25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 MAYIS 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Geçen gün Meclis’te AKP’nin genç sözcülerinden biri, Kamer Genç için “adam gibi bir adam olsaydı...” gibi bir söz kullandı... Şimdi, AKP’li adam gibi adamlar ya da adam gibi adam olmayanlar, gidip oy atacak bir kez daha, Tayyip’lerin uyduruk anayasa taslağına destek verecekler... Ne gibi “adam” olduklarını kanıtlayacaklar... Uykulu uykulu!.. Kimi horlaya horlaya, kimi esneye esneye, kimi koltuğunda yan yata yata!.. Böylelikle yeni anayasamıza kavuşacağız... Kaç gün, kaç ay, kaç yıl sürecek? Bir gün yine kalkışacağız yeni bir anayasa yapmaya!.. Bu kaçıncısı? Eloğlu bir anayasa yapar, yıllar yılı sürer. Hatta anayasası da yoktur. Gereksizdir de ondan! İnsanları insandır, adamları da adam! Hele politikacıları gerçek devlet adamı, ulusalcı, halkçı, özgürlükçü... Benim tanıdığım bir politika adamı var, hem de gerçekten adam gibi adam! Kamer Genç... Daha 1980’deki Danışma Meclisi’nde kanıtladı adamlığını. Evren Paşa ve arkadaşlarının hazırladığı yasaların hepsine olumsuz oy vermesiyle... 82 Anayasası’na, Dil ve Tarih Kurumlarının ortadan kaldırılmasına karşı çıkmasıyla, demokrasiye aykırı ne gibi işlemler, uygulamalar varsa hepsine ret oyu vermesiyle... Uzun mu uzun milletvekilliği yaşamında hep doğrudan, iyiden, yararlıdan, emekten, halktan, insanlıktan yana oy kullandı. Ama anlayana... Onu, “adam gibi adam” saymayan o AKP yetiştirmesi genç çığırtkana kadar... Üstüne yürüdüler. Dövmeye kalktılar. Belki de yeniden yaşanır böyle korkutucu olaylar. Belki Kamer de, ailesi de kim bilir hangi işbirlikçilerin tehdidi altında yaşamaktalar! Başlarına bir şey gelirse, iyi bilelim suçlusunun kimler olacağını... Uzun bir yaşam dilerim dostum Kamer’e... Türk demokrasisinin, Atatürk cumhuriyetinin bir numaralı koruyucusu ve kollayıcısıdır da ondan... Bir “Cumhuriyet” var, bir de Ata’nın, yurdu, ulusu emanet ettiği gençlik... Öyle bir gençlik varsa, yaşıyorsa! Bir gün gençliğini gösterecekse, o gücü kendi soylu damarlarında bulacaksa, bulabilecekse... EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bir Adam Gibi Adam... PENCERE İnsanın Bedeniyle Hesaplaşması... İnsanın kendi bedeniyle alışverişi ya da vücuduyla hesaplaşması tarih boyunca sürdü... Ve sürüyor. Hazreti Adem’le Havva anamızın giysileri, birer küçük incir yaprağı mıydı?.. Peki, nasıl oldu da insan kendi bedeninden utanmaya başladı?.. Mağara insanı, hayvan postlarına üşüdüğü için sarınmıştı. Eskiçağ uygarlıklarında ‘çıplak’ utancın değil, estetiğin kaynağıydı. Afrodit ya da Diskobol’un ahlak ya da ahlaksızlıkla ne ilişkisi var?.. Kimsenin aklına kendi bedeninde günahı aramak gelmiyor, estetik kaygısı ağır basıyordu. Tek tanrılı dinler ortaya çıkıncaya değin, insanla bedeni arasında hesaplaşma yok gibiydi. Hıristiyanlıkta günah yaşamın temeli sayıldı; günahtan arınmaya çalışmalıydı insan... Her şey günahtı... Günahtan kurtulmak için, insan, dünyadan soyutlanmalı, tövbe istiğfarla gece gündüz Tanrı’sına layık olmaya çabalamalıydı. Doğanın kişiye sunduğu tensel zevklerin karşılığı cehennemde yakılmaktı. Kadın tepeden tırnağa günahtı; kalçaları, memeleri, dudakları ve göbeğinin altındaki çukuruyla erkeği baştan çıkarıp tenselliğine çeken dişi, ifriti bedeninde taşıyan cadıydı. Örtünmeliydi kadın, kapanmalıydı... Ya erkek?.. Hazreti İsa çarmıha neden gerilmişti? Tüm insanlığın günahlarını üstlenmek için değil mi!.. “Tanrının oğlu” çarmıhta hep giyimli resmediliyordu. “Tunik” bir eski çağ giysisi... Bedeni saran bu uzun kumaş parçasıyla Hazreti İsa’nın bedeni bütün resimlerde örtülürdü. Ancak eski Ege ve Roma uygarlıkları Avrupa’yı etkisine aldıktan sonra Rönesans başlayınca, sanatçılar insan vücudunu yeniden keşfetmeye yöneldiler. Michelangelo, çarmıhtaki İsa’yı olabildiğince soyup peygamberin bedenini çıplak resmetti. Kıyamet koptu. Ne var ki Reform ve Rönesans, kiliseyi de silkeliyor; ortaçağın tesettürüne karşı sanatsal çıplaklığın estetiği başkaldırıyordu. Sözü geçen kişiler çıplaklığı ikiye ayırdılar; müstehceniyle estetiği arasındaki anlamın tartışması, uzun süre toplumları oyaladı; yüzyıllar geçtikten sonra, insan, kendi vücuduyla hesaplaşmasında bedeniyle barışıyordu. İslamda çıplaklık hiçbir zaman kabul görmedi; tesettürün egemenliğini şeriatın koyu kurallarından biri olarak benimseyen Müslüman toplumlarda bugün de kadın çuvala sokuluyor; güneş yüzü göremiyor. Batı’nın ortaçağdan sıyrılırken yaşadığı süreç, Müslümanlıkta güncelliktir. Ya Anadolu’da neler oluyor? Çıplaklığa Osmanlı’yla şal örten Anadolu’da, Aydınlanma felsefesi uç verince, kadın yüzünü açmıştı. Namık İsmail’in ‘nü’leri, insan bedeniyle sanatın buluşmasında “Cumhuriyet Devrimi”nin bir aşamasıdır. Ama o ne? Günümüzde bağnazlık, tesettürü politika savaşımının itici gücü gibi ele alıyor. Şeriatçı, insan bedenine düşmanlığın önderidir. Tıp fakültesine girmek isteyen başörtülü genç kız, saçının telini vesikalık resim çekecek fotoğrafçıya göstermemek için direniyor; oysa doktor olmak için erkek bedeninin cinsel organlarıyla haşır neşir olması gerekmiyor mu?.. Uygarlık, insanın bedeniyle barışıp vücudunu günah saymaktan kurtulmasıyla anlamdaş!.. Oysa biz insanın saçında, göğsünde, kolunda, bacağında günah arayanların toplumuna dönüşüyoruz. (24 Eylül 1996 tarihli yazısı) 68 ’liler Birliği Vakfõ’na başkan olduğum ilk gün- lerin birinde, geçmişte Türkiye İşçi Partisi (TİP) saflarõnda birlikte olduğumuz bir yol- daşõmõn, “Seni daha çok TİP köken- li olarak tanırız, 68’lilerle ne gibi bir bağlantın olabilir? Hem 68 diye bir şey mi kaldı?” biçimindeki sorusunun hedefi olmuştum... Ben de kendisine, “Biz 68’i bir sivil toplum örgütlenmesi olan vakıf örneğiyle yaşatmaya çalı- şıyoruz. Ya siz, 68’in partisini kur- dunuz. İçinde TİP’lilerin, TKP’lilerin, Kurtuluş, Emek, Dev-Yol gibi siyasal grupların yer aldığı Özgürlük ve Da- yanışma Partisi (ÖDP) 68’in parti- leşmiş bir örneği değil de nedir? Ay- rıca iyi ve yerinde bir oluşumdu” bi- çiminde bir yanõtla karşõlõk verdim. Ve devamla, “siz bu siyasal geleneği gi- derek karikatürize ederken biz bu si- yasal kalıtı hem de aslına uygun bir biçimde yaşatmaya, onun savaşım ve birikimini bugüne taşımaya çalı- şıyoruz. Bizleri haklı kılan nedenle- rin başında ise bugün yaşanan siya- sal ve toplumsal durumun 60’lı yıllara göre daha geri ve ürkütücü olduğu gerçeğidir.” Emperyalizme bağımlı Gerçekten de Türkiye bugün emper- yalizme düne göre çok daha bağõmlõ, vahşi kapitalizmin sömürü ve talanõna çok daha açõk, işsizlik ve yoksulluk da- yanõlmaz boyutlara ulaşmõş, iç ve dõş borç yükü Cumhuriyet tarihinde görül- memiş düzeye ulaşmõştõr. Dolayõsõyla 68’i ortaya çõkaran siyasal ve toplum- sal ortam düne göre daha bir yoğun- luktadõr. Özetlemek gerekirse, 68’lilik asõl şimdi diyesi geliyor insanõn!.. Tarihin derinliklerinde aranmalı Bugünden kalkarak geriye baktõğõm- da 60’lõ yõllarda TİP’le daha bir yõğõn- sallõk kazanmõş sosyalist savaşõmõn de- ğişen koşullara ve oluşan yeni ortamlara göre strateji ve taktiklerinde ayrõşmalar olduğu gerçeğini bugün son derece do- ğal karşõlamaktayõm. Bunun en somut örneği 68’in devrimci öğrenci gençlik devinmelerinde yaşanmõştõr. Doğal olmayan yaşanmõş siyasal ve toplumsal olaylarõ ya yok saymak ya da yadsõmak gibi bir yanlõşlõğa düşmektir. Sõnõf savaşõmõnda hiçbir toplumsal ya da siyasal olgu bir anda oluşmamõştõr. Her durumda bunlarõn kökleri tarihin de- rinliklerinde aranmalõdõr. Örneğin askeri savcõnõn öğrenci olay- larõnõ l968 olarak başlatmak istemesine Deniz Gezmiş’in sorgulamada verdiği yanõt yukarõdaki belirlemeyi doğrular niteliktedir: “Sultan Hamit’in tıbbiye talebelerini Sarayburnu’ndan deni- ze attığı tarihten itibaren öğrenci ha- reketleri Türkiye’de devam edegel- miştir.” Yine bu bağlamda hiçbir olgu bunu yaratan koşullar ortadan kalksa bi- le bir anda sönümlenip yok olmamõş- tõr. Yön ve biçim değiştirerek de olsa onu ileriye taşõyan güçlü bağlar ola- caktõr. Çünkü bu sõnõflõ toplumun do- ğasõ gereği böyledir. Bundan 38 yõl önce, 6 Mayõs l972 yõ- lõnda, kurduklarõ Türkiye Halk Kurtu- luş Ordusu (THKO) adlõ örgütle baş- lattõklarõ sõcak savaşõm nedeniyle yar- gõlanõp idam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan da bir- çok diğer devrimci öğrenci önderleri gi- bi siyasal yaşamlarõnõn başlarõnda TİP içinde yer almõşlardõ. Onlarõ bu süreç- ten koparõp götüren, yasal yollardan ve- rilecek bir pasif savaşla emperyalizmin alt edilemeyeceğine olan inançlarõydõ. Tõpkõ Kurtuluş Savaşõ’nda olduğu gi- bi, ancak bir ikinci kurtuluş savaşõyla emperyalizm Türkiye’den sökülüp atõ- labilirdi... Bu bir stratejik saptamaydõ ve buna o denli inanmõşlardõ ki, gerek Deniz Gez- miş, gerek Hüseyin İnan, gerekse Yu- suf Aslan sorgulamalarõnda ve Sõkõyö- netim Mahkemesi’nde yaptõklarõ ortak savunmada bu görüşlerini sõk sõk dile ge- tirdiler. Savunmanõn daha başlangõç bölü- münde adeta haykõrõrcasõna: “Artık Amerikan emperyalizmini dolarlar, yalanlar, atom bombaları kurtara- maz. Emrinde uşak olarak kullandı- ğı gericilerle tarih sahnesinden silin- meye mahkûmdur. Çünkü dünyada bağımsızlık savaşlarını durduracak ve ulusları ezebilecek hiçbir silah yoktur. Çağımıza damgasını vuran en güçlü silah bağımsızlık ve kurtuluş savaş- larıdır.” Timsah gözyaşları Amerikan emperyalizminin Ortado- ğu’da eşbaşkanlõğõna soyunan bir Baş- bakan’õn TBMM’deki parlamenterleri, anayasa değişikliğine ilişkin yaptõklarõ şiirli söylevlerde Deniz’lerin yukarõda- ki haykõrõşlarõnõ sanki hiç duymamõşlar gibi, aynõ inanç yolunda yaşamlarõnõ yi- tirmiş devrimci gençlere hiç sõkõlmadan timsah gözyaşlarõ döküyorlar. Bugün demokrasi adõna tüm evrensel hukuk kurallarõ iğdiş edilerek bir ana- Gezmiş, İnan, Aslan ve Tarihin Öğrettikleri... Sönmez TARGAN Bugünkü Meclis’tekiler davranõşlarõnda içtenlikliyseler, ağlayarak, şiirler okuyarak şov yapmayõ bõraksõnlar, işlenen bu hukuk cinayetinin tarih ve toplum önünde hesabõnõ vererek düzeltme yoluna gitsinler. Bunu yaparken de adeta Türkiye üzerine yazõlmõş bir tez niteliğindeki Deniz’lerin mahkemede yaptõklarõ oylumlu savunmalarõnõ titizlikle okusunlar. Bunun kendileri için de son derece yararlõ olacağõnõ sanõyorum... yasa değişikliği kome- disi oynanõyor. Deniz- leri idam sehpasõna gö- türen yasal gerekçede de anayasayõ tağyir, teb- dil, ilga etme suçundan yola çõkõlarak bunun karşõlõğõ olan Türk Ce- za Kanunu’nun 146/1 maddesine dayanõlarak ölüm cezasõ verilmişti... Oysa gerçek hiç de böyle değildi. Hüseyin İnan bunun büyük bir yalan olduğunu sorgu- sunda verdiği yanõtta açõkça dile getirmişti: “Elli yıldır partiler ve iktidarlar yaptıkları- nın hesabını halka vermekten korkarken bizler bir örgüt olarak yaptıklarımızın hesa- bını dürüstçe verdik ve yaşadığımız sürece vermeye devam ede- ceğiz. Anayasaya say- gı yürüyüşlerinde ye- diğimiz sopaların iz- lerini hâlâ vücudu- muzda taşırken ana- yasayı ortadan kal- dırmakla itham edili- yoruz. Bu mahkeme- nin sonucu adli bir skandal olabilir.” Sonuç bu saptamayõ da aşan bir hukuk cina- yetiyle noktalandõ. Ül- kesini, halkõnõ sevmenin ve emperyalizme karşõ direnmenin dõşõnda asõl- malarõnõ gerektirecek hiçbir suçu olmayan bu üç dev insanõ sehpaya götürecek karara imza atan askeri mahkemeyi bir yana bõrakõyorum ve bu kararõn oluşma- sõnda güdülerek kalem kõranlara birer zavallõ olarak bakõyorum. “Ama bu kararı onay- layarak suç ortaklığı yapan o günün Mecli- si’ni ne yapalım?201” demekten de kendimi alamõyorum... Bugükü Meclis’teki- ler davranõşlarõnda iç- tenlikliyseler, ağlaya- rak, şiirler okuyarak şov yapmayõ bõraksõnlar, iş- lenen bu hukuk cinaye- tinin tarih ve toplum önünde hesabõnõ vere- rek düzeltme yoluna gitsinler. Bunu yaparken de adeta Türkiye üzerine yazõlmõş bir tez niteli- ğindeki Deniz’lerin mahkemede yaptõklarõ oylumlu savunmalarõ- nõ titizlikle okusunlar. Bunun kendileri için de son derece yararlõ ola- cağõnõ sanõyorum...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear