Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Miyase Sertbarut’la yeni romanı ‘Piper Pa25’i konuştuk “Herkes Sevdiğini Öldürür” diyor Ayhan Bozkurt, “Ama öldürme biçimleri farklıdır”. Sokakta her an karşımıza çıkabilecek, belki de bizzat kendimiz olan kahramanlarını, kendi kendilerinin ya da sevdiklerinin katili olanları, hem hayatlarına hem de dillerine hiç dokunmadan bize sunuyor. Sıradan gibi görünen hayatların aslında ne kadar da şaşırtıcı oldukları gerçeğiyle yüzleşmemize fırsat tanıyor. Bugüne kadar “Ömür Ölümün Önsözü”, “28 Numaralı Oda”, “Şehir Soyuldu” ve “Al Sana Aşk” adlı şiir kitaplarıyla tanıdığımız Ayhan Bozkurt, ilk öykü kitabı “Herkes Sevdiğini Öldürür” ile karşımızda. Beklenmedik sonları, senaryo tadında kurgularıyla keyifli bir “seyirlik” imkanı sunan öykülere dair sohbetimizden satırlara dökülenler… ? Salih MERCANOĞLU ‘İnsan aşkı anlatıyorsa nasıl ağırbaşlı ve olgun davranabilir ki...’ Miyase olduğunu düşünüyorum. Şimdi siz olumlu bakarak belgesel tadında diyorsunuz ya, bu bir kusur da sayılabilir. Ama ben anlatmak istedim, yani o yaşantılar ve o coğrafyalar ister yama gibi dursun, ister güzel bir fon oluştursun, ben onları anlatmak istedim. Duvarda bir tüfek var, evet, o tüfekle ateş edilmeyeceğini bile bile Çehov’a inat duvardaki tüfeği betimledim. Bazen böylesi daha güzel oluyor! “YAZAR KENDİNİ ANLATIR” Gelelim bu kitapta ne kadar yaşamöyküsel yan bulunduğuna. Genellikle ilk romanlar bir iç dökme olur, bu kitaptan önce çocuklar için yazdığım roman ve öykülerde çocukluğumu anlatan bölümler olmuştur, yani aslında kısmen daha önce içimi dökmüştüm. Bazılarını ise çocuklar duymasın istedim. Hani gerçeği ona 18’ine kadar söylemezler ya... Şaka bir yana yazar ne anlatırsa anlatsın, kendini anlatır. Bir uzaylının başından geçen fantastik bir romanda o uzaylı yazarın ta kendisidir. Bir polisiyede hem dedektif hem kanlı katil yazarın ta kendisidir. Yani yazar romanının “ALLAH”ıdır. Kullarının alınyazısını yazar, kullarına günahlar işletir, kullarının canını alır, kullarını cennete ya da cehenneme yollar... Bazı yazarlar kahramanlarım benden bağımsız hareket etmeye başladı dediğinde hiç inanmıyorum ben. O mistik bir takılmadır. Cansızı canlı gibi düşünmektir. Palavradır. Sonuç: Bu kitapta Miyase vardır. Romanda aykırı bir aşk gibi görünen aşk, bana 70’li yılları anımsattı. Günümüzün sanal dünyasına bir tepki, güzel verilmiş bir cevap. Vefa, bağlılık, sevda, sadakat gibi unsurlar üzerine yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Düşünelim evet, ama yalnızca düşünelim. Bunları yeniden yaşatmak, var kılmak, öyle olmak istemek sonuç alınamayacak boş bir çaba benim gözümde. Artık vefa yoksa... yoktur; sevda yoksa... yoktur. Bunlar eski fotograflara bakmak gibi arada bir ah ne güzel günlerdi o günler dedirtecek ve sonra işimize bakacağız. Şimdi vefa ve sevda’nın yerini almış olan şey de bu olguların tam karşıtı duygular değil kanımca. Yalnızca bizimkilere benzemiyor, hepsi bu. Ama insan ilişkileri her çağda bir değer taşır. O değer, o çağın ölçütlerine göre anlamlıdır. Hayatımızdan çekilen ‘mektup’, Piper Pa25’in belki de belkemiği. Kurguya eşlik eden, olup biteni anlatmaya yarayan bir teknik olduğunu düşünmüyorum. Mektup, tıpkı bir kişi gibi kendi mecrasını roman içinde koruyor. Bugüne dek pek çok insana mektup yazdım, hatta bu yazıyı okuyanlardan bazıları da benden mektup almış olduklarını anımsayacaklardır. Ve onlar kadın değildir. Mektup yazmayı severim ve romanda anlattığım Anış’ ın annesi erkeklere mektup yazmasın diye okutulmamıştır; benim annem de aynı nedenle okula gönderilmeyen kadınlardan. Ben geçmişte erkeklere mektup yazar diye okutulmamış kızların babalarından ve dedelerinden intikam almak için erkeklere mektup yazdım. Daha samimi bulduğum bu biçimi, romana da uygulamak istedim ve sanırım samimi de oldu. Piper Pa25, roman adı olarak rakamlardan dolayı mekanik, Peter Pan’ı anımsattığı için de sevimli geldi bana. Romandaki ince mizaha paralel giden hüzün gibi... Piper Pa25’in ne olduğunu okurlar kitabın içinde anlayacaklar. Kitaba ad olarak seçeceğim sözcüğün dilimizde bir karşılığı olmasın istedim. İngilizce piper’in anlamı kavalcı, flütçü ya da borucu da olabilir.. Ama yine de bir İngiliz eğer ilgi alanı değilse Piper Pa25’in söz grubu olarak yani bu haliyle ne anlama geldiğini bilmez. Anlamsızlığı seçmemin nedeni biraz da anlamın zaman karşısında değişmesi, eskimesi... ama ses eskimez, sesin içi anlam gibi boşaltılamaz. Aşk, çalışmak, özgürlük, aile, çevre gibi sözcükler, ya da yönetenlerin pek sevdiği birlik ve beraberlik gibi sözcükler ve söz gruplarının bugün pek çoğumuza hiçbir şey ifade etmediğini görüyoruz. Kitabın adı da bu akıbete uğramasın istedim. Yani anlam değil, ses olmalıydı. Anış, biraz da Çalıkuşu’ndaki Feride’yi ve şu an yok olmaya yüz tutmuş çoğu nesneleri anımsattı bana. Örneğin Anadolu’daki define avcılığı kavramının yerini bugün Orta Dünya’da ejderha avcılığı almış. Kültürümüzün dışındaki mitler, motifler bize şimdi daha yakın duruyor. Kendi mitlerimizi doğru biçimlerde sunmazsak, kendi mitlerini güzel nakışlı tepsilerde sunanların tarafına doğru uzanmamız doğaldır. Yerli malın yurdun malı herkes onu kullanmalı naifliği ile başka slogan bilmeden ve kendi mitimizi anlamadan araştırmadan da sunamıyoruz ne yazık ki... Hem Anadolu’da hem Orta Asya’da ham haliyle öylece çürümeye bıraktığımız efsaneler, destanlar, kahramanlar var ki... Bir değil, bin romanı besleyecek zenginlikte mitolojimizden şimdiye kadar kimse bir roman çıkarmamıştır. Sen neden yapmıyorsun diyeceksin, yapacağım, hazırlığım sürüyor. “İNSAN VAR YAZININ İÇİNDE” ”Üstten iki düğmenin açılması” Anadolu insanının kadına bakışını yansıtan önemli bir imge... Evet, tabii sözünü ettiğimiz zamanlarda öyleydi. Gülünç görünse de şimdiki giyinme ve soyunma zıtlığı yanında öyle masum ki “üstten iki düğmenin açık bırakılması”. Günümüz kadını ise bedenini göstermek için de göstermemek için de şansını çok zorluyor. Çok uç noktalarda kapanıyor ya da çok uçlarda soyunuyor. Hangisi daha keyifli sizin için çocuk kitapları yazmak mı? Yetişkinler için yazmak mı? Ben yetişkin olarak çocuk kitapları okumaktan keyif alıyorum. Size bir sır vereyim mi? Bırakın çocuklar için yetişkinler için yazmayı, vergi iade zarflarını yazmak bile mutlu ediyor beni. Yanı sıra alışveriş listesi yazmak... 2 paket makarna, mısırözü yağı, peçete... Neden gülüyorsunuz? Şaka yapmıyorum ki. Bunlar hayatın içinden şeyler. Edebiyat hayatın dışında değil. Çünkü insan var yazının içinde. Alışveriş fişlerinde, faturalarda da insan var. Bir mağazanın adı, satın aldığınız şeyler, sonra kasiyerin adı bile yazıyor o fişlerde... Yazmaktan hoşlanmadığım tek bir şey vardı çalışırken, günlük plan yapmak, ders planı yapmak... Neyse ki emekli oldum da o yapay planlardan kurtuldum. ? Piper Pa25/ Miyase Sertbarut/ Roman/ Can Yayınları/ Ağustos 2006/ 174 s. KİTAP SAYI 870 S izi çocuk ve ilk gençlik yazınından tanıyoruz. yetişkinler için yazdığınız ilk kitap Piper Pa25 bizim için sürp riz oldu. Benim için pek öyle olmadı, çocukluğumdan bu yana yazdığım bir romandı ve bugün 43 yaşındayım, yeni bitirdim; ya da bitirmedim de yorulup kalemi bıraktım. Şaka bir yana yazın alanındaki her türle ilgilendim ve bu ilgi yoğun olarak çocuk ve ilk gençlik için ürüne dönüştü. Radyo oyunları, şiir, senaryo, sahne metinleri, tv skeçleri, denemeler zaman ayırdığım türler. Çocuk ve ilk gençlik yazınından sonra da en çok radyo oyunları alanında ürün verdiğimi görüyorum. Bu oyunların içinde hem yetişkinler için hem çocuklar için yazılmış ve seslendirilmiş yapıtlar bulunuyor. Pek çok edebiyatçı gibi ben de iyi edebiyatta yaş, cinsiyet, sınıf ayrımı olmadığını düşünüyorum. Kitap dar boyutuyla geniş bir coğrafyayı barındırıyor. Güneydoğu, İçanadolu, Orta Asya... Dilin sınırlarını zorlayan bir coğrafya. Bu iklimlerde yaşayan insanlar ve onların mitleri... Roman boyunca arka fonda bir belgesel tadında duruyor. Romanı sürükleyip götüren Anış’ın bir parçasının da SAYFA 22 CUMHURİYET