23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Güzelim Saçlar Rüzgârda... “Kadınlar acaba saçlarını rüzgâra vermek istemeyecekler mi?” Kafalarını sımsıkı kapatan kadınlar günden güne çoğalıyor. Türban, başörtüsü yetmiyor, bir de siyah - beyaz bant takıyorlar alınlarına... Bir tek saç teli görünmez oluyor... İnsanın içinden geliyor, elini uzatıp o sımsıkı kapalı kafayı özgürleştirmek! Bir hastalıkları mı var, bir kellik mi, bir saçkıranlık mı? Neden saklıyorlar saçlarını? Oysa ayaklarını saklamıyorlar; bir kadının ayak parmakları da saçı kadar gizli olmamalı mı? Gizlilik güzellik olabilir mi? “Kadınlar acaba saçlarını rüzgâra vermek istemeyecekler mi?” Bu soruyu yıllar önce Sevgili İlhan Selçuk sormuş; 1998’de.. Aradan geçen bunca yıl sonra sokaklara, caddelere bir çıkın, kadınlarımızda kapalılığın çok daha arttığını göreceksiniz... Gencecik kızlarımız baştan aşağı sarılmış bir dolma sanki! İnsanlık dışı bir görünüş!.. Şu günlerde okunması gereken birçok kitap var. Arada yazıyorum, anımsatıyorum, bir etkisi oluyor mu bilmem? Ümit Zileli’nin Cumhuriyet Yayınları’ndan yeni çıkan “İlhan Selçuk Anlatıyor” adlı kitabını okurken o ilginç cümleye rastladım. İlhan şöyle sürdürmüş: “İnsan büyük bir canavar, tarih de onu gösteriyor. Bu canavar insanın insanlaşması için çok büyük acılardan geçmesi gerekiyor, daha da yaşanacak...” “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” demişti Mehmet Akif. O tek diş hâlâ yerinde duruyor. Yanı sıra dişleri daha da çoğaldı, yetmedi; silahları, bombaları, atomları da... Sandık ki bir Hiroşima insanlığa bir ders oldu, ama olmadı. “No More Hiroşima’s” derlerdi, ben de “Bir Hiroşima Yeter” diye çevirmiştim. Bir tek Hiroşima faciasının insanoğluna yeterli bir ders olacağını sandığımdan. Şairler, ne de olsa daha mı duyarlı, daha mı insanoğlunun ne garip bir yaratık olduğunu seziyor... Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya söylediğimde, “Yok, başka bir ad bul” demiş, bir süre sonra telefonla, “Oktay adını ‘Hiroşima’lar Olmasın’ yap” demişti. Doğru çıktı, bir Hiroşima yaşandı, ama daha ne çok Hiroşima’lar yaşandı, daha da yaşanmakta... Son acı olay, Gazze’ye yardım götüren bir geminin yaşadığı... Acımasızlık, düşmanlık, insan yaşamına kıymanın kolaylığı... Bir gemiyi durdurmak için ille de insanları öldürmek mi gerekir? Yalnız orda mı, her yerde, geçmişin her anında, dünyanın her köşesinde, Avrupa’sından Asya’sına, Amerika’sından Afrika’sına... İnsanoğlu sanki hemcinsini yok etmek için doğmuş, büyümüş, yetişmiş... Yüzyıllar geçiyor, uygarlık adını verdiğimiz bir düzen bir türlü oluşmuyor... İlhan’ın “Kadınlar saçlarını rüzgâra vermek istemeyecekler mi?” demesi, aldı beni bakın nerelere götürdü. Demek o renk renk saçların rüzgârda uçuşması, çok şeyi çözecek!. Kim bilir, belki de?.. PENCERE Soru ve Sorun G azze halkõna yardõm götüren konvoyun bir felaketle so- nuçlanabileceğini hesap et- mek kehanet gerektirmiyordu. Buna rağmen neticede sa- vunmasõz insanlarõmõz ve diğer ülke va- tandaşlarõnõn bu tehlikenin içine salõveril- meleri ve İsrail kurşunlarõna hedef olmalarõ bütün yönleriyle düşündürücü bir olaydõr. Zaman içerisinde bunun İsrail kadar Tür- kiye’yle ilgili yönleri de açõğa çõkacaktõr. Bu olayda kim ne kadar, neden sorumludur? Konvoy engellenebilir veya ertelenebilir miydi? İsrail’le diplomatik kanallar sonu- na kadar kullanõldõ mõ? İsrail’in uyarõlarõ ni- çin dikkate alõnmadõ? Bu ve benzer soru- larõn yanõtlanmasõ gerekecektir. Ancak bu- rada irdelemek istediğimiz husus başkadõr. Biz bu saldõrõnõn bölge üzerindeki muhte- mel etkilerine bakmak ve beklenmeyen böl- gesel sonuçlarõ olabilir mi, saldõrõ sonrasõ ortam yeni tehlikelere gebe olabilir mi, di- ye sormak istiyoruz. İsrail, can kaybõyla sonuçlanan Mavi Marmara olayõndan kõsa bir süre sonra yi- ne benzer bir şekilde Gazze’ye yardõm ta- şõyan bir İrlanda gemisini durdurmuş, an- cak bu sefer kontrolü suhuletle sağlamõş, şiddet gündeme gelmemiştir. Neden? İr- landa gemisindekinin aksine Mavi Mar- mara’da direniş olmuşsa da İsrail can kay- bõna sebebiyet vermeden gemiyi kontrol al- tõna alamaz mõydõ? Mavi Marmara ope- rasyonunun İsrail’in en deneyimli koman- dolarõ tarafõndan gerçekleştirilmiş olduğu hatõrlanõrsa kan dökmeden geminin kont- rolünü ele geçirebilirdi diye düşünübiliriz. Öyleyse, İsrail niçin şiddete başvurmayõ ter- cih etmiştir? Bunu İsrail’in Türkiye’ye “ders vermek” dürtüsüne bağlamak da ye- tersiz olacaktõr. İsrail bunun Türkiye’yle ilişkilerin kalõcõ zarar vereceğini hesapla- yacak kadar deneyimli bir devlettir. Bu du- rumda, tek açõklama İsrail’in meşru sa- vunma adõna ciddi bir hesap hatasõ yaptõ- ğõ sonucuna varmak gerekiyor. Nitekim bu saldõrõ küresel çapta tepki uyandõrmõş ve İsrail’in kõnanmasõna yol aç- mõştõr. İsrail’in yalnõzlõğõ artmõş, üzerindeki baskõlar yoğunlaşmaya başlamõştõr. ABD bile Gazze ablukasõnõn sürdürülemeyece- ği yolunda görüş belirtmektedir. Tepkiler, İslam dünyasõnda giderek İsrail devleti aleyhine bir niteliğe bürünmekte, gösteri- ler ayrõca Yahudi düşmanlõğõna dönüşme te- mayülü göstermektedir. Böyle bir ortam- da İsrail kendini kuşatma ve baskõ altõnda hissedecek ve İsrail kamuoyunda tedirgin- lik had safhaya çõkacaktõr. İşte, bu sõkõşõklõk ve yoğun tepki ortamõndan İsrail yönetimi normal koşullarda kalkõşamayacağõ bir ey- lem için, durumu tersine çevirip, yararlan- mayõ, aleyhinde yükselen tepkileri kendi- ni haklõ çõkartmak için bir başka amaçla kul- lanmayõ düşünebilir mi? En büyük korku nükleer program Eğer böyle bir soru sormak kabilse, bu noktada İsrail’in İran endişesine bakmamõz gerekecektir. İsrail İran’õ can düşmanõ ola- rak görmekte, zira İran Yahudi devletine ya- şama hakkõ tanõmamaktadõr. Tahran’õn söy- lemi de, politikasõ da İsrail’in yok olmasõ esasõna dayalõdõr. İsrail’in en büyük kor- kusu ise İran’õn nükleer programõdõr. Tür- kiye ve Brezilya’nõn önayak olduğu takas anlaşmasõ beklenen sonucu vermezken ABD’nin öncülüğündeki yaptõrõm süreci ilerlemeye devam etmekte ve bu yazõnõn ya- yõmlandõğõ tarihte muhtemelen oylanmõş olacaktõr. İran ise nükleer programõnõ ay- nõ kararlõlõk ve hõzla sürdürmektedir. İran’õn nükleer niyetleri İsrail’i bir varoluş kaygõ- sõna sokmuştur. Öteden beri gündemde olan bir önleyici saldõrõ acaba bu ortamda daha yakõn bir ihtimal haline gelmiş midir? İsrail’in Gazze ablukasõnõn en ağõrlõklõ ne- deni de Hamas-İran ilişkisi ve İran’õn Gaz- ze’ye silah sağladõğõ iddiasõdõr. Aynõ şekilde Suriye’yle ilişkisi ve yakõnlõğõ, Lübnan’da Hizbullah’a olan desteği İran’õ İsrail’in gö- zünde bütün kötülüklerin kaynağõ haline ge- tirmektedir. Bütün bu mülahazalar üst üs- te konulduğunda, İran tehlikesi İsrail tara- fõndan daha da yakõn ve ciddi bir tehdit ola- rak algõlanmaktadõr. Saldırı olasılığı dışlanamaz Bu analiz ve varsayõmlar doğruysa, ya- kõn bir gelecekte İsrail’in İran’õn öncelik- le nükleer tesislerini hedef alan bir hava sal- dõrõsõ düzenleme ihtimali dõşlanmamalõdõr. Mevcut kõnama, baskõ ve tecrit ortamõnõ da bahane edip İsrail “bütün dünya bana kar- şı, kimse benim durumumu ve kaygıla- rımı anlamak istemiyor, ama ben ken- dimi korumak durumundayım; İran benim için en büyük tehlike, onun için bunu yapmak zorundayım” diyerek bir operasyona kalkõşabilir. Öte yandan, İran’õn savaş gemileri eşliğinde Gazze’ye yardõm göndermeye kalkõşmasõ ise süratle bir İsrail-İran çatõşmasõna yol açabilecek bir başka neden olma potansiyeline sahiptir. İsrail’in böyle bir yola başvurmasõ halinde ise bölge tam bir felakete sürüklenir ve Or- tadoğu onlarca yõl ne barõş, ne istikrar, ne de refah ve huzur görür. İran ve yandaşla- rõ böyle bir saldõrõyõ yanõtsõz bõrakmazlar ve İsrail’in korumaya çalõştõğõ varlõğõnõ yok et- mek için seferber olurlar. İnsanlõğõn bölgede, hatta ötesinde bir çatõşma ortamõna sürük- lenmesi kaçõnõlmaz olur. Türkiye bundan en fazla zarar görecek ülkelerden biridir. Barışa giden yollar açılmalı Bu itibarla, öncelikli hedefin, İsrail’in da- ha fazla tecridi ve yalnõzlõğa itilmesi değil, bölgede barõşa giden yollarõn bir an önce açõlmasõna çalõşõlmasõdõr. İlk adõm İsrail’in mutabakat ve işbirliğiyle BM Güvenlik Konseyi’nin denetiminde Gazze’ye deniz ablukasõnõn kaldõrõlmasõ olmalõdõr. Asõl he- defse İsrail-Filistin ihtilafõnõn çözümüdür. Aksi takdirde, bölge bugüne kadar tanõk ol- madõğõmõz ölçülerde gerginlik, şiddet ve ça- tõşmalara sahne olma tehlikesiyle karşõ karşõyadõr. Bu bağlamda bölge ülkeleri ola- rak ve savunduklarõ ortak değerler itibarõyla en büyük sorumluluk Türkiye ile İsrail’e düşmektedir. Gerekli başlangõç ise mevcut ortama ve olumsuzluklara rağmen Türkiye ile İsrail yeniden diyaloğa girmeleri ve iki ülke arasõnda güvenin tesisine yönelik adõmlar atõlmasõdõr. İsrailİranİçinmiHazõrlanõyor? Faruk LOĞOĞLU Emekli Washington Büyükelçisi Yakõn bir gelecekte İsrail’in İran’õn öncelikle nükleer tesislerini hedef alan bir hava saldõrõsõ düzenleme ihtimali dõşlanmamalõdõr. Mevcut kõnama, baskõ ve tecrit ortamõnõ da bahane edip İsrail “bütün dünya bana karşõ, kimse benim durumumu ve kaygõlarõmõ anlamak istemiyor, ama ben kendimi korumak durumundayõm; İran benim için en büyük tehlike, onun için bunu yapmak zorundayõm” diyerek bir operasyona kalkõşabilir. SAYFA CUMHURİYET 10 HAZİRAN 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER “Kemalist” sözcüğü Mustafa Kemal Anadolu’ya çıktıktan sonra Batı’da kullanılmaya başladı; “Atatürkçülük” çok daha sonra ortaya çıktı. 21’inci yüzyılın eşiğindeyiz; bu iki sözcük çevresindeki tartışma sıcaktır. Yalnız bizde mi?.. Tüm İslam coğrafyasında, özellikle Orta Asya Türk haritasında yaşayan toplumların önünde iki model var: Ya Atatürk’ün laik cumhuriyeti yeğlenecek ya da İslam cumhuriyeti modeli benimsenecek!.. Kavga Türkiye’de de sürüyor. Atatürkçülüğü ya da Kemalizmi “katı bir doktrin” gibi anlamak olanağı yok... Ancak Kemalizmin felsefesi saydam: Aydınlanma felsefesi!.. Uygarlık tarihinde 18’inci yüzyıl “Aydınlanma Çağı” diye anılır; bu çağı yok sayınca uygarlık tarihi anlaşılamaz. “Aydınlanma felsefesi” insan aklına ışık tutmadan önce her şey dinseldi.. Felsefenin kendisi bile... “Aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması” uygarlık tarihinde bir dönemeçtir; “Laiklik, demokrasi, insan hakları, uluslaşma, temel özgürlükler” bu dönemeçle birlikte Batı’da toplum yaşamını belirleyen kavramlar olarak ortaya çıkıyorlar. Kemalizm, ‘Aydınlanma Çağı’nın İslam coğrafyasında ilk kez Anadolu’da yaşanmasının adıdır. ‘Felsefe’den ‘ideoloji’ye yöneldiğimizde, önümüze “altı ok” çıkıyor. 1931’de “Halk Fırkası”nın 3’üncü Büyük Kongresi’nde parti programına giren “altı ok” bu alanda yol göstericidir: “Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, devrimcilik, laiklik...” Toplumbilimde “ulusal demokratik devrim” diye anılan süreç, Kemalizm adı altında Türkiye’de yaşandı... Ve yaşanıyor... ‘Padişahlık’ ve ‘Hilafet’ gibi ortaçağ kurumlarının yıkılarak laik cumhuriyetin kurulması tartışmasız “milli demokratik devrim”dir; İslam şeriatçılığı yerine çağdaş hukuk benimsendi, altı okun vurguladığı ilkeler bu dönüşümün programıdır. Mustafa Kemal Atatürk bir devrimi gerçekleştirdi; bunun bir karşıdevrimi olacaktı. Doğal olarak bu ikisi arasındaki hesaplaşma yaşanıyor. Atatürk’e yemini billah düşmanlığı din gibi benimseyenler diyorlar ki: “Kemalizm cumhuriyeti kurdu, ama demokrasiyi kurmadı.” 1923 Devrimi demokrasinin temelini attı. 27 Mayıs devrimiyle gerçekleşen 1961 Anayasası, demokrasi temelini açık seçik devlet düzenine dönüştürdü. Nasıl: “Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal, bir hukuk devletidir.” Kemalistler bu temel ilkeleri 27 Mayıs Devrimi’yle anayasaya yazdılar. Anayasaya cumhuriyeti de, laikliği de, demokrasiyi de, sosyal hukuk devletini de yazanlar Kemalistlerdir. Gerçek bu!.. Yaşadığımız tarih elle tutulurcasına somuttur; ama yaşadığımız tarih daha tarih olmadı. Kavga sürüyor. Atatürk’e karşı öfke ve kinlerini bu kavgada bileyenler, karşıdevrimi Türkiye’de sürekli bir yaşam biçimine dönüştürebilecekler mi?.. Soru ve sorun budur. (19 Haziran 1998 tarihli yazısı) S eçkin sanatçõ Müjdat Ge- zen yaşamõnda hiç şans bi- leti almamõştõr. O, bilete de- ğil, bileğe (emeğe) değer verir. Ne zaman, işi talihe bõrakmadan, alõnteriyle ulaşõlmõş bir başarõ görsem Sevgili Gezen’i anõmsa- rõm; “Biletten değil, bilekten” derim. Bu, öte yanõyla da önem- li bir kişilik göstergesidir. Kimi biletten alõr gücünü, kimi bilek- ten. Bizde, daha partisini kurmadan, başbakan olmadan ABD’ye ko- şanlarõ görmedik mi? Sõradan bir kişiyken Beyaz Saray’da ağõr- lananlarõ unuttuk mu? İktidardan uzaklaşma belirtileri başlayõnca, ABD yetkililerine, “Bu adamı deliğe süpürmeyin” yalvarmalarõ da aklõmõzda. Kılıçdaroğlu, Anadolu’nun bir köyünden çõkõp geliyor. Üs- telik olanaklarõ dar Doğu Ana- dolu’dan. Daha iki yõl öncesine değin Kemal Bey’i kaç kişi ta- nõrdõ? O, sõcak yaz aylarõnda ta- til yapmõyor, yolsuzluk dosyala- rõ üstüne çalõşõyordu. Ardõndan ortaya çõkõyor, yönetimin orta direklerini bir bir deviriyor, Tay- yip Bey’in en yakõn arkadaşlarõ- nõ koltuklarõndan ediyor, onulmaz yaralar aldõrõyordu. Halk, Kõlõç- daroğlu’nu izledikçe derinden “oh” çekiyordu. Kemal Bey’in gizi neydi? Biraz emek, biraz yürek. Bilete değil, bileğe önem veriyordu. Yalansõz, dolansõz, süsten, gösterişten uzak bir kişi- lik. Sermayesi doğruluk. “Adam gibi adam” derler ya, işte o. Halkõmõz onu çok sevdi. Hindis- tan’õn bağõmsõzlõk önderi Gandi adõyla anõlmasõ boşuna mõ? Uğur Mumcu, “Bazısı ABD’ye doğrudan gidiyor. Ki- misi ise Suudi Arabistan üze- rinden aktarmalı” derdi. Onlar, oraya gitsinler ağa babalarõnõn, Hoca Efendilerinin yanõna. Son biletleri olmalõ alacaklarõ. Kõlõç- daroğlu ise Anadolu’ya yöneliyor. Birileri bilete, biri bileğe ko- şuyor. Mustafa Kemal, kurtulu- şu Anadolu’da aramamõş mõydõ? Dünün biletçilerini, yani manda- cõlarõnõ elinin tersiyle itmemiş miydi? Anadolu, özgüveni yük- sek, halkõnõ gerçekten sevenlerin, Mustafa Kemal’i ve onun izinden gidenlerin yoludur. Kõlõçdaroğ- lu’nun gelişiyle neler mi değişti? Şimdiden insanlarõmõz daha umutlu, daha güler yüzlü, daha güvenli. Az şey midir? Nusret ERTÜRK Yazar Biletten Değil Bilekten...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle