18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Keremişıkla AslındaCennetdeYok'adair "Modem insan şaşırma yetisini de yitirdi" Kerem işık yayımlanan ilk öykü kitabı, Aslında Cennet de Yok'ıle okurun karşısında. Kısa öykü- lerden oluşan öykülerinde işık, olaydan ziyade insana odaklanı- yor. Genelde anlatıcı aracılığıyla karşısındaki insanın karakter çö- zümlemesini yapıyor. Kendi ifa- desiyle de yaşayan ve yazan in- sanın absürd anlarının peşine dü- şüyor. izmir'den yazan Kerem işık'la yazı serüveni ve öykü- leri üzerine söyleştik. D Erdem ÖZTOP I A slında Cennet de f \ Yok ilk kitabınız. mm ğ \ Öncelikle yazı serü- ./. ^.veninize gide- lim. ..Hikâyeyle ne zaman ve nasıl buluştun? Annem de ablam da Ingiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Çocuklu- ğumda ve yeniyetmeliğimde dört bir yanım kitapla çevriliydi yani. Ingi- lizcem yeterli düzeye eriştiği andan iti- baren Shakespeare, Faulkner, Chaucer gibi yazarları orijinallerinden okuma şansım oldu. Faulkner'ın, kendisine çok yakıştırdığım bir sözü vardır: "Ben okumam, yazarım!"; bu, kendisi için geçerli midir bilemem fakat onca oku- manın ardından yazma girişimlerinin gelmesi kendi adıma çok doğal bir sü- reçti. Hatta ilk yazı girişimlerim Ingiliz- ceydi! Fakat bahsettiğim bu ilk girişim- lerden bugüne dek hikâyenin dışında başka bir türde yazmayı denemedim. Zihnimde zaman zaman daha oylumlu bir anlatım gerektiren bazı fikirler be- lirdiyse de önünde sonunda hikâyeler hep daha baskın çıktı. ASIL DERDİM İNSAN' - Yeni kuşak yazarlarmdansınız. Bak- tığımızda, kuşaktaşlarmızdan öykü ya- zan çok az. Roman revaçta son on yıî- dır! Siz neden öyküyle girdiniz edebi- yat dünyasına? Mcselerinizden bahse- din istiyorum... - ilk gençliğimde düş dünyasıyla faz- laca haşır neşirdim. Kendime yepyeni, var olanla uzak yakın ilgisi olmayan bir dünya kurup ona dair bir şeyler yazma- ya heves ediyordum. Bunu takip eden, düşüncelerimin yatağını bulmaya başla- dığı dönemde G.E. Moore'un önce sağ elini sonra sol elini kaldırıp dış dünya- nın gerçekten var olduğunu ispatladığı o meşhur makalesiyle karşılaştığımı SAYFA 16 anınısıyorum. Ardın- dan hem okuma hem de yazma anlamında epey farklı bir yöne saptım. Daha doğru- su uzunca bir dönem hemen hiçbir şey yaz(a)madım. Iyice obur bir okur olmuş- tum. Sonrasında yazı gelip beni yeniden bulduğunda, mese- lemin artık düş dünyamın sonsuzluğu- na sığınmak değil, gerçek anlamda dü- şünüldüğünde son derece absürd oldu- ğuna kanaat getirilebilecek varlığını sürdürmeye çabalayan insanın yaşadığı, yaşamak zorunda olduğu, yine birbirin- den absürd anların peşine düşmek ol- duğunun farkına vardrm. Bu da bera- berinde öyküleri getirdi. Çok açık söy- lemek gerekirse neyin revaçta olduğu ya da olacağı beni hiç ilgilendirmedi, asla da ilgilendirmeyecek. Eğer günün birinde peşine düştüğüm düşünceler öykülerle ifade edilemeyecek bir hal alırsa o zaman kendimi bir roman ya- zarken de bulabilirim. - Öykü yazıyorsunuz... Hangi ustalar sizin öykü yazarlığınızda, öykü yazma pratiği oluşturmada etkili oldu? - Bu benim gibi obur bir okur için epey zor bir soru. Fakat ilk aklıma ge- lenler şöyle: Murat Yalçın, Behçet Çe- lik, Oğuz Atay, Mehmet Günsür, Tom- ris Uyar, Demir Özlü, Ayfer Tunç. Ya- bancılardan: Samuel Beckett, Julio Cortazar, Witold Gombrowicz. - Kısa öyküler yazıyorsunuz... - Bu toplamdaki öykülerin bir kısmı- nı yazdığım dönemdeki meselelerim- den biri de, sonradan anımsandığında insana yoğun duygular hissettiren fakat yaşandığı an sanki hiç olmamış gibi ge- lip geçen anlara deyim yerindeyse ka- mera tutup gördüklerimi kâğıda dök- mekti. Kısa öyküler de bu şekilde çıktı ortaya. - Kitabın kapağında pastel çizimli bir palyaço var. Öykülerle bunun bağlantı- sını nasıl oluştururuz? - O harika fikir ve çizim için editö- rüm Fahri Güllüoğlu'na teşekkür et- mek istiyorum. Bu toplamda, az önce bahsettiğim gibi son dönemde asıl me- selem olan yaşananlardaki absürdün peşine düştüğüm, ses tonu ironik sayı- labilecek öykülerin yanı sıra, yüzü geç- mişe, geçmişe duyulan özleme, yarım yamalak hayallerc dönük olarak nite- lendirilebilecek öyküler dc var. Kapak- taki ağlıyor mu gülüyor mu, öfkeli mi umarsız mı belli olmayan palyaço da bence bunun çok güzel bir ifadesi ol- du. - Öykülerinizde olaydan ziyade ka- rakter üzerine eğiliyorsunuz... Neden? - Çünkü asıl derdim insan. Özellikle de modem insanın içinde bulunduğu trajikomik varoluş hali. Kitaba adını veren öyküde şöyle bir cümle var: " Ya- şam, ölümde bile şaşırtamıyor bizi ar- tık. " Bana kalırsa modem insan birçok diğer duygunun yanı sıra şaşırma yetisi- ni de yitirdi. Neredeyse her çarpıcı an, sosyal paylaşım sitelerine eklenerek kaç kişinin "beğenip" hakkında kaç kişinin yorum yazacağının merakla beklendiği videolara döndü. Ben hep içimizdc, ha- yatla varoluşsal anlamda kavgaya tutuş- maya hazır yabanıl bir hayvan taşıdığı- mıza inandım. Oysa bu yabanıl hayvan da tekerlek çeviren bir hamstera döneli çok oldu ve içine düştüğu bu zavallı halden hiç de hoşnut değil. Işte artık tek derdi ona verilen sosyal kimlik ve sorumlulukları mezara girene dek hak- kıyla taşımak olan modem insanın ku- lağına arada sırada da olsa fısıldayan bu yabanıl hayvan kimliklerimizde, be- yinlerimizde, duygu ve düşüncelerimiz- de geri dönüşü olmayan kırıklara ne- den olabiliyor. Karakterlerin peşine •düşmemin nedeni de, bu kırdmaların kaçınılmaz sonucu olan ve neredeyse hastalıklı olarak nitelendirilebilecek ruh hallerinin benim için çok verimli bir malzeme oluşu. HAYATTAN ANLAM ÇIKARMA ÇABASI DEVAM ETMELİ' - Aslında Cennet de Yok derken pe- ki, büyük umutlar peşinde olmadan, olağan yaşantının keyfini çıkarmaya okuru davet ediş var, yanıhyor mu- yum? - Yanılmıyorsunuz; fakat buna "ola- ğan yaşantının keyfini çıkarmak" değil de "olağan yaşantıya kendini bırakmak zorunda olmak" diyelim. Bir de tabii hemen her konuda fanatiklik düzeyine varabilecek kadar hararetle savunabile- ceğimiz düşüncelerin peşinden koşar- ken aslında neyin ne kadar gerçek ol- duğuna dair en ufak bir fikrimiz dahi olmadığını da vurguluyor. - Hayattan anlam çıkarma üzerine gi- der karakterleriniz kimileyin... - Bcckett'ın Adlandırılamayan adlı romanı sonuna kadar umutsuz bir ha- vada ilerler. Romanın son cümlesi ise "Devam edemem, devam edeceğim"dir. Yani klişe gibi gelse de her ne olursa olsun daima umut vardır. Bir şekilde devam edilmelidir. "Bu Bir Oyun Bir Oyun mu Bu" başhklı öykü- dc kahramanımız birkaç kez "Büst" ke- limesini tekrarlar. Bu, yazmakta oldu- ğum yeni öykülerde daha da geliştir- mck istediğim bir düşünccnin bu kita- ba olan yansıması: Gündelik hayatın içinden çckip çıkarılan oldukça soyut anlar bir şekilde kendi başlarına "ışıl- darken" cımbızla ayıklanan somut ol- gular tek başlarına anlamsız bir hal ala- biliyor. Bizi çevrelcycn büst, masa, san- dalye gibi şeyler ne kadar gerçek, ya da Moore'un sağ ve sol eli dış dünyanın gerçekten var olduğunu ispatlamaya yeterli mi? Yinc de bana göre devam edilmesi gereken şey, anlamsızlığına ka- naat getirsek de hayattan bir anlam çı- karmaya çabalamaktır. SİLİK BİR FIRÇA DARBESİ - Ama ncticede silik bircr hrça dar- besinden farksız olur yaşantımız der- ken bir hikâyede anîatıcımız? - Farklı dönemlerdc yazılmış öyküleri bir araya getiren bu toplam, kapağın- daki ifadesi bclirsiz palyaçonun da im- lediği üzere, geçmişe takılıp kalmakla içinde bulunan andan bir anlam çıkar- maya çabalamak gibi bir ikiliği de için- de barmdırıyor. Yani silik bir fırça dar- besine dönüşmenin kaçınılmazhğmı bi- le bile olur olmaz şeylerde anlam ara- maya çabalamak. Işte tam da bu nokta- da, özellikle son dönem öykülerimde işin içine ironi karışıyor. Ne de olsa Thomas Bernhard'ın yazdığı gibi: "Ölüm düşünülecek olursa her şey gü- lünç." - Öykülerinizde bazen de dclilik mer- tebesine vardınr işi karakterleriniz. De- lilik derken de olağan yaşantıda küçük ama bir o kadar da anlamh çdgmlıkla- rı... Nedersiniz? - Kesinlikle doğru bir tespit. Günde- lik hayatı iğdiş eden karakterler aslında farkında olmadan bir yandan da kendi- lerine yeni bir gerçeklik inşa ediyor. Detaylarm, olur olmaz düşüncelerin, anlamsız içseslerin onları bir an olsun rahat bırakmadığı bir gerçeklik bu. Her şeyi bunca ayrıntısına varmcaya değin düşünen, tahlil eden bu karakter- ler işi delilik boyutuna vardırabiliyor. - Peki, İzmir'den yazıyor olmak nasıl etkiliyor yazarhğınızı ve anlatımımzı? - Mekânla doğrudan doğruya bir ba- ğı olan öyküler yazmıyorum. Bu neden- le Izmir'de olmamın yalnızca benim gündelik yaşantıma olan etkisinden bahsedebüirim. Izmir gitgide daha da korkutucu bir hal alan "hız" çağında yavaşlığını bir nebze olsun koruyabil- miş bir büyük şehir. Kalabalığın hiçbir türünden hoşlanmıyorum, îzmir bana kendim ve yazı anlayışımın yöneldiği, gitgide daha da derinleştirmek istedi- ğim düşüncelerimle baş başa kalabil- mem için fırsatlar sunabiliyor. Tek olumsuz yanı -özellikle Istanbul'la kı- yaslandığında- katılmak isteyebileceğim kültürel faaliyetlerin az oluşu. Fakat bu sayede çalışma anlamında yapmam ge- reken okumalar için vakit ayırabiliyo- rum. • Aslında Cennet de Yok/ Kerem Işık/ Yapı Kredi Yayınları/ 88 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 0 4 2
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle