23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘Sodom ve Gomore’si bir klasik artık Yalnız 1920’lerin değil, 2000’lerin de romanı... Yeryüzünde savaşlar var oldukça ‘Sodom ve Gomore’ hiç eskimeyecek bir roman... Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bu önemli romanını elden düşürmemek gerekiyor. ? Ferhat ÖZEN Ve bir soru da şu olmalı: TV kanallarının uyguladığı karartma ve similasyon (yalanın gerçekten daha gerçek gösterilmesi) olmasaydı Amerikan halkı izin verir miydi evlatlarının ölüme gönderilmesine?.. Ve bu kadar kolay kandırılan bizim insanlarımızın da Amerikan seçmenlerinin de hiç mi suçu yok? Elbette ki, en başta holding medyasındakiler çürüdüler ve toplumu da çürüttüler. Refah ve bolluk içinde yüzmek yerine, daha az refah ama onurlu yaşam diyemediler. Burada Fidel Castro’nun bir sözü aklıma geliyor: “Ülkemiz, insanlara maddesel zenginlik sunamayacak kadar yoksul olsa da, onlara eşitlik duygusu, insanlık onuru sunamayacak kadar yoksul değil.” ÇIKARLARINI EMPERYALİSTLERLE BİRLEŞTİRENLER Sodom ve Gomore 1. Dünya Savaşı sonrası galip devletlerin askerlerince işgal edilen zamanın İstanbul’undaki, kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi, “Batı hayranı Türklerin alafrangalığa özenen zübbelerin, emperyalizmle işbirliği içindeki kesimlern, işbirlikçi burjuvazinin” çürümüş insan ilişkilerini konu alıyor. Batı hayranlığının, Batılı işgal kuvvetlerine yaranma yarışına dönüşmesi, işbirlikçi Türk burjuvazisinin “rüştünü” emperyalistlere kanıtlama ve onların gözüne girme çabaları, kokuşmuş insan ilişkileri romanda Yakup Kadri’nin o bildik pürüzsüz, kılçıksız dil işçiliğiyle ve gerçek bir roman tadıyla veriliyor. Bugüne de son derece güçlü bir gönderme olan roman (Selim İleri ve Nuray Mert’in üstünde durma nedeni de bu zaten) okuyucuyu hem o döneme ilişkin bir bilince çıkarıyor hem de bugünün benzer insan ilişkilerinin nedenselliğini kavratıyor. Varılan yargı: Emperyalizm, kültürel hegemonyasıyla insanların bilinçlerini ve beyinlerini ele geçirmeden topraklarını ele geçiremez. Romanda çizilen Leyla karakteri de Leyla’nın babası Sami Bey karakteri de bilinçleriyle ve beyinleriyle kendilerini Batı’ya bağlamışlardandır. Yazarın kaleminden Sami Bey, bu dönemin tüm işbirlikçilerini birebir yansıtır… Türk ordusunun zafer haberleri geldikçe derin üzüntüye ve paniğe kapılmaları işbirlikçiliğin en tipik özelliklerindendir. Sami Bey gibiler kendi ülkelerinin zaferlerine sevinemez… Batılı devletlerin bizim KİTAP SAYI 870 Ü ç dört ay kadar önce Cumhuriyet’teki köşesinde Selim İleri çok güzel ve yerinde bir iş yaptı. Sodom ve Gomore’yi (1) yeniden okumayı gündeme getirdi, güncelliğiyle bağlantısını kurarak… Nuray Mert de Radikal’deki köşesinde Sodom ve Gomore başlıklı nefis bir yazı yazdı. (25 Temmuz 2006) Mert’in, ABD emperyalizminin ve İsrail’in Lübnan’a saldırılarına başta İslam ülkeleri olmak üzere, tepkisiz kalan tüm dünyayı, Tevrat’ta lanetlenmiş kentler olarak geçen Sodom ve Gomore’ye benzetmesi tam bir teşbihi beliği’ydi. (en güzel benzetme). (Ancak hemen belirtmeliyim ki Mert’in ılımlı İslam iktidarının teokratik devlete dönüşemeyeceği, böyle bir tehlikenin olmadığı biçiminde özetlenebilecek tezine katılamıyorum. Bu, yalnızca ABD çıkarlarına bağlı bir değişken…Toplumun refleksleri haşlanmış kurbağa benzetmesinde olduğu gibi pelteleştiğine göre…Ilımlı İslam ABD’ye yeterince hizmet edemez de “deliğe süpürülürse”, ılımlısı gitmiş bir İslamın Türkiye’de yürütme yanında yasama, yargı ve güvenlik güçleriyle de devleti ele geçirmesini hangi örgütlü güçlerin engelleyeceğine Nuray Mert yanıt bulmalıdır. ABD Türkiye’ye de demokrasi ihraç etmeye kalkarsa o zaman, yalnızca usulen soracaktır, faşizminiz nasıl olsun diye… Dinci faşizm mi istersiniz, milliyetçi mi; askeri mi, sivil mi; yoksa karışık mı alırsınız?.. Türk İslam sentezi gibi.) Yakup Kadri Sodom ve Gomore romanını yazarken, düşman işgali altındaki İstanbul, böyle diyenlerden geçilmiyordu. Söz konusu roman da tam bu çürümüşlüğü anlatıyor... Yakup Kadri, savaşa katılamadığı için büyük bir eziklik içinde olan romanın baş kişisi Necdet’e söyletiyor bunu: Savaşın tam ortasında, birkaç Yakup Kadri Karaosmanoğlu günlüğüne İstanbul’a görevli dönen arkadaşı Dr. Cemil Kami: Hey, ya Rabbim! Şu zavallı İstanbul da az zaman içinde neler gördü? deyince, Necdet: Bizi iliklerimize kadar çürüttüler. (s. 268)diyor. MEDYANIN YARATTIĞI SİMİLASYON VE GÖRSEL ŞİDDET… Holding medyasının ve TV kanallarının uyguladığı görsel şiddet ve similasyonla (algısal yanılsamayla) eğer böylesine kör edilmeseydi, bu toplum, Müslümanların üstüne bomba yağdırılmasını, Müslümanlığın bir gereğiymiş gibi yer, yutar mıydı?.. Yakup Kadri’nin söz konusu romanında Necdet, cephede savaşanlara şöyle sesleniyor: “Siz bilmiyorsu nuz. Asıl işgal, asıl istila öbür tarafta oldu. Düşman çamurlu çizmeleriyle bizim evlerimize kadar; ne diyorum, bizim yatak odalarımıza kadar girdi.” Bugün, düşman, çizmeleriyle değil ama TV kanallarıyla yaydığı kültürüyle, günde 24 saat, 7080 kanalda, 20003000 saat evlerimizi, bilinçaltımızı ele geçirdi. Bugün, insanın, düşünce dünyasının yerini sembol dünyasının aldığı bir görselliğin egemenliğine girdik.(3) Postman’ın deyişiyle ışık hızında yayılan görüntüler aracılığıyla teknoloji (TV’ler) kansız bir devrimi başardı. Ve Postman “Ciddi söylemler, kıkır kıkır gülmeler arasında kaynayıp gidiyorsa, kime ne zaman, hangi ses tonuyla şikâyette bulunabilirsiniz? Bir kültürün kahakahdan boğulmasının panzehiri nedir” diye soruyor. (4) SAYFA 20 CUMHURİYET Fotoğraf: Ara Güler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle