25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nuri Demirci’den şiirler Şifasız Otlar Kitabı Şurası bir gerçek, doğa dediğimiz şey, yaşamın ta kendisi! Onun dilinde sözünü ettiği şeyler hep bitkiler, hayvanlar ve insanlar. Bu üç maddesel varlık, yaşamını sağlıklı biçimde sürdürebilmesi için başları darda olduğu anlarda hep doğaya koşar ve çözüm yollarını onda arar. Bursalı şair Nuri Demirci de bu olguyu iyi yakalamış olacak ki, yeni şiirlerinin toplamına Şifasız Otlar Kitabı adını koymuş. Ë Mehmet Sadık KIRIMLI itabı açar açmaz daha ilk şiirinin ilk dizelerinde bu olguyu yakalıyorsunuz: “Meyve suyunun üstüne basan votka/ sandalyesine ters oturan besteler yaptırır/ emekli coğrafyacılara/ posasında kımıldanan vahiy kurdu/ uçurur ağır kanatlı kuşları/ delikanlı yaylalara doğru” (s. 4: Sera). Onu, yıllar ötesinden, 1994’te yayımladığı Hüznün Yarıçapı K adlı kitabındaki ilk şiirlerinden beri tanıyorum. Yazar ve eleştirmen Mehmet H. Doğan’a sormuştum, “Nuri Demirci’nin şiirlerini nasıl buluyorsun?” diye. Hiç düşünmeden şu yanıtı vermişti bana (konuşmayı bugünkü gibi anımsıyorum): “Nuri Demirci, Bursalı bir şair. Şiirlerini beğenerek izliyorum. İkinci yeni izleğinde güzel şiirler yazıyor.” Şifasız Otlar Kitabı’nda hiçbir ayırıma gitmeden, daha önce edebiyat dergilerinde yayımladığı birbirinden güzel şiirlerini bir araya toplamış Demirci: “Durmuş camın ve zamanın çatlaması/ pencerenize uğramadan geçiyor yaşlı sarmaşık/ kamaştığınız erik günlerinin üstünden atlıyorsunuz/ unutkanlığınız ne güzel” (s:18, Camgüzeli). Gene ondan güzel bir iki dizeyle yolculuğumuza devam edelim: “Külotlu çorap giyinmiş bir köprü nehirle sevişiyor/ onu anlıyorum, bacakları titriyor/ bazı çiçekler gizlice sulanır, diyorum ona/ böyle deyince köprünün anlamı bozuluyor” (s: 33, Zencefil). Demirci şiirindeki gizem de burada; Yaşama uzak düşmeyen şiirler Ë Gülümser ÇANKAYA uri Demirci’nin diğer kitaplarında göze çarpan ince kurgu, Şifasız Otlar Kitabı’nda da kendini hissettiriyor. Kitabın “Sera”yla başlayıp “Saksı” adlı şiirle devam etmesi ve “Kurutulmuş Papatya” ile sonlanması tesadüf değil. Hayat, bir gezi kataloğu olmadığı gibi şairin oluşturduğu bu küçük seranın da gezi kataloğu yok. O, sanki bir madenci gibi karanlıkta, başında bir lambayla dolaşıyor serayı; baktığı yer aydınlanıyor, biz de onunla birlikte görüyoruz. Okuyan şöyle diyebilir: “Nilüfer” şiirini örneğin, Nilüfer nerede? Ben göremedim. Nilüfer yoktur. Yalnızca zihinlerimizde soyut bir kavram olarak belirir Nilüfer. Tıpkı her birine bir bitki adının verildiği Şifasız Otlar Kitabı’nda bulunan diğer şiirler gibi. Elbette somut dünyadaki görünümlerini çağrıştıran imgeleri de barındırıyor bu şiirler ama alışılageldiği gibi sıradan betimlemelerden çok uzak. Deyişteki yalınlık dikkat çekici: “Dediydim bak, bildiğim bir ayin bu/ sana uğradım ya/ kâhkülünü kaşlarından kaldırdım ya/ bilesin, bak/ alnında kalmıştır parmaklarım.” YALNIZLAŞAN İNSANLAR “Karabiber” şiirinde ise aynı samimi üslup devam ediyor: “Senin topuklarını seviyorum, inanma istersen/ kaç çentikli olursa olsun, pütürlü dilini de/ bütün yanılgılarınla benzeşmeyi göze alıyorum/ hiçbir fazlalığım kalmıyor tenini giyindiğimde/ boynuma bir boyun daha ekliyorsun/ damağım hoşnut alevinden” (s. 19). Kent yaşamı ilk bakışta kolektif bir yaşam olarak algılanır. Sanki bir araya N geldikçe yalnızlaşır insanlar. Kent yaşamının getirdiği hız ve bu hıza yetişememe endişesi insanı teslim alır. Yan yana dizilmiş saksılarda yaşayan bitkilerden farksızlaşır yaşamlarımız. Git gide bencilleşir. Kırışan zamanın dibindeki yalnızlığı duymaya başlarız. Bu durum “Saksı” adlı şiirde bir katılım çağrısına dönüşüyor: “Gelin sokağa çıkalım hadi/ yoksa bu şehirde/ kimse hatırlamayacak bizi” (s. 5). Şifasız Otlar Kitabı’ndakiler, yaşamdan uzak durmayan şiirler: “Aşk merdivenden düşüyormuş sonra/ çünkü sarı kâğıtlara giriyormuş vesikalık yerçekimi// bir otele hiçbir sebebi yokken/ doğum kontrol hapı kullandırılıyormuş.” (“Eğreltiotu” s. 11) dizelerini okuduğumuzda, bu ülkede vesika almak için sırada bekleyen altmış bin kadının dramını duyuveriyoruz. Ticari seksin ulaştığı bu korkunç boyut, aşkı merdivenden düşürüyor. Duygusuz, yalnızca tene dayalı bir ilişki şekli yaygınlaşıyor toplumda. Böyle bir ilişkinin üretken olduğu söylenebilir mi? İçinde bulunduğumuz toplumsal yapıyı hicveden şiirlerden biri de Sarmaşık şiiridir. Bu şiirde geleneksel yaşam bir şehzadenin tedirgin diliyle anlatılır. Biz, geleneğe sahip olduğumuz yanılgısıyla yaşarız. Oysa tam tersi, gelenek bize sahip değil mi? Doğduğumuzda yüzlerce geleneğin içine doğarız; aile geleneği, cinsiyet geleneği, toplum geleneği, inanç geleneği ve diğer kültürel gelenekler. Her birinin üzerimize vurduğu mühürlerle başlar yaşamlarımız. Aslına bakarsanız bunların ötesindeki bir varoluş neredeyse imkânsız. Girdiğimiz her koridorda yeni bir mühür vurulur üzerimize; kimlikler, kimlikler, kimlikler; kimliklerden kurtulmanın mümkünü yok ve ne yazık ki belirleyici hep onlar. Korkudan mı, şaşkın lıktan mıdır bu kekeme dil?: “Mümü mühre geldi bunlar/ söküğümü üstümde dikecekler// sarıklarında dişleri var/ kamçıları rüzgâr/ gözlerine gümüş akmış/ gözbebeklerine meşale/ Mü mü mühre geldi bunlar// Mamahmuzları büyüyecek yancıklı çizmelerin/ yüreğim çargül fincan// bir adım daha atsam balkon/ sonra/ düdünya derdinden kurtulmuş çatı” (Sarmaşık, s. 37). KENDİNİ ANIMSATAN ŞİİRLER Elbette direnecek düşünce, ezberletilmiş bilgilerin dışına çıkmak bir kez daha denenecek, yeniden hatırlanacaktır ağzın çukuruna sinmiş dil. Anlam bir kez de tersten denenecek: “Kırıtkan gökyüzünün göz kırpması bahanemdir/ buraya tırmandım çünkü topraktan korkuyorum/ bir de boş söz buldum kendime/ imgesini kucaklamak için derine inmeli anlam/ yukarısı derindir” (Ökseotu, s. 36). Şifasız Otlar Kitabı’ndaki şiirleri okuduktan sonra bu şiirler sizi bırakmaz. Değişik zamanlarda değişik yerlerde anımsatır kendini: “Öyle bir soru sormalısınız ki bana/ çitlerin ötesine taşırdığım çağlayan/ ve içinizdeki filize koşan tohum/ haklı çıkarmalı bütün cevaplarımı” (Ayrıkotu, s. 9) ya da “Sen tanrının camını kırdın/ cezalısın” (Kızılkantaron s. 26) deyip durursunuz kendinize. Bazen de “kamaştığınız erik günlerin üstünden atlıyorsunuz/ unutkanlığınız ne güzel// böyle kalın zamanın dışında/ buraya çok yakışıyorsunuz” (Camgüzeli s. 18) dersiniz. Şu dizeleri de anımsarsınız örneğin: “...Evet/ teriniz damladı yüzüme/ bütün gövdenizle seviştiniz/ zaman dağlayarak saklar, kilerimdeki dağa/ bir etek daha eklediniz” (Güngüzeli s. 20). size kendini yavaşça duyumsatan şiirin ardından koskocaman bir anlam çıkıveriyor karşınıza, sevindirici oluyor tabi bu okur için. Ayrıca onun şiirinde acı ve tatlı yanlarıyla yaşanan hayat, duyumsatmak istediği müziğini bitimsiz bir senfoni gibi yüreği burkup incitmeden sürdürüyor işlevini. Bu sunum anında uçuşan notalar, insan belleğinde geniş açılımlara da olanak hazırlıyor. Yani, üzmüyor okurunu. O müziği sürekli dinlemek zorunda kalıyor insan. Demirci, dizeleriyle mutluluğu duyumsatmaya çalışıyor insanlara. Bu dizeleri yazarken günlük yaşamın uzağında değil o, hep yakında, hatta yaşamla iç içe denebilir. Şiirlerinde otlar, her ne kadar birer nesneyse de arada özne olarak da varlığını hissettiriyor insana. Hatta Cemal Süreya şiirinde de sık sık rastlanır bu olguya. Cemal’in (İp) şiirinde olduğu gibi örneğin: “Yanıbaşımızda/ bir su akardı eli serçeli/ sepetler tıklım tıklım havlu, bez/ öpüşlerle yeniden çizerdim seni.” Şimdi de Nuri Demirci’nin “Elma” şiirinin son dizelerine bakalım: “Bütün gövdesiyle sarkmış dalından/ yazacaksın nasılsa, şimdi yaz yerçekimini/ çünkü, sarı bir kurt, zamanın lekesi uçsun diye/ aralamış çoktan, ölü evinin penceresini.” Bakın, aynı güzelliği ve tadı burada da yakalıyoruz, değil mi? Bütün bunlar, Şifasız Otlar Kitabı’nı okurken şiirden aldığım tatlı anlardı. En çok da, kadim dostu yazar Haluk Cengiz’e adadığı bir şiiri var ki, ayrı bir tat veriyor okurken insana. İşte onu da çok beğenerek okudum: “Bu kadar uzaktan bakınca/ görünmüyor vadide akan nehir/ giden bahçeler: Kırmızı şarap, kuru üzüm ve incir/ yürürmüş meğer kırlangıçotu: İşte gittin/ bitirmek istediğin gibi başladın kitabına/ kapısında ateşler yaktığın kaleye sığmadı şehrin, uçarmışsın meğer/ toprağından itilmiş siyah güller gibi/ rengini değiştirerek.” Şiir böylesine güzellikte sürüp gidiyor, son dizeleri şiir okuruna bırakıyorum ki, sürpriz olsun. Çünkü kitaptan şiir tadı alarak okuyacaklarına inanıyorum. Kitabın taşınması kolay olsun diye sanırım, 46 sayfaya 45 şiir yerleştirilmiş. Şairin, şiir dilini kullanmasındaki ustalığı da göz ardı edilmeyecek kadar güzel. Kullandığı dil, yalın ve akıcı bir özellik sergiliyor. Bu da, şiiri severek okuyan bireyler için edebiyatın güzellikler kapısını ardına kadar açıyor insana. Bunu yaparken de çelişki yaratan dil oyunlarına girmeden, imgelerini yerli yerinde kullanarak, şiirinde var olan nesnelerle kurduğu yakınlık dizelerine de rahatlık sağlıyor. Şifasız Otlar Kitabı/ Nuri Demirci/ Alp Yayınları/ 46 s. SAYFA 8 23 HAZİRAN 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle