, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İletişim Yayınları, 20. Baskı, 2005, 311 sayfa. (2) Nuray Mert, Sodom ve Gomore, Radikal, 25 Temmuz 2006, (3), (4)Edebiyat ve MedyaKitaptan Ekrana EdebiyatGürsel Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınları 870 SAYFA 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle