Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş Ş iir Atlası CEVAT ÇAPAN Chris ABANİ/ Şiirler/ Çeviren: İlyas Tunç ‘Ama bir yerde bir kapı kapanır ve başka bir gün başlar’ air, oyun yazarı ve romancı Chris Abani, 1966’da Nijerya’da doğdu. İlk romanı Masters of the Board’ı on sekiz yaşındayken yazdı. Nijerya’daki NeoNazi benzeri iktidarın uygulamalarını eleştiren bu romanı nedeniyle altı ay hapis yattı. Çıktıktan sonra gerillalardan oluşan bir tiyatro grubundaki oyunculuk çalışmalarına devam etti. 1987’de yeniden tutuklanarak Kiri Kiri Hapishanesi’ne gönderildi. Salıverildikten sonra Song of a Broken Flute adlı oyunu yazdı. Abani, hâlen Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapıyor. Şiir Kitapları: Kalakuta Republic (Saqi Yayınları, 2001). Daphne’s Lot (Red Hen Yayınları, 2003), Dog Woman (Red Hen Yayınları, 2004), Hands Washing Water (Copper Canyon Yayınları, 2006). ŞEYTAN ÇARMIHI Kiri Kiri’den(*) sağ çıkmak hemen hemen imkansızdır. Tutuştururlar elinize kişisel eşyalarınızdan kalan ne varsa politen bir torbada. Onların istemediği herşeyi. Adım atarsınız dışarı, dikilirsiniz sonra buzdolabından çıkmış bir parça et gibi eriyerek güneşte. Ancak korkarsınız dış kapıdan birkaç adım daha öteye gitmeye. İnanırsınız sırtınızdan vurulacağınıza. Ya da gittikçe solgunlaşan teninizde ölüm kokusu taşıdığınızı bilen insanların sizden irkileceğine. Ama olmaz hiçbir şey. Hafif bir rüzgâr dalgalandırır gömleğinizi, havlar bir köpek park etmiş bir arabaya. Yağda kızarmış muz kokusu, ılgıt ılgıt, acıtır canınızı nedensizce. Soğuk, tatlı bir KokaKola nemlendirir gözlerinizi. YENİ DİN Bir ulustur beden, hiç tanımadığım. Gökyüzünün saf neşesi: bir uçurumdan maviliğin duvarına atlamak arasındaki an. İşte böyle. Ya da pütürlü ağaç kabuğuna dokunan bir el gibi duyumsamak yorgun ciğerlerin deriyle kaplı kemiklere sürtünmesini. İşte böyle. “Gövde vahşi bir şeydir” dedim. Yıllarca söyledim bunu: gövde vahşi bir şeydir. Sanki aklın bu koruyuculuğu korkaklık değil erdemmiş gibi. Küçümsedim öteden beri onun gizemli pürüzünü, dedim, “iyiyim, Tanrım, iyiyim”. Ama bazen, korunmasız bir anında güneşin, hatırlıyorum kir ve terle kalınlaşan çocuk tenimin tezek kokusunu ve uğuldayan otları. Ama kutsal değildir koruduğum bu uzaklık, Çünkü nedir ki İsa, Tanrı’nın kendi koltukaltını koklama arzusu değilse? Ve ben onu gördüğüm zaman biliyorum ki gülümseyecek, sus işareti yaparak parmağıyla, fısıldayacak sonra “gelecek sefer bir köpek olarak indireceğim seni tatmak için bu katıksız açlığı”. LÜMEN Duruyor havuzun kıyısında, tek ayak üzerinde. Kayıyor çocuk, düşüyor suya, gülüşü dolduruyor ikindi vaktini. Alışkanlık, dürüstçe inandığımız tek dildir: masanın üzerindeki bardaktan tüten çay, odayı masmavi dolduran sigara dumanı, uyurken güneşin yüzümüze düşmesi. Hep konuştuğumuz şeylerdir bunlar. Ama bir yerde bir kapı kapanır ve başka bir gün başlar. Ya, öteden beri aşık olup sevdiğimiz, uyandırmak istediğimiz kadın annemizse? Kutsal yurtsuzlar doldururlar kenti yığınlarca ayrık otları gibi. Yalnızca Tanrı’nın çocukları görebilir onları. Bir alevdir duvarı kaplayan mavi renk. Göktaşı, gökyüzünden düşen bir toptur. Pas, kendi gerçekliğinin bir türüdür: kan gibi, kentler gibi, tozlu bir yolda güneş ışığı gibi. Elbette bulamayız onu, ama oradadır daima, dumanla alevin arasında. ÇOCUK İŞİ GİBİ BİR İŞTEN BAHSETMEK Asker soruyor çocuğa: Karar ver hangisini keseyim? Sağ kolunu mu sol kolunu mu? Çocuk, on, belki dokuz yaşında, diyor ki: Kesme hiç birini, kesersen, bir kanadı kırık kuş gibi bozarım oynarken sek sek alanının çizgilerini, bırakın körlük girsin içeri. Soruyor asker bir kez daha: hangisini keseyim karar ver? Sağ kolunu mu sol kolunu mu? Ölü babasından fazla yaşlanıyor çocuk hemen oracıkta, diyor ki: kesme hiç birini, kesersen ruh dansı ederken tökezlerim, kumlar savrulur ışığın yüzüne. Ekliyor sonra: Oyup çıkar sağ gözümü, çok şeyler gördü, ama sol gözümü bırak, Tanrıyı görmek için ihtiyacım var ona. STABAT MATER(**) Ağaçlar arasındaki boşluklardan sızarak damarlarla kaplıyor ayışığı tan yerinin anısıyla yüklü geceyi. Ölü örtüye sakal olan eğreltiler içinde çömeliyor bir anne, izliyor kollarındaki çocuğunun hayata tutunma gücünü yitirişini, yitirişini öksürüklü soluğunu, oyalanan bir acıyı. Usulca kapatıyor annesi gözlerini, kerpeten oluyor parmakları onun burnuna ve ağzına, rahatlatarak gıtlağını boydan boya. Hatırlanmış hayatlar için hangi ayrıntı geçerlidir ki; Yer mi olay mı yoksa yalnızca iğnesinin kaşıntısını bırakan bir arının çaldığı çiçek kokusu gibi yitip gitmek mi? BİR BACAĞI KOPARMAK Bileğinden koptu kopacak bacağı, Yarısı oluklu sacla sarılmış şekilde, Tutunuyordu bir bağışlama sözüne. Kalaşnikof tüfeğinin dipçiğine Yapıştırılmış fotoğraftan üzgünce gülümsüyordu İsa. Kan, yağmurdu sanki, sırılsıklam ediyordu her şeyi. Çaresizdi doktor, kuşkuluydu, Yalan söylemişti Tanrı gibi. (*) Ç.N: Kiri Kiri, Nijerya’nın Lagos kentindeki bir hapishanenin adı. (**) Ç.N: *Stabat Mater: 13. yy’da yazılmış İsa’nın çarmıha gerilmesi sırasında Meryem’in çektiği acıyı anlatan ilahi. Acı çeken anne anlamına gelen Stabat Mater ilahisi Paskalya’dan iki gün önce söylenir. Yazıldığından bugüne dek birçok besteci tarafından bestelenmiştir. Giovanni Battista Pergolesi tarafından yapılan beste en çok beğenilenler arasındadır. Eseri İstanbul Devlet Senfoni orkestrası da seslendirmiştir. 23 HAZİRAN 2011 SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114