Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
T 8 HAZİRAN ÇARŞAMBA ürkçe Günlükleri FEYZA HEPÇ L NG RLER her sözcüğün her hafta, binlerce okur tarafından incelenmesine alıştım. Yaptığım en küçük hatayı bile bağışlamayacak bir okur kitlesine yazmanın kalemimi nasıl tutuklaştırdığından da söz etmeyeceğim. En çok canımı sıkan, o haftaki yazının öz Türkçe eleklerinden geçirilmesi, “Şunun yerine bunu kullansanız daha güzel (daha iyi, daha uygun, daha Türkçe…) olmaz mı?” içeriğindeki iletiler… Hemen her sözcüğü, tartarak, üstünde düşünerek kullandığım halde, beni “İmdat!” çığlıkları atacak duruma getiren eleştiriler… Türkçe sözcük kullanmaya yeterli özeni göstermiyormuşum gibi suçlanmalar… Derdiniz anlatmak, bir konunun nasıl daha iyi, daha kolay anlaşılacağını bulmak ve onu kullanmaksa sözcüğün özbeöz Türkçe olup olmaması tek belirleyici olmaktan çıkıyor. Sonuçta benim bu sayfaya yazmamın biricik nedeni Türkçe sözcükleri benimsetmek değil. Türkçenin içine düşürüldüğü duruma dikkat çekmek; dilimize yabancılaşmamızın önüne elbirliğiyle geçmeye çalışmak. Kullandığım sözcükler dilimden kendiliğinden dökülmüyor ki! Tümünü seçiyorum. Neye göre seçtiğime gelince… Her sözcüğün, dikkate almak zorunda olduğunuz bir tınısı var. Sözcüğün tınısının, kullanıldığı tümceye uyup uymayacağını ancak siz kestirebilirsiniz. Her sözcüğün uzun ya da kısa bir geçmişi; bu geçmişe bağlı olarak ilettiği bir ya da birçok çağrışımı var. Sözcükleri de tıpkı giysileriniz gibi, kendi beğeninize göre seçersiniz. Birinin kalkıp, “O giysi sana hiç uymamış, onu çıkar, şunu giy. Bu sana daha çok uyar.” demesi ne ise, “O sözcüğü kullanmak size hiç yakışmadı. Onu değil, bunu kullanmalısınız.” demesi de aynı şey. Bu, “Siz giyinmeyi (yazmayı) bilmiyorsunuz. Ben sizden daha çok biliyorum. Beni dinlerseniz daha iyi giyinmiş (yazmış) olacaksınız.” demek değil de nedir? O yazarın falanca sözcüğü değil de filancayı “seçerek” kullandığı hiç mi akla gelmez? “Akla gelmez” dedim de… Sözgelimi “akıl” yerine “us” sözcüğünü hiçbir güç kullandıramaz bana. Birinin Arapça, öbürünün Türkçe olması kullanımımı belirlemeye yetmiyor işte! “Usuma gelmedi” diyen birileri, Türkçeciliğini gösteriş öğesi yapmış gibi değil midir? Ben kullanırsam kendimi, at nalı kadar bir gerdanlık takmışım, onu göstere göstere dolaşıyormuşum gibi hissederim. Türkçe kökenli olmayan sözcükleri her kullandığımda biliyorum ki birkaç kişi, onların yerine kullanabileceğim sözcükler önerecek yine. İşin kötüsü, böyle den “M aşat”, “maşatlık” sözcükleri üzerinde durmuştuk bir süre önce. Asuman Ayşe bildirdi: Ödemiş’in Kaymakçı beldesindeki, Gökçen Efe’nin şehit düştüğü tepeye de Maşat Dağı deniliyormuş. 10 HAZİRAN CUMA “Kimisi eskiden beri, kimisi de son dönemlerde dikkatimi çeken birkaç örneği, ilginize sunmak istiyorum.” diyen Adil İzci’nin saptamalarına yer vermeye başlamalıyım. Önce, “Türkçe Günlükleri kaçıncı yılında, tam bilemiyorum ama on yıldan fazla oldu sanırım. Bu süreçte niteliği hiç düşmedi, içeriğin zenginliği hiç azalmadı. Bu bakımdan da övgüyü, büyük bir övgüyü hak ediyorsunuz. Gücünüz sürekli olsun!” diye beni şımartmış Adil Bey. Yok, on yıl olmadı daha. Bir buçuk yılda bir kitaplaştırıyorum Türkçe günlüklerini. Sonuncu (dördüncü) “Tohumun Toprağa Düştüğü Türkçe Günlükleri”ydi. Haziran sonunda beşinci kitabın bir buçuk yıllık süresi tamamlanıyor. Demek ki sekizinci yılın ortasındayız. Yeni kitaba, eskilerine uyan bir ad bulamadım daha. “Türkçe Günlükleri” sabit başlığının yanına, “Filizin Boy Verdiği” ya da “Fidanın Ekine Döndüğü” gibi bir ad bulmalıyım. Bakalım. “İfadesini kullanmak”, “ifadesinde bulunmak” sözleri üzerinde durmuş Adil İzci. “ Bizim siyasetçilerimiz, etkili yetkili kişilerimiz, nedense ‘demiyor’, ‘söylemiyor’, ‘belirtmiyor’, ‘açıklamıyor’ da ille ‘ifadesini kullanıyor’ ya da ‘ifadesinde bulunuyor’. Oysa, ‘demek, söylemek, belirtmek, açıklamak’ vb., hem yalın hem de Türkçe… Yarısı Arapça, yarısı Türkçe bir bileşik eylem yerine, bunlar daha güzel olmaz mı?” Üzerinde durmadığımız bir deyiş… “İfade” sözcüğünün bu sıklıkta kullanılmasının sakıncası ne? Yalnızca “ifade”nin Türkçe kökenli olmamasından dolayı mı eleştirilmeli bu kullanım? Bence hayır! Asıl eleştirilecek nokta, Adil Bey’in saydığı bütün öteki sözcüklerin yerine kullanılması; dolayısıyla onların kullanımdan düşmesine yol açarak Türkçeyi güçsüzleştirme tehlikesi taşıması. dikçe, içimden hep onların karşı çıkacakları sözcükleri kullanmak geliyor. Beni Osmanlıcacı yapacaklar, farkında değiller. Sözgelimi “ozan” ile “şair”i eşanlamlı saymıyorum. Âşık Veysel, bir halk ozanıdır; ama yirminci yüzyılda şiir yazan bir Rüştü Onur, şairdir. Tanıttığım kitapta bir bölüm “mektuplar” diye geçiyorsa ben mektup yerine “betik” diyemem. Geçmiyorsa da demem. Betik, önerilen; ama tutmayan bir sözcük. Benim görevim, benimsenmeyen sözcükleri zorla benimsetmek değil. İletmeye çalıştığım bir içerik, bir anlam var. Bunu duygusuyla, müziğiyle en iyi aktaracak anlatımı bulmaya çalışıyorum. Eğer bu isteğimi karşılayan bir Türkçe sözcük varsa öncelik elbette o sözcüğün; ama yoksa yazımın anlam boyutunu göz ardı ederek, bütün sözcüklerin öz Türkçe olanını kullanmakta direnmek yerine, o yazıyı okuyanın iletmek istediğim içeriği anlamasını daha önemli sayıyor; ona öncelik veriyorum. 15 Mayıs Pazar tarihli günlükte şöyle demişim: “Türk Hava Yolları, Los Angeles’a doğrudan sefer koymuş. Aktarmasız, beklemesiz, 13 saatte ulaşılabiliyor Los Angeles’a. Önceki gelişlerimde yolculuğun 24 saate kadar uzadığı olmuştu. Şimdiki, onlara göre rahat bir yolculuktu; bir de koltuk araları az daha geniş ve hostesler biraz daha güler yüzlü olsa. Pek çok havayoluyla yolculuk yaptım; şimdiye kadar gördüğüm hostesler içinde THY’ninkiler kadar asık suratlı olanıyla hemen hiç karşılaşmadım. Çoğu, aslında genel müdür olacakmış da kaderin garip bir cilvesiyle kendisini hostes olarak buluvermiş gibi davranıyor.” Kamil Karagöz, bu paragrafta altını çizdiğim sözcükleri eleştirmiş; onların yerine kullanmam gerekenleri de sıralamış: “doğrudan sefer koymuş=doğrudan gidiş düzenlemiş; rahat=gönençli; hostes=uçakta yolcu görevlisi; surat=yüz; aslında=gerçekte; müdür=yönetmen; garip=şaşırtıcı; cilve=naz.” Rahat bir yolculuk değil de “gönençli” bir yolculuk mu yapmışım ben? Az yukarıda “güler yüzlü” demişken “asık suratlı” yerine de “asık yüzlü” mü demeliymişim? “Uçakta yolcu görevlisi”, “hostes”in yerini tutuyor mu? Daha çok, uçakta hostes dışında başka görevliler olduğu anlamını vermiyor mu? Yalnızca son tümceyi öneriler doğrultusunda bir düzelteyim de ortaya nasıl bir “ucube” çıktığı görülsün mü? “Çoğu, gerçekte genel yönetmen olacakmış da kaderin şaşırtıcı bir nazıyla kendisini uçakta yolcu görevlisi olarak buluvermiş gibi davranıyor.” “Gerçekte genel yönetmen olmak” ne demek? Hele, “kaderin şaşırtıcı bir nazı”na ne demeli? Böyle mi yazmalıymışım? Hadi canım! feyzahep@gmail.com feyza@feyzahepcilingirler.com 11 HAZİRAN CUMARTESİ Dünkü konuyu biraz daha açmalıyım. Günlüklere yazdığım BULMACA Önce aşağıda tanımları verilen sözcükleri bulmaya çalışın ve her bir harfi bir yatay çizgi üzerine gelecek biçimde yazın. Sonra çizgilerin altlarındaki sayılara göre bu harfleri bulmacadaki aynı sayılı karelere aktarın. (Kara kareler iki sözcük arasını gösterir. Bir satırın sonunda kara kare yoksa bu, sözcüğün alttaki satırın başına sarktığını gösterir.) Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru bir şairin adını oluşturacak; bulmaca karelerindeyse aynı şairin dizeleri ortaya çıkacaktır. 9 C 10 B 11 Hazırlayan: İLKER MUMCUOĞLU 1 H 2 B 3 E 4 F 5 E 6 H 7 F 8 F H 12 J 13 G 14 C 15 K 16 A 17 H 18 I 71 11 17 22 1 6 39 I. Ölke, kızgınlık, can sıkıntısıyla anlaşılmaz sesler çıkarmak. 19 F 20 I 21 K 22 H 23 C 24 F 25 B 26 A 27 A 28 E 29 F 30 C 31 J 32 E 33 F 34 I 35 B 36 C 37 B 38 E 39 H 47 66 58 76 61 40 B 41 C 42 F 43 G 44 C 45 C 46 B 47 I 48 B 49 F 62 20 68 18 34 J. “Ağaç isem dalımsın salkım saçak / Petek isem balımsın ...” (Bedri Rahmi Eyuboğlu). 50 B 51 B 52 D 53 A 54 F 55 D 56 C 57 D 58 I Tanımlar ve sözcükleriniz: A. Hindistan’da, İran’da yetişen, pişince güzel bir koku veren, iri ve uzun taneli bir tür pirinç. 59 A 60 F 61 I 62 I 63 J 64 K 65 A 66 I 67 C 68 I 69 J 63 73 69 12 72 31 K. ABD’de bir eyalet (yalnız ünsüz harflerini yazacaksınız). 70 D 71 H 72 J 73 J 74 G 75 A 76 I 77 B 65 75 27 16 26 59 53 B. Necati Cumalı’nın bir adı da Zeliş olan romanı. 21 64 15 30 67 44 41 36 D. “... in Rüyası” (Tarık Buğra’nın bir romanı). 7 54 60 8 40 51 10 48 50 19 33 42 29 24 4 49 57 52 55 70 E. Bir şeyi yerken ya da yutarken çıkan ses. 1113. sayının çözümü: A. BAY 77 25 2 46 37 35 C. “Zaman ve Maske”, “Kalbim Akşamüzerleri” adlı şiir kitapları da olan şair ve çevirmen. G. “Savaş ...” (Saint Exupery’nin bir romanı yalnız ünlü harflerini yazacaksınız). 13 43 74 H. “Buyrun, efendim, emredin” anlamında eski bir ünlem. 23 32 38 3 28 5 45 9 56 23 14 F. Miguel de Unamuno’nun bir romanı. KEUNER’İN ÖYKÜLERİ, B. ÜNSAL, C. LACAN, D. ENGİN, E. NY, F. TİMON, G. KAYGI, H. AÇLIK, I. ROSTAND, J. AĞRIYINCA, K. KO, L. ÖLMEZOTU, M. SOYA, N. EMEL. Metin: “Yükselika! Ben Tino’ya yemek götüreceğim, Natalino yalnız kalmasın, çocukları gönder oyun oynasınlar” Bülent Karaköse. 2011 SAYFA 31 CUMHURİYET K TAP SAYI 1114 HAZİRAN