15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
«Jjj aradan? ÜlkeJe bu anlamda bir şey Jeğiştiğini düşünüyor musunuz? - Hayır. Hiçbir şey değişmedi hatta tlaha da kötüye gitti. Ben hapisten çıkalı 26 yıl oldu. Sıkıyönetimde yargılanır- ken, askeri mahkemeden iadeli tahaah- hiitlü yazı gelirdi ve "şu şu gün tarihte, şu şu suçlardan yargılanacaksınız, mah- kemede hazır bulununuz" diye uyarır- lardı beni. Şimdi Silivri Esir Kampı'na alınan or- du komutanlarımızın, değerli bilim adamlarımızın, profesörlerimizin, politi- kacılarımızın, gazetecilerimizin hangisi- ne böyle bir uyarı yazılmış, gönderilmiş- tir. Örneğin Mehmet Haberal'ın içeri alındığı günden beri neyle suçlandığını Hilen var mı? 12 Eylül faşizminde bile yoktu böylesi bir sivil saçmalık. - Siz pes etmediniz ne o zaman ne bu zaman. "Düşünce durdurulamaz, tıpkı yaşanan baharı kimsenin durduramaya- cağtgibi" diyeyazıyorsunuz. Bu tür öy- külerinizde en baskm, okura en fazla geçen duygu da bu bence. Her şeye rağ- rnen yaşamak, ayakta kalmak, direnmek değil mi? - Az önce söylediğim gibi bir roman eleştiri yazısında "Kürt" sözcüğü geçtiği için yargılanıp hapis yattım. Bir de son yıllarda ve günümüzde olup bitenlere bakıyorum da, ne diyeceğimi bilemiyo- rum. Herkes yeminli birer Kürt faşistine dönüşmüş, ağızlarda amacını yitirmiş bir "özgürlük" lafı, eşitlikten kimse söz etmiyor. Devlete kafa tutanlar, başkaldı- rı denemeleri, yakmalar, yıkmalar de- vam ediyor. Tiirk olmak suç sayılıyor. Kürt işkence görür, hapise atılırsa dün- ya ayağa kalkıyor. Türk hapis yatar, iş- kence görürse kimse sesini çıkarmıyor. ()tuz bin Kürt'ü, Türk'ü, kadını, erkeği, askeri, çocuğu öldürten Apo değerli şimdi. Cezaevi beğendiremiyorlar bey efendiye. Habur smır kapısında terörist- leri saygıyla karşılıyorlar. Ömründe îs- tanbuî'dan dışına çıkmamış, Doğu dağ- larında ayakta duramayacak haldeki bir- takım yalakalar milletvekili oldu. Apo' nun müzesini ziyaret ediyorlar. AKP- Fethullah ortaklığının ülkeyi getirdiği noktaya bakın siz. Atatürk'e, devlete, orduya küfür eden alkışlanıyor, kazanı- yor. Hain pusularla askerlerimizi şehit edenler, ordumuzun başına çuval geçi- renler, kozmik aramalan, sömürge tclevizyonlarında gece gündüz konuşan, emperyalizmin yeminli maşalan, akade- mik unvanlı, CIA bağlantılı, hayatları- nın önü arkası nice hile ve kıvnmlarla dolu insanlar. Onların gözleri duyguya, insana açık olamaz, Shakespeare'in 'Ce- bimdeki Orospu Tannparaya' tapanlar. Çürümüşler, yabancılaşmışlar. 12 Eylül oncesinde ikinci cumhuriyetçilerin çoğu Atatürk'ün, Marks'ın, Lenin'in, Mao'nun posterleri önünde arkasında yürüyüş yapardı, şimdi aynı kadro Orta- çağ kalıntıkrı olan Şeyh Sait'lerin, Sey- yit Rıza'ların, Said-i Nursi'lerin ve Fet- hullah'ın posterlenin önünde yürüyor, büyük bir utanmazlıkla onları ve mürit- lerini 'Sivil Toplum Kuruluşu' olarak selamlıyor. Yüzsüzler, yüzleri olsaydı utanırlardı. "CÖZLERİMİZİ DE ALDILAR" - "12 Eylül faşizminin smıfsal niteliği- ne de bir eleştiri bu öyküler" sözünü açar mısınız? - Bir benzetme yapayım, 12 Eylül E-5 yolunda tıkanan burjuva arabalannın trafiğini açmak için, işveren ve patronlar için yapıldı. 13 Eylül sabahı ilk kutlama, ABD'deki ağabeylerinden geldi "Bizim çocuklar başardı" diye. Başka deyişle 24 ()cak Kararlan'nın önünü açmak için yapıldı. Özelleştirilme martavallanyla fabrikaların, limanlann, ormanların, bankalann, madenlerin ve nehirlerin sa- tılışı için. Günümüzde bakkalların orta- dan kaldırılmasına kadar gelip dayandı- lar. - Genel olarak hapishane ve mahkûm kimdir, hapislik duygusu nasıldır sizce? - Ingeborg Bachmann'ın bir sözü var. "însanın gerçek ölümü hastalıklardan değil, insanın insana yaptığından" diye. Hapislik, klasik anlamda, devletin çocu- ğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tı- marhaneyle, suçluyu da hapishaneyle eğitme çabası. Her şeyi numaralayıp de- netim altına alırlar. Onvel'in 1984 adh kurgusal romamnda anlattığı gibi her şeyi gözetir, dinlerler. Hapishaneler, mahkûmların ıslah edildiği değil insanın paramparça edildiği yer. Insan kendi içine kapanır, büzülür, iç hamurundan kinler, öfkeler yaratır. Hapishane dışarı- daki büyük haksızlıkların içerdeki izdü- şümü. Hapishanede mahkûmun sahip olduğu tek şey, zaman ve beklemek. Bir de, insan soyuna yapılan en büyük kötü- lük, ona işkence etmek değil, onu işsiz, uğraşsız bırakmak. Engels " tnsanı insan yapan iştir" diyordu. Hapishanelerimiz 80 bin mahkûma göre yapıldı. Oysa bu- gün mahkûm sayısı 120 bini geçti. Ülke- mizde altı yedi milyon işsiz var. Evine ekmek götüremeyen Türk ve Kürt öz- gür olabilir mi? Doğu Anadolu'da 175'ten fazla toprak ağası var. Toprak reformundan söz edilmeyen yerde, top- raksız köylü 'özgür' olabilir mi? 1960'larda Sermet Çağan'm "Ayak Ba- cak Fabrikası" adlı ünlü oyununda ak- lımdan çıkmayan bir söz: "însan bir kez aç kalmaya görsün, inançlarmı bile yer." Onca işsiz, aç insana, tırlar dolusu tes- pih ve muska dağıtsanız, birkaç kilo ma- karna, pirinç verseniz, Başkentin göbe- ğinde Tekel işçilerini açlık grevine, ölü- me zorlayanlar kesinlikle gidecektir. - Hapisteyken ve hapisten sonra, o zor koşullartn izi üzerinizde kaldı mı? - Benim yattığım hapishanelerde dış kapıdan koğuş kapısına kadar yedi tane ağır demir kapı vardı. Akşam sayımın- dan sonra demir kapılann güm güm ör- tülmesi, demir sürgülerin çekilmesi, ru- humda derin izler bıraktı. Hapse girme- den önce gözlerim pilot gözü gibiydi. Koğuşta gece gündüz kerhane ışığı gibi kırk mumluk bir ampul yanardı ve ben okumadan duramazdım. Hapisten çıktı- ğım zaman gözlerim ileri derecede mi- yoptu. Gözlük takmam bu yüzden. Bir de, hep duvarlann dibinde kalacağım, dışan asla çıkamayacağım gibi psikolo- jik bir travma geçirdim ve Yalova Has- tanesi'nde ruhsal tedavi gördüm. - Kuşkusuz okura ağırgelen, yoran, sinirlerini bozan, vicdanmı paramparça eden öyküler bunlar. Gerçek olması da cabası. Ama duyarh okur itmedi öyküle- rinizi, okudu, bile bilegirdi o dünyanm içine. Tepkiler nasüdı, neler dediler? - Sayın Talat Halman, ABD'de "Yal- nızca Türk edebiyatının değil, dünya hapishane edebiyatının da en parlak ör- neği" diye yazdı. Kitap, sıkıyönetim korkusuyla, zamanmda yayımlanamadı. 1988'de ancak doğabildi ve Yalçın Pek- şen inanılmaz güzellikte bir yazı yazdı. Kitap altı baskı yaptı, pek çok dergide övücü yazılar çıktı. Anadolu köylülerin- den mektuplar geldi. Bir köylünün şu cümlesini unutamam. "Size işkence eden polisin adresini verin ona yılan ka- buğu göndereyim." Yılan kabuğu gön- dermek senin ashn-öten bu demek. • [email protected] SAKİN CENNET FORDCOUNTY Gerilim dolu altı farklı öykü... Acı. tatlı. düşündürücü, gülümsetici yönleriyle kuçıık kasaba yaşamının anlamlı ayrıntılarına tanık oluyoruz bu oykulerde. Elbette getilim unsurııyla oıulnuış olarak... JO/-/N AM iN CENNET Kollan Bağh Doğan/ Osman Şahin/ Can Yaymlan/168 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1 0 4 7 SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle