23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? çelik fabrikaları kurduğunu, barajlar yaptığını, alüminyum ve petrol tesisleri inşa ettiğini, “TC”nin Kıbrıs’ta Amerika’ya karşı çıkartma yapabildiğini, oradaki ve Türkiye’deki Amerikan üslerini kapattığını, onlara Türk bayrağı çektiğini, bunun 12 Eylül’e kadar sürdüğünü, böylece “Morrison Süleyman” değil “Kosigin Süleyman” tanımını hak ettiğini kimse bana söylememişti!) Ama Muzaffer İlhan Erdost, o toz ve barut dumanı arasında, “Anarşizm ve Anarşist Eğilimler Üzerine” başlıklı mükemmel çalışmasını kaleme almıştı. (Yeni Ülke, Kasım 1979; Faşizm ve Türkiye 19771980, Onur Yayınları, Ankara 1995, s. 225). Erdost, bu önemli çalışmasında, Türk solunun nasıl bir uçuruma sürüklendiğini görmüştü: “İşçi sınıfı hareketi, yalnızca egemen sınıfların gericiliğiyle değil, kendi içerisinden kaynaklanan bir gericilikle de karşı karşıyadır.” diye yazıyordu. Bunun bir nedeni “sekter (mezhepçi)” bir anlayışla örgütlenmeye gidişti. Erdost, “Türkiye gibi bir ülkenin toplumsal yasalarındaki karmaşaya” dikkat çekerek, bugün bile (belki de bugün daha çok!) çoğu sol grubun, örgütün yeniden ve yeniden okuması gereken saptamalar yapıyordu: “Çünkü Türkiye, jeopolitik bakımdan yalnızca doğrudan kendisine ilişkin sorunların ortasında değil, uluslar arası bir çatışma planının ortasındadır. (…) Türkiye, emperyalist güçler açısından, bir sömürü ülkesi olmaktan çok, emperyalizmin yaşamsal varlığı açısından önem taşır. Emperyalizmin Türkiye’den çıkarı, yalnızca, Türkiye’nin kendi büyüklüğüne bağlı değildir, bundan da büyüktür…” diyordu. Bugün ülkemizde solun büyük bölümü, sokaklara çıkamaz durumdadır. Bunun nedeni büyük oranda ayrılıkçı, etnik terörü destekler durumda olmasıdır. Böyle bir hareketin, Türkiye emekçi sınıflarının çıkarına, ülkenin bağımsızlığına, demokratikleşmesine, emperyalist cendereden kurtulma mücadelesine en küçük katkısı olmayacağının tespitini yapamayan günümüz solu nasıl marjinalleşmişse, geçmişte, görkemli günlerinde de adım adım sokak olaylarına çekilip sonra da bir iç savaşa sürüklenişini ve böylece imha edilişini engelleyecek teorik (pratik!) öngörülerde, saptamalarda bulunamamıştır. “Demek ki marsizmin bir bilim olarak öğrenilmesi yeterli değildir...” O yıllarda Muzaffer İlhan Erdost (Muzaffer Erdost olarak), gidişatın iyi olmadığını, solun kanlı bir girdabın içine çekildiğini, Marksizm adına işlenen cinayetlerin karşısında çığlıklanıyordu: “Toplumsal değişmenin diyalektiğini kavramamış hiçbir kafa, marksizmin terimleri ve kavramları ve toplumsal değişme yasaları bilgi olarak bilinmiş olsa bile, marksizmi özümsemiş olmaz. Demek ki marksizmin bir bilim olarak öğrenilmesi yeterli değildir; teorinin belirli bir ülkenin değişen koşullarına uyarlanması ve geliştirilmesi için marksizmin özsel içeriği, yani diyalektik, kavranCUMHURİYET KİTAP SAYI malı ve soğurulmalıdır…” diye yazıyordu. “…Teorinin, her ülkenin iktisadi, siyasal, kültürel özelliklerini, ulusal bileşimini, sömürgelerini ya da kendisinin bağımlı ve yarıbağımlı ülke olup olmamasını, dinsel bölünmelerin özel niteliğini, uluslar arası konumda tuttuğu yeri göz önünde bulundurmaması, ülkenin somut özelliklerini nesnel olarak irdelemeden mekanik bir anlayışla basmakalıp bir biçimde uygulamaya kalkışması, siyasal eylemin devrimci bir biçimde belirlenmesini dışlar” diye yazıyordu. İşçi sınıfını temsil ettiğini iddia eden küçük/büyük grupların, hatta işçi sınıfını peşinden sürüklemiş yığın partilerinin de, “İşçi hareketini yığınlardan tecrit eden ve devrimci eylemi yığınların gözünde saygınlıktan düşüren bireysel terörü ve suikastleri… Devrimci farfaralar…” kesin bir dille mahkum ediyordu. O dönemde kimse bu yazıyı dikkate almamıştır. Öyle ki, yazarları arasında bulunduğu Demokrat gazetesi bile, yazıldığı Eylül 1979’da yazıyı yayımlamayıp geri çevirmiştir. Bugün de bir avuç sosyalistin dışında çoğu çevreler sağlıklı bir kafayla oturup bunları değerlendirme bilincinden yoksundur. Erdost, bunca çığlıklanmasına karşın, görkemli sol kalkışmanın hep içinde olmuş, kendi dışındaki hatalar sonucu binlerce devrimcinin ölmesi gibi, kardeşi İlhan Erdost’u, 12 Eylül faşizminin dipçiği altında kaybetmiştir. Türkiye ezilenlerinin tüm demokratik kazanımlarının kaybolmasını, ülkemizin gittikçe yok olmaya doğru kuşatılması sürecini yukarıda söz ettiğim “trajedi”nin en önemli göstergesi olan Türk solunun bugün halkımız nezdinde “halk düşmanı” durumuna düşürülüşünü görmek zorunda kalmıştır. Yanlış stratejiler peşinde heba olan solun, doğruları yazan gerçek marksistlere bilinçlerini, gözlerini, akıllarını kapatmış olmaları nasıl açıklanır bilemiyorum. İşte Erdost, adeta herkesin çıldırdığı o yıllarda sorumluluğunu yerine getirdiği gibi, bugün de Erdost, 12 Eylül’e nasıl geldiğimizi, bu yazıda, berberde saçımızın önümüze dökülmesi örneğindeki gibi önümüze seriyor. Erdost yazısında 12 Eylül’ün, NATO’ya üye ülkeleri korumak için değil, NATO ile kurulan sistemi korumak için kurulmuş NATO tarafından kotarıldığını kanıtlıyor. Temel amaçlarını: “Demokrat, ilerici, devrimci kişi ve kuruluşları apolitikleştirmek, ekonomik bakımdan güçsüzleştirmek, dinsel, mezhepsel ve etnik farklılıkları derinleştirerek bölmek, birbirinden ayırmak, birbirine düşürmek ve seçim birimlerinde solun oylarını aşağı çekerek, solu iktidardan düşürmek ve solu giderek sistemin ‘gayri meşru’ çocuğu gibi, parlamentonun kapısına koymaktı… Ne var ki bunları gerçekleştirmenin yöntemi demokratik bir yöntem olamazdı” diye devam ediyor Erdost. (Bugün bunları planlayanların, eserlerine bakıp pek mutlu olduklarını söylersek yanılmış olmayız!) Bu amaca ulaşmak için sokak öldürümlerinin şiddeti artırılıyor, darbe için zemin hazırlanıyordu. 1974’te 5 ? 870 SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle